Eliza Doolittle

02 Aralık 2010

Bilgiler Ayrı Sızıyor, İnsanlık Ayrı Sızlıyor

Wikileaks sızıntıları ile yatıp kalktığımız bu yoğun gündemde, beni bu konuda okuduğum tüm bilgi ve...

Wikileaks sızıntıları ile yatıp kalktığımız bu yoğun gündemde, beni bu konuda okuduğum tüm bilgi ve analiz yazılarından daha fazla çarpan iki farklı söyleşi okudum. 
Okuduktan sonra düşünürken uyuyakalmışım. 
Hayırlara vesile; rüyamda, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’yla bir rahatlık, bir samimiyet içinde telefonda konuşuyordum.  Washington’dan “En Önemli 100 Küresel Entellektüel” Ödülü’nü geçtiğimiz gün alan, “Mr. Zero Problems” (Sıfır Sorun Bey) diye anıldığını pek keyifle gazetecilere anlatan bakandan, kabinedeki bazı çalışma arkadaşlarına da “el verip”, biraz akıl fikir aşılaması ricasında bulunuyordum.  
 “Aman Eliza nasıl olur, hem bilmiyor musun ben çok tehlikeliyim, bak büyükelçiler belgelerde bile yazmışlar” filan diyordu. 
Tam o sırada saatin alarmı çaldı, uyanıverdim. 
Şimdi bana her rüyada bir gerçeklik payı olabilir; bilinçaltı kavramını yaşamımıza sokan Freud’un ruhu şad olsun falan diyeceksiniz belki ama durun, önce hayali ricamın olası nedenlerini anlatmalıyım. 

***

Selin Ongun’un T24’de HIV pozitifli Arda Can ile yaptığı söyleşiyi okudunuz mu? 
Ben okudum. Halime, sağlığıma, şansıma binlerce kez şükrettim. Dişçisine ve sevgilisine AIDS olduğunu söyleyemeyen Arda Can’a kızdım. Öte yandan, en yakını olması gereken kız kardeşinin bile verdiği o duyarsız, bilinçsiz tepkiyi okuyunca da bu kez, onunla derin bir empati kurdum. İçlendim, çok içlendim.
Ardından, Radikal’de, AIDS hastası bir cezaevi mahkûmuyla yapılan, tüyler ürperten söyleşiyi okudum. Bu defa sırf kendi halime değil, içtenlikle, en azından ilaçlara, dostlarının anlayışına ve evinin koruyucu sıcaklığına sığınabilmiş olan Arda Can’ın haline bile şükrettim. 
AIDS, vücut salgısı yoluyla, cinsel birleşme, ameliyat, kan aldırma, hatta bir kanama/enfeksiyon durumunda manikür ile geçebilecek; dokunma ya da solunum ile bulaşma olasılığı olmayan HIV pozitif virüsü ile başlayan sürecin son evresi. 
Tanı konduktan sonra, bilinçli ilaç tedavisi ve düzenli testlerin yanı sıra, bağışıklık sistemini çökertme etkisine karşı yapılan güçlendirici çalışmalar ile kontrol altında tutularak, uzun süre, ilerlemesi önlenebilen bir virüs. AIDS, uzun yıllar sanıldığı, ve tüm dünyadaki örümcek kafalarca “Allah’ın günahkarlara cezası” şeklinde, korkunç bir biçimde yakıştırıldığı gibi bir hastalık değil.
Tedaviler arasında suçlama, yalnızlaştırma ve önyargı yer almıyor. Buna karşın, dünyadaki milyonlarca AIDS vakası, hastalığın kendisi kadar, yarattığı tepkilerle de savaşmak zorunda kalıyor. 
Birleşmiş Milletler’in AIDS organizasyonu UNAIDS’in Türkiye 2010 raporunu okudum. Sağlık Bakanlığı’ndan alınan verilere göre, Türkiye’deki 2009 sonu itibariyle toplam 3898 HIV/AIDS vakasının %50’den fazlası Istanbul, Ankara, İzmir ve Mersin’de görülürken, %57’si ise heteroseksüel cinsel birleşme yoluyla oluşmuş. 
Raporda, bilinçlendirme çalışmalarını da yürüttüğü belirtilen Aile Sağlığı ve Planlama Vakfı’nın da bağlı bulunduğu Kadın ve Aileden Sorumlu Bakanlık görevini yürüten Selma Aliye Kavaf, incilerine yeni inciler eklemeyi, kanımızı beynimize sıçratan, ayrımcı, bilinçsiz, yakışıksız, “eşcinsellik hastalıktır, tedavi edilmelidir” benzeri açıklamalar yapmayı sürdürüyor. 
Avrasya Platformu 1. Aile Konferansı’nda, Türkiye’nin pek övündüğü “Kutsal Aile” kavramının altı bir kez daha çizilirken, dini nikah serbestisi, çekirdek ailelerin genişletilmesine destek, kürtajı önleme gibi çağdışı öneriler tartışılıyor. Bu akıllara seza yaklaşım içinde, tabii ki, nüfus planlaması ve doğum kontrolünden söz etmek bir yana,  aksine çok sayıda çocuğa destek veriliyor.  
Aliye Kavaf’ın açılışını yaptığı konferans sonrasında yayımlanan bildirgede, eşcinsellik, ensest gibi vahşi bir insanlık suçuyla aynı kefeye konarak, “iki hastalığa karşı da tedbir alınması” isteniyor. 
Okurken, işte artık bu noktada, bende hatlar cızırdamaya başlıyor.  

***

Twitter profilinde alacağı ödülü duyururken, yanına kendisinden pek beklenmedik bir şekilde minicik bir gülen surat işareti koyması beni şaşırtıp, gülümsetmiş olduğundan mıdır; Neo-Osmanlı düşünceleriyle Amerikalı büyükelçilere “bö!” diyip çok korkutmuş olmasına kıkırdadığımdan mıdır nedir; normalde pek de hazzetmediğim Ahmet Davutoğlu’nu, ehven-i şer algılayıp, kanka vaziyetinde rica minnet telefonları açıyor olmam rüyama giriverdi anlaşılan.  
Neme lazım, birileri bir yolunu bulup bu saçma rüyalara girer de sızdırıp anlatıverir diye korktum, bari kendim anlatıp zevahiri kurtarayım dedim!