Eliza Doolittle

10 Aralık 2011

Kışbakışı

Mevsim döndü. Kar, buz, fırtına ve upuzun geceleriyle, teselli armağanı...


Mevsim döndü. Kar, buz, fırtına ve upuzun geceleriyle, teselli armağanı olarak da salep, kestane, kartopu ve nergisleriyle, kış geliyor. 
Evrense kendi mevsimsel döngüsünde, yine bildiğini okuyor. Ruhun tekâmülüne çağırır gibi bazen, herkesi kendi kışlarıyla sınıyor. 
İnsanın güneye kanat çırpan bir kırlangıç gibi uzaklaşıp, hayatla arasındaki kuşbakışı mesafeyi koruyası geliyor. Oysa kaçış çözüm değil. Yaşarken unutulayazan hayat, her şeye rağmen sabırla anımsanmayı bekliyor.
Geçtiğimiz haftalarda bazı sağlık sorunları yaşadım. Ekilip de tutmayan fidanlara, sulanıp da açmayan goncalara bir kez daha ağladım. Ardından, dirayetimi sıkı sıkı tutayım derken, bir baktım, kışbakışı mesafelere gitmişim. Ruhun fırtınasında yolu şaşırıp, gündeliğe dair merakımı ve yazmak için sözcüklerimi yitirmişim. 
(Birkaç haftalık yokluğum bunlardandı diyerek, sevgili okurlardan özür dilerim.)

Ben uzaklardayken yepyeni diyarlar keşfetmişler, onu bile bilmemişim. Dünya Kepler 22-b ile çalkalanırken, ben Asteroid B612’de eski dostum Küçük Prens’le kahve içmekteymişim. 
Bilmem kaç bölümünü izlemeyip de, yeniden rast gelince hiçbir şey değişmediğini anladığımız televizyon dizileri misali, ülkemde hiçbir şey değişmemiş. Şiddet şiddeti beslemeye, akıl terörü esip gürlemeye devam etmiş. 
Sözcüklerini kaybeden sadece ben olmamışım. Söz unutulmuş, silahlar her gün yeniden doğmuş. Etrafa savaş çığlıkları, akıllara seza açıklama(ma)larla anlatılan tutukluluklar, şirazesi kaçmış operasyonlar iyice egemen olmuş. 
Bir bakanımız kamyonu, Leonardo da vinci sürmüş. İnsanlar hayata inat, ağlanacak hallere, bazen de komik olmayan şakalara gülmüş. 
Ne gün günden daha da beceriksizleşir gibi görünen muhalefet, ne yurdun gidişatını başbakanın mistik sağlık sorununa dayarcasına susmayan kötücül komplo senaryoları, ne de o kaleden bu kaleye paslanan bir top gibi gidip gelen Şike Yasası… Hiçbirine anlam verilmez olmuş. 
Tüm dünyadaki ekonomik, politik, sosyal, açık ve gizli gündemlerle toptan akıllara seza gidişat olağanlaşmış da sanki iyice, insanlık toplu kanıksamalara gark olmuş. 
Heyhat! Yaşarken unutulayazan ey güzel hayat; ıtırlı bir çocuk gülümsemesinde, karla kaplı iki damın arasından inatla süzülen bir güneş huzmesinde, kıvamı koyu, sohbeti dolu bir sabah kahvesinde gel, kendini ve umudu hatırlat. 
Yaşarken kaçayazan ey güzel gönül; sen elinden geleni yaptıysan eğer, gerisini artık boşver. Ne demiş Şems, “olduğu kadar, olmadığı kader…”
Umutlu cumartesiler!