Ersan Şen

14 Eylül 2013

Bireysel başvuruya dair ilk tespitler

Normlar hiyerarşisinin tepesinde bulunan, yazılı hukuk sistemi ve düzeninin genel çerçevesini çizen kurallar bütünü Anayasanın değiştirilmesine ilişkin gündem canlılığını korumaya devam ediyor. Çok değil, bundan üç yıl önce, yani 12 Eylül 2010 tarihinde Anayasada köklü bazı değişikliklere gidilmişti. Anayasa sık değiştirilen bir hukuk metni değildir. Anayasa, kişi hak ve hürriyetleri ile yönetim sisteminin genel belirleyicisi olurken, değişmez özelliğe sahip kılınmalıdır. Çok geçmeden, yani birkaç yıl sonra yine Anayasanın köklü ve hatta bütünü ile değişikliği gündemdedir.

Normlar hiyerarşisinin tepesinde bulunan, yazılı hukuk sistemi ve düzeninin genel çerçevesini çizen kurallar bütünü Anayasanın değiştirilmesine ilişkin gündem canlılığını korumaya devam ediyor. Çok değil, bundan üç yıl önce, yani 12 Eylül 2010 tarihinde Anayasada köklü bazı değişikliklere gidilmişti. Anayasa sık değiştirilen bir hukuk metni değildir. Anayasa, kişi hak ve hürriyetleri ile yönetim sisteminin genel belirleyicisi olurken, değişmez özelliğe sahip kılınmalıdır. Çok geçmeden, yani birkaç yıl sonra yine Anayasanın köklü ve hatta bütünü ile değişikliği gündemdedir.

Anayasa değişiklikleri ile tüm sorunların düzeleceğinin zannedilmesi yanlıştır. Neticede önemli olan, toplum ve birey unsurudur. En iyi kanun düzenlense de, esas olan uygulanmasıdır. İyi, dürüst ve eşit uygulama olmadıkça, kurallar anlam ifade etmez.

12 Eylül 2010 Anayasa değişikliği ile Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolu açıldı. Mahkeme, bu değişiklikten hemen sonra değilse bile 23 Eylül 2012 tarihinden sonra kesinleşen kararlar için yapılan bireysel başvuruları kabul etmeye başladı. Bir değerlendirme yapmak için süre henüz çok kısa, ama kişi hak ve hürriyetlerinin korunması amacıyla kabul edilen Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapma hakkı tanınması fırsatının Türkiye Cumhuriyeti tarafından iyi kullanılması gerekir. Aksi halde, deyim yerinde ise soluğu yine İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin kapısında almaya başlarız.

Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda şimdiden düzeltilmesi gereken eksiklik ve hataların olduğunu, "hukuk devleti" ilkesinin korunması adına bunların düzeltilmesinin gerekli olduğunu ifade etmek isteriz.

1. Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yapma hakkı, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'ne yapılan bireysel başvurularda olduğu gibi ücretsiz hale getirilmelidir. Bir Kamu Hukuku yolu olan Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru, bireyin alacak-verecek meselesi gibi, yani Özel Hukuk kapsamında hak arama hürriyeti kullanma yöntemi olarak nitelendirilemez. Bireysel başvurunun masraflarının başvurucudan karşılanması ve Anayasa Mahkemesi'ne gereksiz başvuruların önlenmesi şeklindeki gerekçeler ise, kesinlikle ciddi ve hukuki bir yaklaşım itibarı kazanamaz. Türkiye Cumhuriyeti, topladığı vergilerle her alana yaptığı harcamaların önünde, Kamu Hukuku alanında en azından vatandaşlarına Anayasa Mahkemesi'ne ücretsiz bireysel başvuruda bulunabilme hakkı tanımalıdır. Bu sebeple, 202-TL'lik başvurucu ücretinin kaldırılması isabetli olacaktır.

2. Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru süresinin bir ay süre ile sınırlı tutulması, hem hak arama hürriyetinin layıkı ile kullanımına engel olmakta ve hem de İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yapma süresinin altı ay olduğu bir zeminde, "bireysel başvuru hakkı" müessesesinin insan hak ve hürriyetlerinin etkin şekilde korunması amacıyla kabul edildiği gerçeğine ters düşmektedir. Bu sebeple, Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkını kullanma süresini altı ay veya en az üç ay gibi makul, yani başvuru hakkının gerektiği gibi kullanımını sağlayacak şekilde değiştirilmesi gerekmektedir. Bir aylık başvuru süresi kesinlikle yetersiz ve hakkın özüne uygun kullanımını engellemektedir.

Başvurunun ücretli olması yanlışlığı gibi, başvuru süresinin kısa tutulması da bir an için iş yoğunluğu kaygısı ile benimsenmişse veya fazla başvuru yapılmasının önüne geçmeye yönelik bir tedbir olarak kabul edilmişse, bu tür bir anlayışın hukuk devletinde yerinin olmayacağını ve hak arama hürriyetinin kullanım yöntemlerini "göstermelik" şekle dönüştüreceğini ifade etmek isteriz. Oysa amaç, kişi hak ve hürriyetleri konusunda Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşanan sorunların bu coğrafyada ve iç hukuk tarafından çözüme kavuşturulması, bu şekilde de ulusüstü yargı güçlerinin devreye girmesinin önüne geçmektir. Ülkede insan hak ve hürriyetlerinin kalitesi, özlerinin korunması ve bu korumanın da ancak hukukilik denetiminin güçlendirilmesi suretiyle artırılması mümkün olabilir.

3. Belirtmeliyiz ki, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin birebir kopyası gibi düşünülen, amaç ve fonksiyonu ihtilafların ve davaların esaslarını görmek olmayıp, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve ek protokolleri ile güvence altına alınan insan hak ve hürriyetlerini korumak olan Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkının süresi, bir ay değil, aynen İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nde olduğu gibi altı ay kabul edilmelidir. Aksi halde, iç hukukta İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne eşdeğer güvence getirilmemiş olur.

Başvuru süresi, olağan kanun yolunun tüketilmesi veya ihlalin öğrenilmesinden itibaren başlayacaktır. Buradaki tüketim, olağan kanun yolunun bittiği an değil, bu bitişin başvurucu veya temsilcisi tarafından öğrenilmesi anını ifade etmektedir. Başvurucunun birden fazla temsilcisi varsa, başvuru süresi her bir temsilci için ayrı başlamayacaktır. Başvurucunun temsilcilerinden birisine tefhim veya tebliğ yoluyla kararın bildirilmesi, temsilcinin kararı veya ihlali öğrenmesi anında, başvurucu için bir aylık başvuru süresi başlayacak ve diğer temsilciye yapılacak tebligat veya diğer temsilcinin karar veya ihlali sonradan öğrenmesi, başvuru süresini değiştirmeyecektir. Aksi görüş, başvurucunun başvuru süresinin kararı veya ihlali öğrenen her bir temsilci yönünden ayrı işlemesi şeklinde ileri sürülebilir. Örneğin, temsilcilerden birisi Yargıtay’ın onama kararını tefhimle öğrendiği halde, diğeri sonradan bu onama kararını öğrenmiş veya karar temsilciye tebliğ edilmişse, öğrenme tarihleri her bir temsilci yönünden farklı olduğundan başvuru sürelerinin de ayrı hesaplanması gerekecektir. Bu düşünceye katılmıyoruz. Çünkü esas olan başvurucunun sahip olduğu süredir. Temsilcilerden birisi, kararı veya ihlali öğrenme yetkisine sahip kılınmışsa, başlayacak başvuru süresinin sorumluluğu da başvurucuya ait olacak ve başvurucu, diğer temsilcisinin kararı veya ihlali daha sonra öğrendiğinden bahisle yeni bireysel başvuru hakkına sahip olamayacaktır.

4. Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvurunun kolaylaştırılması gerekir. Başvurunun posta yoluyla yapılması kabul edilmeli ve ikinci olarak da karmaşık başvuru formu doldurma usulünden vazgeçilmeli, yani başvuru basitleştirilmelidir. Çünkü karmaşık başvuru formları ve usulü, hukukçu olan insanları bile zorlamaktadır. Hedef, insan hak ve hürriyetlerinin korunması amacıyla bireyin hak arama hürriyeti kullanma yöntemlerini iyileştirmek olmalıdır.

5. Kanaatimizce, Anayasa Mahkemesi'ne yapılacak bireysel başvuru sonucunda başlayacak yargı faaliyetinin, maddi vakıa inceleyen bir dava, bir temyiz incelemesi veya taraflar arasında oluşan ihtilafın çözümü olmadığı, bunun yerinin "yargı birliği" ilkesi çerçevesinde diğer mahkemeler olduğunu, Anayasa Mahkemesi'nin bu ilkeyi ihlal etmek suretiyle ihtilafın ve davanın esasına giremeyeceğini, sadece insan hak ve hürriyetlerini korumaya yönelik yetki kullanabileceğini, bu kapsamda davanın esasına da girmek suretiyle karara verebileceğini insanlara anlatmak ve öğretmek gerekir. Aksi halde birey, Anayasa Mahkemesi'ne yapacağı bireysel başvuru sırasında da davanın çözümünü ve delillerin değerlendirilmesi sonucuna ulaşılmasını veya "hukukilik denetimi" olarak adlandırılan itiraz veya temyiz incelemesinin yapılmasını isteyebilir. Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yapma hakkının amaç ve fonksiyonları, bu hakkın tanıtımı yapılmak suretiyle insanlara anlatılmalıdır.

6. Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkı, gerek Anayasa m.148/3 ve gerekse Anayasa Mahkemesi'nin kuruluş kanunu olan 6216 sayılı Kanunun 45. maddesinde, ancak iç hukukun olağan kanun yolları tüketildikten sonra kullanılabilir. Bir başka ifadeyle, olağan kanun yolları tüketildikten sonra, bu tüketilmeyi öğrenen bireyin bir aylık başvuru süresi geçtiğinde veya bir olağanüstü kanun yoluna yaptığı başvuru sonrasında, eğer olağan kanun yolundan itibaren bir aylık başvuru süresi geçmişse, bireysel başvuru hakkının kullanımı ortadan kalkmış olacaktır.

Kimisine göre bu düzenleme hatalıdır. Olağan kanun yolları tüketildikten sonra Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı, esas itibariyle İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne doğrudan doğruya başvurulabilmesinin önünü kesebilmek için kabul edilmiştir. Ancak bu şekliyle düzenleme, olağanüstü bir kanun yolu olarak İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne bireysel başvurunun önüne geçemez. Birey, dilerse Anayasa Mahkemesi’ne, dilerse de İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunabilir. Gerek Anayasa ve gerekse 6216 sayılı Kanunda, bu hakkı kısıtlayan hüküm mevcut değildir. Uygulamada ise, 23 Eylül 2012 tarihinden sonra kesinleşen karar veya ihlaller için Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapılabilmesi, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne başvurunun önşartı olarak kabul edilmiştir. Buna gerekçe olarak da, “Kabul edilebilirlik şartları” başlıklı İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 35. maddesinin 1. fıkrası gösterilmektedir. Bu hükme göre, “Mahkemeye ancak, uluslararası hukukun genel olarak kabul edilen ilkeleri uyarınca iç hukuk yollarının tüketilmesinden sonra ve iç hukuktaki kesin karar tarihinden itibaren altı aylık bir süre içinde başvurulabilir”. Anayasa m.90/5’i bu hükümle birlikte değerlendirenler, “önşart” görüşünü savunmaktadırlar. Kanaatimizce, Anayasa m.90/5 kişi hak ve hürriyetleri aleyhine işletilemez. Bir başka deyişle, iç hukukun açıkça düzenleme öngörmediği bir hususta İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne başvurunun önşarta bağlandığı ileri sürülemez.

Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda yer alan “olağan kanun yolu” nedir? Ceza yargılamasında bunun cevabı basittir. Temyiz ve itiraz olağan kanun yolu, Başsavcılık itirazı, kanun yararına bozma ve yargılamanın yenilenmesi olağanüstü kanun yoludur. Olağan kanun yolunun tüketilmesi ile Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı doğar, fakat olağanüstü kanun yolları, sırf kendileri bakımından, yani olağan üstü kanun yollarının usul ve esasları ile sınırlı olacak şekilde ortaya çıkan hukuka aykırılıklar saklı kalmak üzere, asıl karar veya ihlal iddiası yönünden Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının dayanağı olamazlar.

Bu düşüncenin itiraz gördüğü, olağanüstü kanun yollarının da birer iç hukuk yolu olduğu, bu sebeple bireyin hak ve hürriyetlerini koruyucu bir anlayışla hareket edilmesi gerektiği, dar yorumun isabetli olmadığı ve Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının geniş tutulması gerektiği ileri sürülmektedir. Kanaatimizce, bu düşüncede isabet bulunmamaktadır. Anayasa ve 6216 sayılı Kanunun konu ile ilgili hükümleri nettir.

Bu arada belirtmeliyiz ki, Özel Hukuk bakımından karar düzeltme yolu İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nde bir iç hukuk yolu olarak görüldüğünden ve bu yol ceza yargılamasından farklı olarak hukuk yargılamasında düzenlendiğinden, tüketilmesi gereken olağan kanun yolu olarak kabul edilmelidir.

7. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının kabul edilmesi, doğal olarak İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne başvuru sayısı sınırlayacak ve hatta bir hayli azaltacaktır. Sırf bu neden kamu otoritesini sevindirmemelidir. Çünkü İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne başvuru sayısındaki azalma, aynı sayıda başvurunun Anayasa Mahkemesi’ne yönlenmesinden kaynaklanmaktadır. Bu sebeple, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne başvuru sayısının azalmasının geçici olduğunu söylemeliyiz. İnsan hak ve hürriyetlerine yönelik ihlallerin sayısı, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvurunun kabul edilmesi ile birlikte, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ile Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvuruların toplamı olarak hesaplanmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin insan hak ve hürriyetleri karnesi bu sayı dikkate alınmak suretiyle tespit edilmelidir.

An itibariyle Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvuruların tamamına yakınının reddedildiğini görmekteyiz. Bu yol, zamanla kendisini kanıtlayamaz, etkin iç hukuk yoluna dönüşemez ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne başvurunun önünü kapatan bir yola dönüştüğü izlenimini verirse, muhtemelen İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi bu etkin olmayan iç hukuk yolunu görmezden gelir ve kendisine doğrudan doğruya yapılan başvuruları kabul etmeye başlar.

Yazarın son sözü: Bu arada, herkes kendi açısından konuştu, görüş ve sübjektif anlayışına göre 2020 Olimpiyatını Ülke olarak alamayışımızın değişik sebepleri ortaya koyuldu. Kanaatimce sebep, din, siyaset ve bölgesel karışıklık değildi. Ülke olarak iki şansımız vardı; Olimpiyat için ayrılan yüksek bütçe ve diğeri de Tokyo’nun daha önce Olimpiyat oyunlarına ev sahipliği yapmış olması idi. Ancak üç ciddi eksiğimiz de vardı. İlki, deprem riskine karşı güvenlik, diğeri ulaşım ve bir diğeri de son zamanlarda yaşanılan doping sorunu idi. Bu sorunlar gözardı edilemezdi. Duygusal ve sübjektif düşünmeyip, İstanbul ve Tokyo’yu, deprem güvenliği, ulaşım ağı ve doping iddiaları bakımından karşılaştırdığınızda gerçekle baş başa kalırsınız. Bu gerçek bizi mutlu etmese de güneş balçıkla sıvanmaz.

“Ben, sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim.” Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi…