Eliza Doolittle

25 Aralık 2010

Noel Baba’dan Önce...

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, mesafeler uzak iken, inançlar sağlam iken...


Bir varmış, bir yokmuş...
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, mesafeler uzak iken, inançlar sağlam iken, çok soğuk bir kuzey ülkesinde, yaşlı bir adam yaşarmış. 
Çok sevdiği eşiyle birlikte, buz gibi soğuk havaya inat sıcacık klübelerinde, ateşin karşısında söyleşerek, buzullar içinde tuttukları balıkları keyifle yiyerek yaşayıp giderlermiş. 
Birlikte yaşlanabilme şansına erişmiş bir çift olmaktan gururlu, birlikte geçirdikleri uzun yıllara minnettar, yaşlı olmalarına rağmen sağlık sorunları olmadığı için şükran dolu olsalar da; bazen konuşup paylaştıkları, bazen kendi içlerine sustukları bir özlemleri varmış. 
Uzun yıllar, sıcak yuvalarını mutluluk topu gibi şenlendirecek, onları yorup, olgunlaştırıp, dinlendirip, gönendirecek bir evlat dilemişler ama, olmamış. Çaresiz, başbaşa bir hayata sığdırmışlar yaşanmışlıkları. 
Gençliklerinde çok gezip dolaşmış, çok eğlenmiş, çok sevişmişler. Birbirlerini doyasıya yaşamışlar. Yaşlılıklarında da, etraftaki tek tük komşuların çocuklarını sevip onlarla vakit geçirmişler. Masallar, kurabiyeler ve oyunlarla, çocukların en yaşlı ama en eğlenceli arkadaşları olmayı başarmışlar. Özlemlerini bir nebze dinlendirip, böyle yaşamaya alışmışlar. 
Bir gün yaşlı adam, buzulların kenarına oturmuş, oltasını sallandırmış balık tutar, bir yandan da şarkılar mırıldanırken, soğukta çok zor tuttuğu balıklardan biri dile gelmiş: “Benim çok küçük yavrularım var. Onları korumam için beni suya geri bırakır mısın?”. Anne balığın çağrısına karşı koyamamış adam. Onu tekrar suya bırakmış. 
Böylece büyüklü küçüklü tüm balıklar bağırış çığırış dile gelmişler; “Benim oyunum yarım kaldı”, “Ben okul yolundaydım”, “Ocakta yemeğim var!”. Ortalık böyle çığlık kıyamet inlerken, bir yandan dayanamayıp hepsini suya bırakıyor, bir yandan onların koparttığı veyvelaya gülüyor, bir yandan da akşam ne yiyeceklerini düşünüyormuş adam. Boşveeer, demiş kendi kendine; tatlı karım bir şeyler uydurur nasılsa. 
Almış kovasıyla oltasını, eli boş, yüreği dolu, tam yerinden kalkarken, karların arasında açmış kardelenlerle çiğdemler içinde bir hareketlenme olmuş. Minicik bir peri kızı başını uzatıp seslenmiş: “Hey yaşlı adam, iyi kalpli, tatlı adam! Biraz konuşalım mı?” 
“Konuşalım tabii” demiş bizimki, “..ama burası çok soğuk. Gel evde ateşin başında konuşalım. İçeride bir tek eşim var, onunla da kırk yıl sevişmişim, gizli saklım olacak değil ya?!”
Birlikte eve girmişler. Tonton amcayla şaşkın karısıi ateşin karşısında otururken, pericik etrafta kanat çırparak süzülmekte, bir yandan hararetle anlatmaktaymış.
“Sizi uzun zamandır izliyorum. Yıllardır, çok isteyip de çocuğunuz olmamasına karşın ışığınızı, sevginizi yitirmeden, birbirinizle ahenk ve huzur içinde yaşıyor, bu soğuk iklimde balıklara bile merhamet ediyor, etraftaki çocukları ne de güzel büyütüyorsunuz.
Minik göründüğüme bakmayın, aslında ben de oldukça yaşlıyım. Çok diyarlar gezdim, çok takvimler eskittim.
Dünyayı çocuklar kadar aydınlatan, içindeki çocuğun enerjisini koruyabilmiş ender yetişkinler kadar ileri taşıyan bir şey olamaz. 
Oysa bu güzel dünya geliştikçe, yenilikler çoğaldıkça, duygular eksiliyor. 
İnsanlar mucizelere, biz peri ve meleklere, Tanrıya, masallara ve hayallere inançlarını gittikçe kaybediyorlar. 
Sanki hayaller gerçekleştirildikçe yerine yenileri konamaz gibi. Sanki insanlar büyüdükçe oyunları ve mucizeleri umursamak imkansızmış gibi. Sanki iyiliğe, yardımlara, güzelliklere inanmak, kurallara aykırıymış gibi...Buna dayanamıyorum!
Sizinle bir anlaşma yapacağım. Siz bu mutlu enerjinizi ve duyarlı saflığınızı korumaya söz vereceksiniz. Ben de size sonsuz bir yaşam, unutulmazlık, çocuk kahkahaları armağan edeceğim. 
Size yardımcı olması için sihirli bir kızak, sadık yardımcılarınız olması için ren geyikleri, çocuk rengi-şeker rengi-ateş rengi kırmızı kıyafetler vereceğim. Hem bembeyaz saçlarınızla tombul yüzünüze de pek yaraşacak!”
Yaşlı adam ve gülyüzlü tonton karısı mutluluk ve hevesle başlarını sallar, bu muhteşem sorumluluğu üstlenebilecek gücü içlerinde gürül gürül hissederken, peri su gibi sesiyle devam etmiş.
“...Her sene, yorgun eski takvim yerini zıpçıktı tazeye bırakırken dünyayı dolaşacaksınız.
Gittikçe yayılacak efsanenizi yüzyıllarca taşıyıp büyütecek, varlığınıza saflıkla inanan çocuklara, sizi vefayla özleyen büyüklere armağanlar vereceksiniz. 
Karşılığında onlardan da, iyi yürekli, çalışkan, mutlu, neşeli, hayırsever, uslu, faydalı bireyler olmalarını isteyeceksiniz. 
Sizin için şöminelerine kurabiyeler, süt, şekerleme ve mektuplar bırakacaklar. Yorulmadan, gezdikçe çoğalarak, verdikçe artarak, mutlulukla dolaşacaksınız. 
Elbette uzun yıllar içinde dünya da değişmeye devam edecek. Bilgi ve iletişim olanaklarının müthiş bir hızla gelişeceği, oysa duygu iletişimine ayrılacak vaktin, meşgul insanlarca kısıtlanacağı yüzyıllar gelecek. 
Doğanın, savaşmayı bitiremeyen insanlığa kızgınlığını afetler, hastalıklar, fırtınalarla üfleyeceği zamanlar olacak. 
O zaman bile, birlikte yarattığımız bu rengarenk, pırıl pırıl yılbaşı masalı, dünyanın en dokunulmamış, en aydınlık inanışlarından biri olmayı, en umutlu başlangıçları çağrıştırmayı sürdürecek. Her şey ümitli ve harika olacak! 
Ne dersiniz, anlaştık mı?!”