Eren Topçu

24 Nisan 2015

Türkiye bir sanat ve bilim insanını kaybetti; Uğurlar olsun Sıtkı M. Erinç.

Kırmadan düzeltirdi, gülle gibi ağır analiz silsileleri sükunet içinde çıkardı ağzından, aşağılamaz, utandırmazdı ama anlattıklarında herkes kendini bulur, kendini bilirdi

Hayattayken yeterince bilinmeden yitti,

Görünmezce; tin gibi.

Özüne ermiş bir sanatçı gitti, adı üzerinde Sıtkı Erinç.

Sıtkı Erinç bir fikir, bilim ve sanat insanıydı.

Ardında pek çok kitap bıraktı, farklı üniversitelerde yıllarca verdiği Estetik, Sanat Felsefesi, Sanat Psikolojisi, Çağdaş Sanat Yorumu ve Kültür Tarihi dersleriyle çok insanın yaşamına dokundu, sanat ve kültür alanında sayısız makale yazdı.

1997 yılında, sanata yaptığı kuramsal katkılar nedeniyle Premio Internazionale "Foyes Des Artistes" ödülüne değer görüldü.

Yine de, şanslı öğrencileri ve bu ülkenin tastamam sanat insanları dışında popüler sanat dünyasında tanınan, programlarda yer alan bir şöhret olmadı, o bir öğretmendi;

Sükunet içinde dinlenmesi gereken…

Kırmadan düzeltirdi, gülle gibi ağır analiz silsileleri sükunet içinde çıkardı ağzından, aşağılamaz, utandırmazdı ama anlattıklarında herkes kendini bulur, kendini bilirdi.

Haberini alınca, Pamukkale Üniversitesi 2010 Akademik Yıl Açılışı’ndan bir konuşma kesitini dinledim yıllar sonra:

 

“…bu dönemin, yani aydınlanma çağı’nın en büyük düşünürlerinden biri olan doğa tarihçisi Charles Darwin’in bir sözünü size aynen okumak istiyorum, bu şu sıralar çok popüler olan bir söz. Diyor ki;

 

‘Bilim ve sanat bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar, uçamayanlar ise tavuk olur. Tavuklar, tavuklaşmış toplumlar, önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkalarındaki yumurtalarının alındığının bile farkına varmazlar.’

C. Darwin

 

Sanatla bilimin nasıl bir paralellik içinde bir devleti etkilediğini göstermesi bakımından kanımca okuduğum en çarpıcı pasajdır.

O halde eğer bir toplum ya da bir insan güçlü olabilmek istiyorsa hem sanatta hem de bilimde çağını yakalayabilmelidir.

Eğer ikisinden biri geri kalırsa en azından ona çağdaş denmez, çağcıl denmez.

Toplum için kalkınmak, birey için de, hem kendini kanıtlamak hem de aydın olabilmek, bu iki dominantın yani sanat ve başarının birlikte yaşanabilmesi, özümsenebilmesi ve davranışa dönüştürülebilmesiyle mümkündür.

Yoksa hıhı, ay çok güzel, ben biliyorum, bilim önemli yahutta sant gibisi yok demekle değil. Somutlaştıramadıkça biz kendimizi gerçekleştiremeyiz,devlet olarak da, birey olarak da, toplum olarak da…

Bilimle sanatın en çarpıcı örneği, en sıradan bir insan için bile, inşallah hepimizin bir gün dinleme şansı olur; Wagner Operalarıdır.

Wagner Operaları... ben… büyük… kendimi hep, hep şanslı hissederim, burada olmak bile bir şans benim için biliyorsunuz; Almanya’da üç sene evvel izlediğim zaman, günlerce uyuyamadım. Teknolojiyle sanat, teknolojiyle opera öyle bir biraraya getirilerek Wagner’in Pandora’sı sergileniyordu ki, bittiği an bütün seyirciler ayakta alkışladılar ve dakikalarca alkışladılar.

İşte, bu sanatın, bir yönünün, insanoğlunun öbür yönünü nasıl allak bullak ettiğini göstermesi bakımından önemlidir.

Keza, mesela Mozart’ın Requiem’i

Hepimiz ölü arkasından ne duyacağımızı, yahut da El-Fatiha diyeceğimizi çok iyi biliriz. Ama El-Fatiha’nın ne ifade ettiğini, eğer requiem dinlerseniz daha iyi kavrayacaksınız, ondan sonra da geçmişteki bütün ölülerimize belki de daha saygılı olacaksınız. Bu ne demek? Bu insana olan sevgidir, insana olan tutkularımızdır, yoksa üç gün anamızın, babamızın mezarına gidip de ondan sonra torunumuz bile babaannesinin dedesinin mezarını bilmezse, bu toplumdan pek hayır gelmez.

