Bir varmış, bir yokmuş...Uzak ülkelerin birinde, bir kadınla bir adam, sevgi dolu evlerinde tıngır mıngır yaşarmış.
Masalların, adamla kadının birlikteliğiyle başladığı pek görülmez; masallar “ve sonra hep mutlu yaşadılar” diye bitiverirmiş ama, sonrası da varmış anlatılmayan...
Belki de bundandır, masal ülkesi gerçeklerine bulanan çocuklar, ejderhaları hep birlikteliklerin öncesinde; çetin yolları, zehirli elmaları, nice güçlükleri hep masalın başında sanırlarmış.
Oysa gerçekler ülkesinde masalın özü, yaşandıkça anlaşılırmış.
Şatolar, 2 odalı evler ile enflasyona paralel artan kiralara; balkabağı şekilli atlı arabalar, tramvaylara; gökyüzüne uzanan fasülye ağaçları, mor erguvanlara; altın yumurtlayan tavuklar, camı kirleten güvercinlere dönüştüğünde; masal bir anda gerçeğe bulandığında da, peri tozunu koruyabilmekteymiş asıl marifet...!
***
Ne şanslıyım ki, içimde koruduğum çocuk yönümü de, onun tam yanıbaşında duran, olgun, sağlam ve zaman zaman cilveli kadınlığım kadar sevebilen can eşim Higgins, geçen gün bir sürprizi olduğunu söyledi.
Yoğun ve yorgun bir iş gününün sonunda, telaş ve heyecanla ofisten çıkıp onunla buluştum; neresi olduğunu söylemediği bir yöne giden tramvaylardan birine atladık. Az gittik, uz gittik, derken indiğimiz durakta, karşımıza Amsterdam’ın orta yerine kurulmuş, dev bir sirk çadırı çıktı!
İsmi Roncalli Circus’muş, Alman sirki olup turnedeymiş, geçen yıl tüm dünya sirkleri arasında birinci seçilmiş meğer...
Kimseleri kolay kolay beğenmeyen, sağlam gazete New York Times, onlar için “Dünyanın en güzel Sirki!” diye yazmış.
Çocukken Türkiye’de izlediğim ve beni her defasında çok üzmüş olan, kimbilir nasıl da can yakıcı eğitimlerden geçmiş hayvancıkların gösterilerine dayanan sirkler gibi korkunç olmayan, daha çok insanların gösterilerine dayanan bir sirkti.
Üstelik, Amerika’da öğrenciyken Las Vegas’da denk geldiğim ve çok güzel olsa da beni biraz sıkan, sadece trapezcilerin ve cambazların koreografilerine dayanan ve sirk saflığı taşımayan Cirque du Soleil gösterileri gibi kısıtlı da değil, insanları çok da güldüren bir sirkti.
Kısacası hayatımda izlediğim en keyifli gösterilerden biriydi! Atlıkarıncalar, dönme dolaplar, ışıklı lunapark gazinoları gibi sirk de, adeta, hayatın birbirinden çok farklı parçalarının özetiydi...
***
Bir düşünün; toplarla nasıl da rahatça oynayan jonglörler, ip cambazları, hüzünlerini maskeleyen, bazen komik, bazen ürkünç palyaçolar, bize gerçekleri sorgulatan illüzyonistler, anlatmaz mı inceden, kariyeri, aşkı, yaşamı?
Anlatmaz mı, bir eğlenceli – bir engebeli yüzüyle, tüm zorlukları ve başarılarıyla yaşamdan yaşam çıkartmayı?
Atlıkarınca, seçimlerinize, olanaklarınıza, size gelen sıraya göre belirlenebilecek boyut ve çeşitlilikteki atları-arabaları, renkleri, aslında uzuuun yollar kateder gibi görünüp, sonunda başlangıç noktasına geri dönmesi ile hayatı andırmaz mı sizce de?
Hisseli Harikalar Kumpanyası perdelerini açar, bazen neşe, bazen dert saçar...
Böyle düşününce de yolculuk boyunca; ne geri dönüp en başa, ne de başınızı uzatıp en sona, ama mutlaka yolculuk anının gereğine bakmak; olabildiğince çok tadını çıkartmak; o anın hakkını vermek en güzel tarifi midir “yaşama ustalığı”nın acaba?
Ne dersiniz?