Ersan Şen

18 Temmuz 2012

Suç örgütü yöneticilerinin anayasaya aykırılık sorunu

Kişi hak ve hürriyetlerinin yalnızca yürütme organına karşı değil, aynı zamanda yasama organına karşı da korunması gerekliliğinden hareketle Anayasa koyucu tarafından bazı düzenlemelere gidilmiş

Kişi hak ve hürriyetlerinin yalnızca yürütme organına karşı değil, aynı zamanda yasama organına karşı da korunması gerekliliğinden hareketle Anayasa koyucu tarafından bazı düzenlemelere gidilmiş, bu suretle soyut ve somut norm denetimi müesseseleri Anayasamızda yerini almıştır.

1982 Anayasası’nın 152. maddesinin birinci fıkrasında, “Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddî olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır.” hükmüne yer verilmiş, dayanağını bu hükümden almak üzere 6216 sayılı Kanunun 40. maddesinde şartları ayrıntıları ile ifade edilmek suretiyle Anayasa Mahkemesi’ne, somut norm denetimi yoluyla gelen bir başvuru ile ilgili olarak bir kanun veya kanun hükmünde kararname hükmünü Anayasaya aykırı olması durumunda iptal etme yetkisi verilmiştir.

01.06.2005 tarihli yürürlüğe giren ve mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 313. maddesinde yer almayan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu m.220/5’e göre; “Örgüt yöneticileri, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılır”. Bu hüküm sebebiyle, Ülkemizde suç örgütü kapsamında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda yargılanan ve örgütün kurucusu, lideri veya yöneticisi olmakla suçlanan insanların, başkaları tarafından işlenen suçlardan dolayı yüzlerce yıl hapis cezası ile cezalandırılmaları gündemdedir. Ceza Hukuku normları vasıtası ile suç işleyenlerin cezalandırılması, suçların önlenmesi ve caydırıcılık, hukuk düzeni, kamu barışı ve güvenliği ile başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması bakımından önemlidir. Ancak sırf bu önemden hareketle, “hukuk devleti” ilkesinin gerekleri gözardı edilemez.

Ceza Hukuku esas itibariyle tarihsel süreçte, İlkel Ceza Hukuku Dönemi, Müşterek Ceza Hukuku Dönemi, Yeni Zamanlar Ceza Hukuku Dönemi ve Çağdaş Ceza Hukuku Dönemi olmak üzere dört farklı dönem yaşamış[1], bu dönemler sonunda günümüzdeki değerleri kazanarak Çağdaş Ceza Hukuku kural ve kaideleri devletler tarafından kabul edilmiştir. Kanaatimizce bu kural ve kaidelerden en önemlisi, objektif ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran ve kişileri yalnızca kendi kusurlu fiilleri sebebiyle sorumlu tutan “şahsi kusur sorumluluğu” ilkesidir. Ceza Hukukunda yaşanan gelişmeler sonucunda şahsi kusur sorumluluğu ilkesi anayasalara ve kanunlara girmiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin 19.09.1991 gün, 1991/2 E. ve 1991/30 K. sayılı kararına göre; “Anayasanın 38. maddesinin altıncı (şu an yedinci) fıkrasına göre ‘Ceza sorumluluğu şahsidir’. Bu kural, Ceza Hukukunun temel ilkelerindendir. Evrensel nitelikli olan bu temel ilke, herkesin kendi eyleminden sorumlu olacağı, başka bir anlatımla başkalarının suç oluşturan eylemlerinden dolayı kimsenin cezalandırılamayacağı biçiminde tanımlanabilir[2]”.

Anayasa m.38’in devamı olarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 20. maddesinde de aynı ilkeye yer verilmiştir. TCK m.20/1 uyarınca kimse, başkasının kusuruyla yol açtığı sonuçtan sorumlu tutulamaz.

Cezanın şahsiliği ilkesi veya diğer adıyla kusurlu sorumluluk ilkesi, faile verilecek olan cezanın dolaylı olarak başkalarını da etkilemesini kapsamamaktadır. Bu kural, bir kişinin eylemine bağlı sonuçtan dolayı sorumluluğun yalnızca kendisine ait olacağını ve onun dışındaki herhangi bir kimsenin sorumlu tutulamayacağını ifade etmektedir. Bu nedenle kural olarak, hapis cezasına veya para cezasına mahkum edilen failin ailesinin bu ceza dolayısıyla aşırı derecede etkilenecek olması, cezaya hükmedilmesini önlemeyecektir[3]. Bu ilke esas itibariyle failin, yalnızca kendisi tarafından kasten veya taksire dayalı olarak gerçekleştirdiği fiillerden dolayı sorumlu olmasını, kast veya taksiri olmaksızın kendisi ya da bir başkası tarafından gerçekleştirilen fiilden sorumlu tutulamamasını ifade eder.

TCK m.220/5’de yer alan “Örgüt yöneticileri, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılır.” hükmünün, suç örgütü yöneticilerini kendileri tarafından gerçekleştirilmeyen, hatta gerçekleştiği konusunda bilgisi dahi olmayan fiiller sebebiyle ceza sorumluluğu altında bıraktığı izahtan varestedir.

TCK m.220/5'in isabetli olmadığını, en azından suç örgütünün yöneticisi konumunda olmakla birlikte, yöneticinin bilgisi, kabulü ve talimatı ile işlenmeyen suç örgütünün faaliyeti kapsamında işlenen tüm suçlardan dolayı suç örgütü yöneticisinin "fail" sıfatı ile TCK m.37 uyarınca sorumlu sayılmaması gerektiğini düşünmekteyiz. Böylece, örgütün kurucusu, lideri, lider kadrosu, örgütte yer alan üyeleri idare ve sevk eden kişiler "suç örgütü yöneticisi" sayılacaklar ve örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen tüm suçlardan dolayı da fail gibi cezalandırılacaklardır. Bu hükmün kabulü, "şahsi kusur sorumluluğu" ilkesi gereğince mümkün değildir. Yöneticinin sorumlu tutulabilmesi için, en azından amaç suça konu fiilden bilgi sahibi olması, bu fiilin işlenmesini kabul etmesi ve engellememesi aranmalıdır.

TCK m.220/5’in gerekçesine göre, “… örgüt yöneticilerinin, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılması gerektiği kabul edilmiştir. Örgüt yapısı içinde, kendisine suç işlemek gibi örgütün amacına uygun görev verilen kişi bu görevini yerine getirmezse, hemen yerine bir diğer üye yerine rahatlıkla ikame edilebilmektedir. Bu nedenle, örgütün yöneticisi konumunda olan kişiler, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak sorumlu tutulmalıdırlar”.

TCK m.220/5’in ceza sorumluluğu alanını aşırı genişleteceğini ve ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi için tehlikeli olacağını 2006 yılında gören İsfen, “suç örgütü kurmak” suçunu düzenleyen TCK m.220’nin geniş uygulamasını, suç örgütü taşımayan çete veya iştirakleri bile suç örgütü sayan yapısını gördüğünde, suç örgütü yöneticilerinin, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen tüm suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılmalarının önemli sorunlara yol açacağını ifade etmiştir[4].

Aşağıda Almanya’da akademik çalışmalarını sürdüren Prof. İsfen’in çalışması dikkate alınarak, TCK m.220/5 ile ilgili bazı önemli açıklama ve tespitler yapılacaktır;