Eğer bir kimse, sadece örnek diye veriyorum, bunları yüzlerce yapmak mümkün; mesela Charles Dickens’ın yahut da Victor Hugo’nun romanlarını okumamışsa, sosyal yapı kuramlarını kavrayamaz.

Eğer sosyal yapı kuramlarını kavrayamıyorsa, sosyal bilim yasalarını öğrenemez, eğer sosyal bilim yasalarını öğrenemezse, kentte olur ama kentli olamaz, bir kentte nasıl yaşanır, onu bilemez.

Ya da, bir Bilge Karasu okumadıkça, ki içimizden biri rahmetli… Bir Bilge Karasu okumadıkça -kişilik nedir, kişilikteki iç çatışmalarımız nedir, bunları nasıl düzenleriz, nasıl kendimizi kanıtlarız- bunları öğrenemez.

Yani, kişiliğini kanıtlayacak bir duruma gelirse, sosyalleşemez.

O zaman ne olur? Teknolojinin aracını kullanırsın, mesela cep telefonu…

Cep telefonunu kullanırsın, ama, her saniye her yerde kullanırsın; bilmece çözersin, fotoğraf çekersin ama teknolojinin amacı o değil.

O zaman bir tarafımız eksik kalıyor, çünkü o cep telefonunun yaratacağı etki, sanatsal etkinin önüne geçmiş oluyor.

Biraz kızım sana söyledim gelinim sen anladır bu telefon, çünkü talebelerimde en illet olduğum şey; derste bile cep telefonları ellerinde.

Çok teşekkür ederim dinlediğiniz için, sağolun”

 

***

 

Sıtkı Erinç’le Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde Çizgi Film üzerine yüksek lisans yaparken tanıştım. Öğretmenim ve tez danışmanım oldu.

Dersleri de böyleydi rahmetlinin; sesinin sessiz zihninizle yaptığı bir söyleşi havasında, hayatı dinler gibi felsefe, kuram, tarih ve hayat bilgisi öğrenirdiniz. Kimi sever, kimi sevmezdi.

Dersini ‘çok zor’ diye herkes seçmezdi.

Seçmeyenlerin seçtikleriyse bana zor gelirdi; Sıtkı Erinç bazen çölde bir vaha, ıssız derinliklerde bir nefes gibiydi. Çok değerli insandı.

Ufkumun taslağını en çok o çizdi sanki.

Sayesinde, kavramları bütünleyen bir görüşle seyir etmeyi öğrendim.

Bu insanın, sınırsızca bilgili, korkusuzca sağlam, bilgece mütevazi, ağırkanlılık zeka ve sevecenlikle nüktedan, derya gibi dingin, ettiği her kelimenin gerisinden sesinin ötesine kadar hakkını vererek insan oluşuna hayran oldum.

İoanna Kuçuradi ve Bilge Karasu'yla onun sınıfında tanıştım… Hepimizden ‘Etik’, ‘Göçmüş Kediler Bahçesi’ ve ‘Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı’nı okumamızı istemişti. Çok sevdiği erken göçmüş yoldaşı, arkadaşıydı Bilge Karasu.

Karasu’nun ardından görünmeden göçtü, o bahçeye,

Mehmet Sıtkı Erinç; değerli öğretmenim, sağ olmak yetmez, ‘başımız sizlere ersin’ demek daha makbul olur ardınızdan.

Hayatta olan daha pek çok kıymetli insan var henüz temas etmediğimiz, elbette. ‘Üzülmeyecek kadar erken tanışmalı’ diyecek oluyorum, ama böyle insan olmanın güzel yanı bu galiba; tanışılacak vesile; eserler, hep daim ve ölümsüz, ne güzel…

Sevgili öğretmenimi huzur dileklerim ve şükranla anıyorum, yakınlarına sabır diliyorum.

Sevenleri ya da orada olmak isteyenler için Sıtkı M. Erinç’I bugün öğle namazının ardından Üsküdar Şakirin Camii’nden sonsuzluğa uğurlayacağız.

Gelemeyenler belki Mozart’ın Requiem’i eşliğinde bize katılmak isterler.

Peki, Sıtkı Mehmet Erinç’i nasıl bilirlerdi?

Bunu da kendinden kattığı insanlardan, öğrencilerinden sorun:

https://eksisozluk.com/sitki-mehmet-erinc--1659600

https://www.facebook.com/pages/Sıtkı-M-Erinç/28310139480?fref=ts

https://tr.instela.com/sitki-m-erinc--1529980