Bilgi Üniversitesi’ndeki “porno skandalı”, geçtiğimiz Cuma gününden beri medyanın gündeminde.
Artık neredeyse herkesin bildiği gibi, bir yılı aşkın bir süre önce, BÜ Görsel İletişim Tasarımı Fotoğraf ve Video Bölümü'nde okuyan Deniz Özgün, bitirme tezi olarak “farklı bir porno film” çekmeye karar veriyor.
Tempo Dergisi’ndeki söyleşide, bu filmi çekmekteki amacının, akademik özgürlüğün sınırlarını test etmek olduğunu söylüyor.
Öte yandan, söyleşiyi yaparkenki amacı, anlaşılan pek belli değil.
Zira “okula zarar vermeden yapılabilir mi” dediği projenin üzerinden 1 koca yıl geçmiş. Üstüne, porno projesiyle geçer not alamayınca, bu kez başka bir bitirme tezi sunarak mezun olmuş.
Tüm bu süreçte de, Bilgi Üniversitesi’ndeki yönetim değişikliğinin akademik kadroya yansıması ve okulun yabancı ortaklık yapısı dahilindeki yeniden yapılanması perde arkasında konuşulmaya başlamış.
Tempo’daki söyleşinin ardından, ortalık birbirine girdi.
Bilgi Üniversitesi’nin yeni yönetimi, en acil, (ismi geçen hocalarının konuya ilişkin görüşlerini bile alamayacak denli acil) şekilde, olaya müdahale etti.
Olayın YÖK boyutundan, veli tepkilerinden, kamuya açık alanlarda porno film çekmenin yasadışı oluşundan, belki biraz da kendi gölgelerinden korktular.
Görsel İletişim Tasarımı Bölümü binası, güvenlik görevlileri eşliğinde boşaltılarak tüm odaların kilitleri değiştirildi.
Bitirme projesinde sorumluluğu bulunan, Bölüm Başkanı İhsan Derman ile Ahmet A. Akın ve Ali Pekşen’in işine son verildiği duyuruldu.
Okul yönetimi, hala konuyla hiçbir ilgisi ve bilgisi yokmuş; tüm bunlar birkaç sorumsuz hoca ve ipe sapa gelmez öğrencinin işiymiş şeklindeki duruşunu sürdürüyor.
Şimdi, kadını metalaştıran; cinselliği sevginin ve duygunun derin boyutlarından tümüyle soyutlayan; apayrı bir ticari ve cinsel sömürü kültürü olan pornografiyi mi, akademik özgürlüklerin sınırlarını ya da bu sınırların pornografiyle ölçülüp ölçülmeyeceğini mi tartışalım, bilemiyoruz.
Bilgi Üniversitesi, ilk Ermeni Konferansı’nı düzenleyebilmiş, Kürt sorununu akılcı sempozyumlarda tartışmaya açabilmiş, son derece parlak bir akademik kadroyu bünyesinde toplayabilmiş bir kurum.
Türkiye’nin ilk bağımsız vakıf üniversitesi olarak, kuruluşundan beri, özgür duruşu, tartışmalı konuları ele alışıyla son derece düzgün bir üniversite grafiği çiziyor.
Böylesi bir kurum, fevri görünen tepkiler ve korkularla; belki planlı bir temizlik harekatıyla da beslenerek, böyle bir krizi çok daha başarıyla yönetebilecekken, uzun soluklu başarılı ve özgürlükçü grafiğini düşürüyor.
***
Öte yanda, Deniz’in söyleşisi yayınlanır yayınlanmaz, “ortalığın sıkıcı 1 Ocak yazılarıyla dolu olduğu durağan ortamda bir bomba patlatmayı kendisine görev edinen” acar gazeteci Cüneyt Özdemir, konuya (Şok Şok Şok!) el atıyor.
Üst üste kaleme aldığı yazılarda, pornografiye ilişkin muhteşem tespitlerde bulunuyor.
Örneğin, kendisine göre Alman porno filmleri, “bugün Almanca konuşan çirkin insanların bile, bir kuşağın zihninde oluşturduğu erotik çağrışımın müsebbibi” oluyor.
Özdemir, konunun altını yeterince çizmemiş olduğunu düşünüyor olacak ki, hükümlerine ertesi gün de devam ediyor.
Öyle ki, “Ah gözünü sevdiği özel üniversiteler’den” biri olan Bilgi Üniversitesi kurucusu Oğuz Özerden’in 900’lü hatlardan elde ettiği -tü kaka- parayla kurulmasından dolayı, orada porno skandalı olmasını doğal bulduğunu bildiriyor.
Niye ki?
Sermaye 900’lü hatlardan elde edildiyse, lunaparka, kumarhaneye, batakhaneye mi yatırılmalı?
Bilgi yoluna adanmış bir sermayeye, üstelik (tanımam etmem, uzaktan, takdirle izlerim) Oğuz Özerden gibi, yaratıcı fikirlerle dopdolu, ilk yaşayan müze Santralistanbul’u da İstanbul’a kazandırmış, başarılı bir genç girişimcinin çabalarına, acilen bu şekilde çamur atmak, doğru bir çıkarsama mıdır?
Her türlü cinselliğini gizli saklı yaşamaya yazgılı bir toplumda, 900’lü hatların iş yapacağını öngörüp, sonradan bu hatları başka büyük şirketlere satmış, elde edilen parayı bağımsız bir vakıf üniversitesi kurmaya yatırmış bir yaklaşım var.
Böylesi yaklaşımlara,”kirlidir, başına gelenler mübahtır”, yaftasını yapıştırmak; bunları kaleme alan yazarlar, ya da hemen galeyana gelen okurlar açısından, doğru bir suçlama mıdır?
***
Görünen o ki, bu konuda da tartışacak çooook şeyimiz var.
Bir ucu sınırsız ve teşhirci özgürlüğe, öte ucu baskıcı ve sansürcü zihniyete dayanan bir değnek duruyor ortada.
Her konuyu, illa ki siyah ya da beyaz, yumuşak grinin tonlarından habersiz, “diğer taraf”ın yaklaşımına ilgisiz bir şekilde, bağrışıp dövüşerek ele alıyoruz.
Her şey bir yana, bütünsel olarak bir kavramı; açıklık ve çıplaklık yönüyle bir fenomen olarak pornografiyi tartışmak, cinselliğe, ötesinde hayata ve olaylara tutucu bakışımızı seyreltmek açısından, belki de hayırlara vesile olur.