Şu cümleler Çin üstüne belli başlı dillerde yayınlanan popüler bir turist el kitabından:
"…Çinliler batılılaşmayı desteklerler. Çünkü bu süreçler yüzyıllar süren ağır yoksulluğu ortadan kaldırmaktadır……. Büklümlü dar sokaklardaki avlulu eski evler çok güzeldir ve geleneği temsil ederler ama yeni ve çok yüksek apartmanlar sayesinde daha önce sadece imparatorların yararlanabildiği sürekli akar ve temiz su ve merkezi ısıtma sistemi gibi modern konforlar herkese ulaşır……. Onlar, ailelerinin maddi ihtiyaçlarının imparatorların ipek sabahlıklarından, Budistlerin yıkılmaya yüz tutmuş tapınaklarından ve hatta hava kirliliğinden bile önce geldiğini söyleyecek kadar açıksözlüdürler…"
Şu cümleler de Yang-Tze Irmağı üstünde kurulan "Üç Boğaz Barajı"nın suları altında kalan köyleri daha yukarılara taşınıp yeniden kurulan ve kendisi ırmakta turist gezdiren otel-gemilerde çevirmen-rehberlik yapan genç Zu- Shi adlı (Biz ona kestirmeden Suzi dedik) genç kadına ait:
- … Annem, babam çiftçi. Şu yukarıdaki köyde yaşıyorlar. Mandalina ve mısır yetiştiriyorlar. 91 yaşındaki büyükannem de onlarla birlikte. Eski köy sular altında kaldı. Saz damlı kerpiç evler yok. Onları suyun altına gömdük.Köy şurada, yukarıda yeniden kuruldu ve evimizde her zaman akar su var artık. Ayrıca kışın ısıtma sistemi var. Annem de, babam da, büyükannem de artık üşümüyorlar…
Üç gün boyunca Çin'in en önemli ırmağı ve ulaşım kanalı olarak kabul edilen Yang-Tze üstündeydik. Irmak üstünde neredeyse 1400 kilometre yol aldık. Sağlı sollu yüzlerce yerleşim gördük. Kentler, kasabalar, köyler… Son durak ChongQing (Çonking diye okuyuverin gitsin). Bir kent azmanı. Dünyanın en kalabalık kenti: 33 milyon…
Yani Çin'in konut politikası üstüne bir genelleme yapmak için yeterli gözlem yaptık sayılır. Köy ya da kasaba ya da kent ya da kent azmanı, farketmiyor; Çin'de yüksek, çok yüksek beton silolar dikerek konut sorununa çözüm aranıyor. En azından İstanbullu okurlar için örnekleyeyim: Beylikdüzü, Altınşehir, Başakşehir, Ataşehir'i gözünüzün önüne getirin. Çoğu zevksiz, hemen hepsi bir örnek, beton kulelerden oluşan yerleşimler. Öyle geleneksel Çin mimarisi filan aramayın. Nasılsa ayakta kalmış ya da korunmuş eski Çin konutları bugün artık sadece turistik müze-binalar.
Bu iyi mi, kötü mü?
Dahası o beton kulelerin arasında çoğu kez ilaç için bile yeşil alan ayrılmamış; ayrılan yerlerde ise güneş göremeyen toprakta yeşil büyümemiş. Ortak mekanlar yok. Komşuluk kurulmamış; eski komşuluklar ise kurumuş…
Sonuç: Kafam karıştı.
Yazının girişinde aktardığım iki alıntı Çinlilerin bu durumdan hoşnut olduklarını gösteriyor.
Acaba benim ve birlikte olduğum yol arkadaşlarımın çoğunluğunun itirazları bir "aydın züppeliği" mi?
Bilemiyorum.
Ama en azından YangTze boyunca uzanan köylerde kerpiç duvarlı, çoğu saz damlı kulübelerin, kentlerde birkaç katlı , ortak mutfak ve tuvaletli her yanı dökülen beton kırması binaların yerini alan çok katlımodern binalar Çin'in kırsalına da, kentine de damgasını vurmuş.
Şu "Engin Çelebi Seyahatnamesi"nin bugüne kadar çıkanlarının tümünde konut sorununun,binaların başköşeyi alması da bundan olsa gerek. Çin üstüne kafam(ız)da çizdiklerim(iz)le gerçek arasındaki keskin fark yazılara da yansıdı…
* * *
Artık ırmak üstünde, otel-gemideki günler bitti. Birazdan Çin'in en eski başkentlerinden Xi-An'a (Şian okunuyor) uçacağız. Şu pişmiş kilden yapılmış 6 bin askerin kentine…
Siz yazıyı okuyadurun, ben de uçağı kaçırmayayım…