Suç örgütü yöneticilerinin, suç örgütü faaliyetinde işlenen suçlarda dolayı ayrıca fail olarak sorumlu tutulması, 2003 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulan Hükümet Tasarısı’nda yer almamakta idi. Bu Tasarı, mülga Türk Ceza Kanunu’nun 313. maddesinin dördüncü fıkrasında olduğu gibi, suç örgütü yöneticileri hakkında sadece suç örgütü kurmaya ilişkin hükümler uyarınca verilecek cezaların zorunlu artırımını öngörmekte idi (Tasarı m.296/4). Türk Ceza Kanunu Adalet Alt Komisyonu görüşmeleri sırasında gündeme getirilen ve değişikliğe uğramadan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na giren 220/5, ilk bakışta ve lafzından hareketle üçüncü kişilerin işlediği suçlardan dolayı sorumlu tutulmayı öngörmektedir. Bu konuda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Adalet Komisyonu’ndaki hazırlık çalışmalarında akademisyen olarak bulunan Özgenç ilginç tespitlerde bulunmuştur. “Yeni TCK’nun TBMM Adalet Komisyonu’ndaki hazırlık çalışmaları sırasında, suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçunun tanımlandığı 220. maddenin beşinci fıkrasında şu şekilde bir düzenleme önerisinde bulunduk: ‘Örgüt yöneticileri, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen tüm suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılır’. Aslında bu öneride bulunurken tabiri yerinde ise ‘dokuzu gösterip, sekize razı olma’yı amaçlamıştık. Yani aslında kafamızda düşündüğümüz formülasyon, ‘örgüt yöneticileri örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen tüm suçlardan dolayı ayrıca, fail veya şerik olarak cezalandırıldı.’ şeklinde idi. Önerdiğimiz bu fıkra metni, Komisyon üyesi milletvekilleri ve Komisyon toplantılarına katılan Yargıtay temsilcileri tarafından olduğu gibi kabul görünce, bilahare düşündüğümüz formülasyonu kabul ettirme yönündeki girişimlerimizden sonuç alınamamıştır”[5]. Bu düzenlemenin kusur ilkesine ve özellikle TCK m.220/1’de belirtildiği üzere ceza sorumluluğunun şahsiliği ve kimsenin başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamayacağı ilkesine aykırı olmaması istenmekte ise, yani başka bir ifadeyle en azından faillik sorumluluğu açısından yeni bir objektif sorumluluk türüne yer verilmemek istenmekte ise, suç örgütü yöneticilerinin, suç örgütü faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılması, bu sorumluluğu haklı kılacak maddi kriterlere dayandırılması gerekmektedir. Kanun gerekçesinde bu husus, Alman Hukukçu Roxin tarafından geliştirilen “ikame edilebilirlik” kriteri ile açıklanmıştır. Örgüt yönetici, kendisine suç işlemek gibi örgütün amacına uygun görev verilen kişinin bu görevi yerine getirmediğini gördüğünde, bu kişinin yerine örgüt yapısı içerisinde bir başkasını rahatlıkla ikame edebilir. Bu sebeple yönetici, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen tüm suçlardan dolayı da fail olarak sorumlu tutulmalıdır. İsfen’e göre; suç örgütü üyelerinin tamamen sorumlu olarak gerçekleştirdikleri suçlardan dolayı suç örgütü yöneticilerinin, azmettiren veya yardım eden olarak değil de fail olarak sorumlu tutulmaları, bu kapsamda varlığı zorunlu olan fiil hakimiyetinin tespiti ile ancak mümkündür. Arka plandaki failin, örgüt mekanizması üzerinde kurduğu ve emredilen suçun işleyişini ön planda bulunan failin (suçu bizzat işleyenin) bireyselliğine bağlı olmadan kendiliğinden sağlayan bir hakimiyeti mevcut olmalıdır. Bu hakimiyeti, dolaylı faillik olarak açıklamak mümkündür (TCK m.37/2,1. cümle). İsfen’e göre kanun koyucu, suç örgütü yöneticilerinin ayrıca fail olarak cezalandırılmasını, suç örgütü üyelerinin kolaylıkla ikame edilebilirliği unsuruna, yani verilen suç emrinin, üzerinde hakimiyet kurulan mekanizma yoluyla bir tür otomatik olarak hayata geçirilmesine dayandırmıştır. Ancak İsfen TCK m.220 hükümlerinin, bu doğru tespitin her olayını özelliklerine göre uygulanmasını imkansız kıldığını ifade etmiştir. İsfen’e göre, organizasyon hakimiyetinin, yani suç örgütü üyelerinin kolaylıkla ikame edilebilirliği unsuru her somut olayda ayrıca tespit edilmesi