2007 filan olsa gerek; Facebook’a yeni alışma, benimseme, insanların birbirlerine manasızca sanal içkiler ısmarladığı, uyduruk hayvan, sepet emojileri fırlattığı, birbirini dürttüğü zamanlar. Herkesin çeşitli quiz ve oyunlarla görünme/gösterme yarışına girdiği yıllar…
Zaten birbiriyle tanışan insanların “en çok neremi seviyorsun”, “beş kelimeyle beni tarif et” gibi zırvalıklarla vakit geçirdiği o dönemler geçti gitti ama insanların başka hayatlara karşı ilgi ve merakı, başka hayatlar üzerinden kendilerini var etme çabası bitmedi. Hele ki ünlüler mertebesinde.
Ünlüler tarafında görünenle görünmeyen, sanılanla bilinen, gerçekle sanal olan, sosyal medyanın yükselişiyle birlikte iyice kafa karıştırıcı ve hileli bir hal aldı. Ve ünlü dediğimiz canlı türü hiçbir zaman tek başına çıkmıyor karşımıza. Onu karşınıza almaya kalkıştığınızda, hayranlarını da karşınızda buluyorsunuz. Çünkü hayranlık tam zamanlı mesai işi. Futbol fanatiklerine nasıl holigan diyorsak, bir pop yıldızını ölçüsüzce sevmenin, sevmeyenleri yakıp yıkmanın bir ismi, hatta bir rengi ve kokusu olmalı bence...
Pop yıldızlarına bizim temsilcimiz olarak bakıyoruz. Michael Jackson ve o ölçekteki benzerlerinin hayatı temsilci hayatı ve de zorlu olduğu kadar, üzerinde hak sahibi olduğumuz büyük “imkanlar” barındıran sır dolu bir hayat aynı zamanda.
Pop kültür tüketicisi olarak olup biten her şeye hakim olmak ve o hayatları şekillendirmek istiyoruz. Buna gücümüz olduğundan zerre kuşkumuz yok. Biz olmazsak onlar da olmaz diye düşünüyoruz. Ve birini bağrımıza bastığımızda da, ona zarar verecek bir partikülü bile yoketmeye muktediriz. İsterse ismi çamura bulaşsın; çamur, hayranı olduğumuz sanatçının varlığını daha güçlü kılıyor; onu en sahici ve çıplak şekliyle ortaya çıkardığı için neredeyse minnet duyuyoruz.
Michael Jackson’a çarpık hayranlık
Hiçbir pop yıldızının özeli hiçbir zaman kendi özeli olamayacağı için ve yaşamı umumun, üzerinde atıp tutacağı bir alan olduğu için, Michael Jackson da hayranları tarafından, onların vekili olarak tahta oturtulmuş biri… Vekil hayatı yaşamanın artıları ve eksileriyle.
Ocak ayında Sundance Film Festivali’nde prömiyerini yapan “Leaving Neverland” belgeseliyle ilgili Michael Jackson hayranlarının çıkardığı gürültü tam da o çarpık ve tehlikeli hayranlık ilişkisini gözler önüne seriyor.
On yıl önce 50 yaşında ölen Michael Jackson öyle bir figür ki yıllar önce hakkında çocuk istismarı davaları açılmış, bebeğini balkondan aşağı sarkıtıp dünyayı ayağa kaldırmış olsa bile hayranlarının kalbinde sarsılmaz bir yere sahip. Şiddet dolu bir çocukluk geçirdiği için yetişkinler dünyasında varolmayı değil, kazık kadar bir adam olmasına rağmen, çocukları yanına topladığı “Neverland” ütopyasını kurmuş, orada da psikopatik ve pedofilik dünyasını örmüş biri.
Oysa dışarıdan bakıldığında “ne kadar büyüleyici”, “ne kadar özenilesi” bir hayattı onunkisi!.. Öyle düşündü herkes, öyle düşünmeyi seçti bazıları. Birileri bunu yuttu, birileri ise hep arkasını deşti.
Michael’ın karanlık yüzü gün ışığında!
Hiçbir şey göründüğü gibi değildi. Bugün Michael Jackson tarafından tecavüze uğradığını, yıllarca onun tarafından nasıl istismar edildiğini anlatan iki yetişkin adamın belgeselde söylediklerinin düzmece olmadığını anlamak için medyum olmaya gerek yok. Neden Michael Jackson ölmeden önce değil de şimdi konuştuklarının da bir önemi yok. Çünkü yaralıları gözlerinden, titreyen seslerinden tanırsınız.
Ortaya konan iddialar, onca tanıklıklar, gözü dönmüş servet avcısı mirasçıları tarafından örtbas edilmeye çalışılsa ve MJ’nin star imajını sarsmayacağı zannedilse de, hal öyle değil artık.
