“Açık rüyalar” (“lucid dreams”), kişinin uyku sırasında rüya gördüğünün farkında olduğu, çok daha net hatırlanan rüyalardır.
Bir kere rüyada olduğunuzu fark ettiğiniz an, aklınıza gelebilecek her türlü imkânsız şeyi yapabilirsiniz! Uçabilir, düşmanlardan dehşetli tekniklerle kurtulabilir, kendi çocukluğunuzla sohbet edip, kaybettiklerinizle vuslatlar yaşayabilirsiniz.
Açık rüyalar, bilişsel terapi teknikleri olarak, korkularla yüzleşmede, problem çözmede ve salt keyif amaçlı olarak kullanılmakta ve oldukça ilgi görmekte...
Benzer şekilde, “rüya kuluçkası” olarak isimlendirilebilecek (“dream incubation”) teknik de, herhangi bir sorunu çözmeye, ya da kişinin yaratıcı yönünü geliştirmeye yönelik olarak, uykudan önce kendini bir konuyla ilgili koşullaması, böylece rüyasında bu konuyu görmeyi sağlayarak, konuyla ilgili yaratıcı çözümler geliştirebilmesi için kullanılan bir teknik.
Geçen hafta New York Times’da yayınlanan, uyku bozuklukları ve kâbuslarla ilgili bir makalede, rüya unsurlarına, daha sonra hasta uyanıkken müdahale ederek, adeta geriye dönük bir prova süreciyle, olumsuz rüyaların olumlandırılabileceğinden söz ediliyordu.
Hatta bu noktada bilim insanlarının ve akademisyenlerin görüşünün çatışmalı olduğu, Jung takipçileri başta olmak üzere bazı terapistlerin, rüyaların bilinçaltıyla ilgili sinyaller vermekteki gücünü, böyle bir müdahale süreciyle azaltmamak gerektiğini savunuyor olduğu da satır arasındaydı.
Bu makalenin hemen üzerine, sinema salonlarında fırtınalar koparan Başlangıç (Inception) filmini de izleyince, iyice allak bullak oldum.
Christopher Nolan’ın, bazılarınca “zor, anlaşılmaz, fazla karmaşık”, çok büyük bir çoğunluk tarafındansa “başyapıt, destan, sinematografi şaheseri” olarak tanımlandığı filmi, tam da rüyalar yoluyla zihinlere fikir enjekte edilmesi ve açık rüyalar üzerine, katman katman ilerleyen, görsel olarak oldukça etkileyici bir film.
Filmin başkarakterleri “rüya mühendisleri”. Konuysa insanı henüz izlemeden cezbediyor.
“Dom Cobb (DiCaprio) çok yetenekli bir hırsızdır. Uzmanlık alanı, zihnin en savunmasız olduğu rüya görme anında, bilinçaltının derinliklerindeki değerli sırları çalmaktır. Cobb’un bu ender mahareti, onu kurumsal casusluğun tehlikeli yeni dünyasında aranan bir oyuncu yapmıştır. Ancak, aynı zamanda bu durum onu uluslararası bir kaçak yapmış ve sevdiği herşeye malolmuştur.
Cobb’a içinde bulunduğu durumdan kurtulmasını sağlayacak bir fırsat sunulur. Ona hayatını geri verebilecek son bir iş; tabii eğer imkânsız “başlangıç”ı tamamlayabilirse. Mükemmel soygun yerine, Cobb ve takımındaki profesyoneller bu sefer tam tersini yapmak zorundadır; görevleri bir fikri çalmak değil onu yerleştirmektir. Eğer başarırlarsa, mükemmel suç bu olacaktır.”
Film, kısaca özetlendiği aksiyon formatının oldukça ötesinde, felsefik düzlemlere de uzak-yakın göz kırpıyor. “Rüyanın içinde rüyanın içinde rüya” şeklinde katmanlanan döngüde, gerçeklik algısını bütünüyle kaybetme riski, filmde başarıyla işlenmenin ötesinde, gerçek dünyada da, açık rüya tutkunları ve astral yolculuk meraklıları için gizemini koruyor.
***
Yurttaysa, önceden defalarca yazılmış, ince ince dokunup senaryolaştırılmış ve kitlelerce oynanmış bir filmin, yeniden gösterimi var.
Filmin bir önceki gösterimini izlemeye yaşım yetmedi, ancak okudum, dinledim ve bıraktığı derin izleri, herkes gibi yaşadım; ki geçen haftaki yazısında, bu yabancılık ve “hissizlik” kuşağına bildik süreci ne güzel anlatıyordu Aydın Engin...
Şimdi, darbe sürecinin can acıtan izlerine gözyaşı döküp, bir yandan her türlü müdahaleyi aslında daha da meşrulaştıracak onaylar istenen bir referandum için gün sayılırken, bir önceki seferden daha daha karanlık, daha daha derin, daha daha baskıcı yerlere gitmekten kaygılıyım...
Öyle kurgulanmış görünen, öyle abesle iştigal, öyle sinir bozan ve acaip bir sürecin içindeyiz ki, insan ister istemez parçaları birleştiriyor. Sanki toplumcak bir kabus görüyoruz da, henüz bunun bir rüya olduğunu fark etmedik yalnızca...Etsek, hem kabusların uzadıkça korkuttuğunun, hem de kendi gücümüzün ayırdına varacağız...!