gerektiği halde TCK m.220/5’de, suç örgütü yöneticilerinin ayrıca fail olarak sorumlu tutulduğu olaylarda, somut incelemelere ve istisnalara yer vermeyen kesin bir hüküm getirilerek, suç örgütü faaliyeti çerçevesinde işlenen tüm suçlarla ilgili aksinin ispatı mümkün olmayan bir fiil hakimiyeti karinesi öngörülmüştür. Bunun gerçekdışı olduğu ortadadır. Örneğin, üç kişiden oluşan bir suç örgütünde örgüt üyelerinin, m.220/5’in gerekçesinde yer alan ifadeyle “rahatlıkla” ikame edilebilirliğinin olmayacağı tartışmasızdır. Bu tür bir örgütün faaliyeti çerçevesinde, tehlikeli ve teknik açıdan zor bir operasyon emri alan iki acemi üyeden birisinin beceriksizliğini öne sürerek ve diğerinin de yakalanmaktan korktuğu için örgüt adına suç işlemeyi reddetmesi durumunda yönetici, fiili bizzat işlemekten veya vazgeçen üyeleri ikna etmekten, suç örgütünü genişletmekten ya da planlanan suçu rafa kaldırmaktan başka bir seçeneğe sahip olmayacaktır. İsfen’e göre bu suç örgütü yöneticisi, fiil hakimiyetine sahip değildir. TCK m.220/1 ile 5’in genişliği karşısında, ikame edilebilirliğin pek mümkün olmadığı, bu soyut hükümler karşısında fiil hakimiyetinin birçok durumda sağlanamayacağı, suç örgütü yöneticisine “ikame edilebilirlik” teorisi ile yüklenen TCK m.220/5 sorumluluğu ile azmettirmenin birbirine karışabileceği, m.220/5’in suç yönetici için öngördüğü “faillik” sorumluluğunun soyut ve ağır bir düzenleme olduğu ifade edilmelidir. Bu nedenle, ya örgüt yöneticisinin fail ve fiil üzerinde hakimiyet kurmasının çok zor olduğu, bu nedenle de meseleyi suça iştirakin “azmettirme” müessesesi ile çözmek ve suç örgütü yöneticilerinin sorumluluğunu bireyselleştirip somutlaştırmak ya da AlmanCK m.129/4 ve m.129a/2’de yine mülga Türk Ceza Kanunu m.313/4 ile TCK Hükümet Tasarısı m.296/4 olduğu gibi, suç örgütü yöneticileri hakkında suç örgütü kurma suçu çerçevesinde verilecek cezada artırıma gidilerek, yöneticilerin suç örgütü kurarak ve/veya yöneterek yol açtıkları özel tehlikenin Ceza Hukuku açısından değerlendirilmesi daha isabetli olacaktır. Böylece, suç örgütü kurucu ve yöneticilerini her durumda ve istisnasız bir şekilde fail olarak sorumlu tutmaktan daha makul ve Ceza Hukukuna uygun bir yol izlenebilecektir. İsfen, belki suç örgütlerinde kurucu ve yöneticilerin ağırlıkları, amaç suçların işlenmesine katkıları, suç örgütü vasıtasıyla daha fazla suç işlenmesini önleme gayesi, suç örgütünün kurucu ve yöneticilerinin fail ve fiil üzerindeki hakimiyetlerinden olsa gerek, TCK m.220/5’in altında yatan temel düşüncenin doğru olduğunu ve bu hükmün uygulama alanına girecek birçok suç örgütünde haklı neticeler sağlanacağını savunmuştur. Örneğin, geniş çapta faaliyet gösteren ve ciddi sayıda üyesi bulunan ve bu üyeleri sıkı bir hiyerarşik yapılanma ile organizasyona tabi tutan “devlet içinde devlet” haline gelen mafya, organize suçluluk ve terör örgütleri yöneticileri, suç örgütünün faaliyetleri çerçevesinde işlenmesini emrettikleri suçlardan dolayı ayrıca fail olarak sorumlu tutulmalıdırlar. Bu tür yapılanmalarda, suçu bizzat işleyen kişinin bireyselliği, arka plandaki fail için önem taşımamakta, birkaç üyenin örgütü terk etmesi ve hatta yetkili makamlarla işbirliği yapması, örgütün faaliyetlerinin önüne geçmemektedir. Ancak İsfen’e göre, bu tür yapılanmalar ile yarım düzine sokak çocuğundan ya da buna benzer sayıdaki insanlardan oluşan çeteleri veya iştirakleri birbirine karıştırmamak gerekir. İsfen, TCK m.220/5’İn bu noktada ayırım yapmadığını, her durumda ceza sorumluluğu öngören bir sistem öngördüğünü, sadece bir konumda veya bir yerde bulunmak nedeniyle suç örgütü yöneticilerini sorumlu tutuğunu, ikili sistem izlemeyip, her halde eşitlik sistemini tercih etmek suretiyle örgüt yöneticilerini tüm suçlarda fail konumuna getirdiğini, fail ve fiil hakimiyeti unsurunu gözetmediğini, örgüt yöneticisi ile fiil arasında maddi ve manevi unsurlar yönüyle illiyet bağı kurulmasını aramadığını, m.220/5’de yer alan düzenlemenin katı ve esneksiz olması sebebiyle hatalı olduğunu söylemiştir.