Hatırlarsanız, 1993’te bir baba çıkıp, reşit olmayan oğlunu MJ’nin istismar ettiğini söylemişti. Konu mahkemeye taşınmadan milyon dolarların döndüğü anlaşmalarla meselenin üstü örtülmüş, soruşturma geri çekilmişti.
Neverland’in mağdurları yetişkin olunca
2005’te yeni suçlamalarle yeni bir sürece girildi. Jackson, Peter Pan fantezisiyle ilgili atıp tutup, çocuk “misafirlerin” dolup taştığı “Neverland” çiftliğinden bahsediyordu. O zamanlar küçük bir oğlan çocuğunun ailesi, Jackson’ın çocuklarına zorla alkol vererek itaatkarlaştırdığını ve cinsel istismarda bulunduğunu ileri sürmüştü. Açılan davada, gündemdeki belgeselde itirafta bulunan Wade Robson ve James Safechuck, popçunun tanıkları olarak mahkemeye çıkartılmış, iddiaları çürüten ifadeleriyle Jackson’ın beraat etmesine yardımcı olmuşlardı.
Yaşları bugün 40 ve 36 olan bu iki yetişkin adam, Jackson’ın ölümünden bu yana huzur bulamadıkları gibi, o zaman hapis tehdidiyle korkutularak söyledikleri her şeyi söz konusu belgeselde yalanlıyorlar. Özellikle Robson, Jackson tarafından rehin alındığını ve yıllarca cinsel istismara maruz kaldığını anlatıyor.
İngiliz filmci Dan Reed’in yönettiği dört saat süren iki bölümlük belgeselde, Wade Robson ve James Safechuck yıllarca süren işkenceden bahsediyorlar. “Leaving Neverland”in ilk bölümü geçtiğimiz hafta ABD’de televizyonda yayınlandıktan hemen sonra, ikinci bölümü online olarak yayınladı. İkinci bölüme kadar öpüşmeler, dokunmalar, oral seks ve mastürbasyonlardan bahsedilirken, ikinci bölümde o zamanlar 10 yaşında olan James Safechuck, Jackson’ın evlilik vaadiyle verdiği pırlanta alyanstan söz ediyor. Safechuck titreyen eliyle, artık hiçbir parmağına giremeyecek olan çocuk yüzüğünü kameraya tutuyor.
Yalan ifadeler Jackson’ı kurtardı
Kurbanlardan Wade Robson’un bu arada Britney Spears, N'Sync grubu ve Varieté Cirque du Soleil’in koreograflarından olduğunu, Safechuck’ın ise bir teknoloji grubunda inovasyondan sorumlu yönetici olarak çalıştığını öğreniyoruz.
İkisi de, "Leaving Neverland" belgeselinde, gözle görülür bir gerginlik içinde Jackson’ın onları nasıl sömürdüğünü, baskı altında tutup tehdit ettiğini anlatıyorlar.
“Çok uzun süre yalan söyledim” diyor Robson. Ve 2005’te verdiği yalan ifadenin Jackson’ı kurtardığından bahsediyor. “Artık en açık şekliyle bağırarak gerçeği söylemek istiyorum” diyor.
Film, Neverland fantezisini tek yönlü anlatıyor ve arkasında duruyor. Ve Jackson’ın varislerini de kızdırıyor. Aile üyeleri HBO’nun çatı kuruluşu Time Warner’a 100 milyon dolarlık tazminat davası açtılar bile.
Michael Jackson müziğini çıkartmaya hazır mıyız?
"Leaving Neverland", "Surviving R.Kelly", "The Jinx” gibi belgesel filmler artık sadece belgelemiyor aynı zamanda suçluyor ve cadılaştırıyor da. Gösterdikleri, hararetli tartışmaları fitilliyor ve ciddi sonuçlar doğuruyor.
New York Times, Guardian ve BBC gibi uluslararası medya şu soruları soruyor:
Kültürel hafızamızdan Kevin Spacey’in Ridley Scott filminden çıkartılması gibi, BBC’nin programından Jackson’ın müziğini çıkartmaya hazır mıyız? Kurbanlara inanırsak, o zaman sanatı ne yapmalıyız?
Sahi ne yapmalıyız? Jackson davası ya da Kelly davası, Woody Allen, Roman Polanski, Morrissey, Kevin Spacey, David Foster Wallace, Ryan Adams… Bütün bu defolu ve zararlı adamları ne yapmalıyız? Bir karar vermeliyiz çünkü. Onların eserlerini yaptıklarından ayırmayacaksak, hangi huzurla kitaplarını okuyabiliriz, plaklarını dinleyebiliriz ya da filmlerini izleyebiliriz? Bana kalırsa, aralarında yaşamıyla ürettiklerini benimseyip yüceltebileceğimiz daha fazla kadının ve rengin olduğu yeni idoller yaratalım ve dünyayı iyi bir yer yapma güdümüze tutunalım…
(İsterlerse MJ hayranları beni linç etsinler, hiçbir zaman da hayranı olmadım, üzgünüm!)