TCK m.220/5’in hatalı olduğu, ceza sorumluluğunun şahsiliği ile kusur ilkelerini ihlal ettiği ve kendisine göre hangi haklı gerekçe gösterilirse gösterilsin ceza sorumluluğunu haddinden fazla ve Ceza Hukuku ilkeleri ile Anayasal ilkelere ters düşmek suretiyle genişlettiği tartışmasızdır. TCK m.220/5 hükmü, Anayasa m.38’e aykırı olması sebebiyle kaldırılmalıdır.

Kanaatimizce, bir suç örgütünün varlığının kabulü halinde, bu örgütün faaliyetleri çerçevesinde örgüt yöneticisinin işlenmesini emrettiği suçlardan dolayı ayrıca fail olarak sorumlu tutulması gerektiği kabul edilmelidir. Suç örgütü yöneticisi ile örgütün amacı çerçevesinde işlenen suç arasında kusur ve fiil yönlerinden bağlantı kurulabilmekte ise, yine suç örgütü yöneticisinin suça konu bu fiilden dolayı ceza sorumluluğu gündeme gelmelidir. Ancak bunun dışında, sırf suç örgütü yöneticisi olmak nedeniyle ceza sorumluluğu doğan bir kişinin yine sırf bu nedenle ve başkaca herhangi bir ilişki kurulmaksızın suç örgütünün amacı kapsamında işlenen tüm suçlardan sorumlu tutulması, tek bir tanımlama “hukuki bir hatadır, Ceza Hukukunun ilke ve esaslarının terkidir, Ceza Hukukunda artık terk edilen “korkuluk sorumluluğu/objektif sorumluluk” anlayışına dönüştür”. Bu hatadan vazgeçilmelidir. Anayasa m.38/7’nin güvencesi altında olan “Ceza sorumluluğu şahsidir.” hükmüne aykırı olan TCK m.220/5, ya kanun koyucu tarafından, ya da Anayasa Mahkemesi tarafından yürürlükten kaldırılmalıdır.

Anayasa m.38/7’de yer alan “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesi ve bu hükmün gerekçesine göre, “… ceza sorumluluğunun ‘şahsi’ olduğu, yani failden gayri kişilerin bir suç sebebiyle cezalandırılamayacağı hükmünü getirmektedir. Bu ilke dahi ceza hukukuna yerleşmiş ve ‘kusura dayanan ceza sorumluluğu’ ilkesine dahil, terki mümkün olmayan bir temel kuraldır”.

TCK m.220/5’de ceza sorumluluğu öngörülen yöneticinin, hangi sıfatla cezalandırıldığı, fail mi, dolaylı fail mi, azmettiren mi yoksa yardım eden mi olarak nitelendirildiği anlaşılamamaktadır. Hakimiyet teorisine göre, yani örgütte var olan hiyerarşik yapının getirdiği bağlılık ve kontrol gereği “faillik” gözükmektedir. Ancak bu faillik, m.37/1’de tanımlanan doğrudan faillik değil, m.37/2’deki dolaylı failliktir. Belirtmeliyiz ki, m.220/5’in kapsam genişliğini m.37 karşılamamaktadır. TCK m.38’de yer alan azmettirme de, yöneticinin sorumluluğunu açıklamaya yeterli olamamaktadır. Çünkü azmettirmede, azmettiren tarafından failin suç işlemeye yönlendirilmesi, yani niyetlendirilmesi ve faile suç işleme kararının aldırılması gerekir. Ancak tüm bunlar, örgütü sevk ve idare eden yöneticinin bilgi ve kontrolünde olmaksızın işlenen suçlardan sorumlu tutulmasını açıklamaya yeterli olmamaktadır.

Kanaatimizce, örgüt yöneticisinin TCK m.220/5’den kaynaklanan sorumluluğunun sıfat olarak karşılığı bulunmamaktadır. Bu sorumluluk, ceza sorumluluğunun şahsiliği/sübjektif sorumluluk ilkesine aykırı, nev’i şahsına münhasır bir sorumluluk türü olup, Ceza Hukuku ile hak ve özgürlükler rejiminde yeri bulunmamaktadır. Kanun koyucu, örgüt liderinin yöneticiliğinden kaynaklanan sorumluluğu ile yöneticilerin sorumluluğu arasında bir fark gözetmemek suretiyle de hatalı davranmıştır.

Sonuç olarak TCK m.220/5 hükmü, faile başkalarının gerçekleştirdiği, talimatında ve hatta bilgisinde dahi bulunmayan bir fiil sebebiyle objektif cezai sorumluluk yüklemektedir. Çağdaş Ceza Hukukunda ve Anayasa Hukukunda objektif cezai sorumluluğun yeri yoktur. Fail, ancak kendi kusurlu fiili sebebiyle cezalandırılabilir. Bunun dışında başvurulacak objektif kusura dayalı bir cezalandırma yöntem ve kuralı, başta adil/dürüst yargılanma ilkesi olmak üzere, Anayasa m.2’de düzenlenen “hukuk devleti” ilkesi ile Anayasa m.10’un güvencesi altındaki “insanların ceza sorumluluğunda eşit olması” kuralının dayanağını oluşturan “eşitlik” ilkesine, kısaca temel hak ve hürriyetlerin özüne, yani Anayasa m.13’e ve özellikle de Anayasa m.38/7 hükmüne aykırı olacaktır.

Kişilere talimatı ve bilgisinde olmayan fiiller çerçevesinde objektif ceza sorumluluğu yükleyen ve bu sebeple başta Anayasa m.38/7’de düzenlenen “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesine, devamında Anayasa m.2’de düzenlenen “hukuk devleti” ilkesi ile Anayasa m.10’un güvencesi altındaki “insanların ceza sorumluluğunda eşit olması” kuralının dayanağını oluşturan “eşitlik” ilkesine kısaca temel hak ve hürriyetlerin özüne, yani Anayasa m.13’e ve özellikle de Anayasa m.38/7 hükmüne aykırı olan ve somut olayda uygulanma ihtimali bulunan TCK m. 220/5 hükmü ile ilgili olarak, Anayasa m.152 ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddesi uyarınca somut norm denetimine tabi tutulmak üzere Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulunulması, hukukun evrensel ilke ve esasları adına isabetli olacaktır. Elbette suç işleyen cezasını çekmelidir. Ancak bu, fiilin Ceza Hukuku nazarında suç olması, yani suçun dört unsuru olan kanuni, maddi, manevi ve hukuka aykırılık unsurlarının somut olayda gerçekleşmesi ile mümkündür. Ceza sorumluluğu şahsi olup, esası kast ve kanun koyucunun açıkça gösterdiği normlarda taksir derecesinde kusurun varlığının tespiti şartı ile fail cezalandırılabilir. Bunun dışına taşan ceza normları ve uygulamalara, Ceza Hukukunda yer verilmemelidir.

 


[1] Sulhi Dönmezer – Sahir Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Genel Kısım, C:1, Yeniden Gözden Geçirilmiş Onbirinci Bası, Beta Basım, İstanbul, 1994, s.37-38.

[2] http://www.anayasa.gov.tr Çevrimiçi Erişim Tarihi: 16.07.2012.

[3]  Osman Yaşar – Hasan Tahsin Gökcan – Mustafa Artuç, Yorumlu – Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, C:1, Adalet Yayınevi, Ankara, 2010, s.386-387.

[4] Bkz. Osman İsfen, “Yeni Türk Ceza Kanunu’nda Organize Hakimiyet Mekanizmalarına Dayalı Dolaylı Faillik Kuramı (TCK Md.220/5)”, Hukuki Perspektifler Dergisi, Sayı 7, İstanbul, 2006, s.53-61.

[5] İzzet Özgenç, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2005, s.509. Ceza Hukukunun ilke ve esasları açısından kabulü mümkün olmayan bu anlayış ve uygulama, bugün maalesef ceza sorumluluğunun şahsiliği ve ceza adaleti ilkelerine aykırı olan TCK m.220/5’in birçok olumsuz sonucunu ortaya çıkmasına neden olmuştur.