Doğan Akın

26 Mart 2010

TAYYİP ERDOĞAN, BİZ VE SAĞIR KEMANCI!

Haftada bir yayımlanan Marko Paşa, logosunun üzerinde yer alan “Toplatılmadığı zamanlarda çıkar” notuyla okuruna ulaşır...

“Marko Paşa” 1940'lı yılların efsane, bir o kadar da çileli dergisidir. Tek parti iktidarının ağır baskısı altında mizahla muhalefet yapmanın bedelini fazlasıyla ödemiş, defalarca kapatılmıştır.
Haftada bir yayımlanan Marko Paşa, logosunun üzerinde yer alan “Toplatılmadığı zamanlarda çıkar” notuyla okuruna ulaşır. Zira sık sık toplatılır ve kapatılır. Kapatıldıktan sonra “Hür Marko Paşa”, bir daha kapatılınca “Malum Paşa”, yine kapatılınca “Yedi Sekiz Paşa” gibi isimlerle mücadelesini sürdürür.
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın “tek parti faşizmi” diye andığı o dönemin Marko Paşa'sının dördüncü sayısından bir hikâye aktarmak istiyoruz. Marko Paşa'nın künyesinde “Sahibi ve yazı işlerini fiilen idare eden” olarak Rıfat Ilgaz, “Müessis ve sekreteri” olarak Aziz Nesin yer alıyor.
Tarih 19 Kasım 1948. Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan “Milli Şef” İsmet İnönü'nün kulaklarının ağır işittiği  biliniyor. İnönü, malum, ilerlemiş yaşına rağmen keman çalmaya merak salıyor. Ve Marko Paşa'da “SAĞIR KEMANCI” başlıklı bir hikâye yayımlanıyor.
Tek parti döneminde bile neler yapılabildiğini gösteren bu hikâye belki bize ilham verir... Demokratik anayasa tartışması yapılırken bile tahammül sorunu yaşayanlara, tahammülsüzlerden korkanlara, birbirini dinlemeye ve anlamaya ihtiyacı olanlara, hülasa hepimize... Buyrun efendim...

SAĞIR KEMANCI

Hayat kırkından sonra başlar derler.. O, altmışından sonra kemana başladı. Her ne kadar etrafındakiler, “bu yaştan sonra azanı teneşir paklar” dedilerse de, bunu ancak içlerinden söyledikleri için duymadı. Zaten kendi sesinden başkasını da duyamazdı.
“Mademki Beethoven sağır, mademki ben de sağırım; mademki Beethoven müzisyen, o halde benim de müzisyen olmam lazım” diyordu.
Bu kuvvetli mantık karşısında akan sular durdu ve duran sular da akmağa başladı.
Derhal bir keman ve keman hocası bulundu. Hoca ile şöyle konuşmağa başladılar:
- Günaydın
- Derhal!..
- Anlayamadım, affedersiniz.
- Tabii şüphesiz.
Keman hocası içinden “sağır işitmez uydurur” dedi. Sesini biraz daha yükselterek,
- Evvela notalardan başlayalım efendim, dedi.
- Yoo rica ederim.
Keman hocası daha hızlı bağırdı,
- Notaaaa...
İhtiyar keman talebesi tebessüm ederek,
- Çok naziksiniz, diye cevap verdi.

Hoca, not defterini çıkarıp porte çizgilerini gösterdi.
- Bu çizgilere porte derler, diye tekrar bağırdı.
- Ne zamandan beri?
- Porte porte olalı beri.
Bu şekilde keman hocası ancak üç defa derse gelebildi.
Dördüncü derse gelmediği için, arandı ise de hocanın memleketten bir diyarı meçhule firar etmiş olduğu anlaşıldı.
İkinci bir hoca bulundu. Yeniden derse başladılar, ancak dört gün devam edilebildi. Beşinci gün keman hocasının anlaşılmayan bir sebeple intihar etmiş olduğu öğrenildi.
İhtiyar çocuk ille keman öğreneceğim diyetutturduğu için bir keman hocası daha bulundu. Dördüncü derste yeni gelen hoca da “do, do, do” diye bağırırken kalp sektesinden öldü.
Derhal bulunan beşinci keman hocası, şimdi akıl hastanesinde avazı çıktığı kadar “do, re, mi, fa..” diye feryat etmektedir.
Nihayet yeni ve çok ehil bir hoca daha getirildi. Bu çok kurnaz bir adamdı. Daha ilk derste kemanı altmışlık talebesinin eline verdi çal diye işaret etti. Ve ihtiyar talebe, bir bayram çocuğu sevinci ile çalmağa başladı. Kemanın telleri üzerinde yay müthiş, canhıraş bir ses çıkarmağa çıkarmağa başlamıştı. Kurnaz keman hocası, daha evvelden kulaklarına pamuk takıldığı için, bu gürültü seslere aldırış ettiği yoktu.
Tramvayların hava frenlerine benzeyen, paslı çark gıcırtıları gibi sesler çıkardıkça, kurnaz hoca eliyle “çok güzel, fevkalâde” gibilerinden işaretler yapıyordu. Hoca kâğıda şöyle yazdı:
- Bu şimdi çaldığınız parçayı ne zaman öğrendiniz?
- Hangi parçayı?
Tekrar kâğıda yazdı,
- Bu çaldığınız parça, Schubert'in Sivri Sinek saz operasının üvertürüdür.
İhtiyar talebe, ağzı kulaklarına vararak “hayatımda ilk defa kemanı elime aldım” diye cevap verdi. Ve hoca ile talebe biri yazılı, biri sözlü şekilde şöylece konuşmağa devam ettiler:
- İnanılacak şey değil.
- Vallahi billahi ilk defa kemanı elime alıyorum.
- Fakat bir mucize. Lütfen bir daha çalın.
İnsana fenalıklar getirengıcırtılar tekrar başladı. Hoca “Aman Allahım, kulaklarıma inanamıyorum” diye kâğıda yazdı, siz ne yapıyorsunuz, bu parça Lizts'in “Aman Allah” operasından bir aryadır.
Yetmişlik talebe çocuk gibi seviniyor, ellerini çırpıyor.
- Ben zaten biliyordum, bende müthiş kabiliyet olduğunu biliyordum, diye zıp zıp zıplıyordu. Koca bebek, keman yayını teller üzerinde cızırdattıkça hoca,
- İşte bu Mozart'ın Dominör konçertosu.
- İşte şimdi çaldığınız Chopen'in matem marşı...
- Şimdi Beethoven'in bin dokuz yüz yirmi yedinci senfonisi.
- Bu bir harika, Bach'ın Cemajör sonatı. Diye kâğıda yazıyor, sevincinden bir deli gibi kemanın tellerine vurup duran altmışlık talebesini büsbütün zıvanadan çıkarıyordu. Dersten sonra keman hocası talebesine,
- Sizde ezelî ve ebedî bir müzik kabiliyeti var. Sizin gibi bir müzisyen dünya yüzüne ne geldi, ne gelecek. Sizden ders almama müsaadenizi rica ederim, diye bir kâğıda yazdı.
Sağır keman talebesi son aşkla yaya sarıldı. Kurnaz hoca “bu çaldığınız Dede efendinin sağ minör bayatî makamdan taksimi” diye yazdı.
Dört gün sonra sağır kemancının konser vermesine karar verildi. Bütün hazırlıklar yapıldı. Bir büyük salon tutuldu. Gazetelere sağır kemancının fevkalâde kabiliyetini öven makaleler yazıldı. Konser günü, salon zengin ve şerefli davetlilerle dolmuştu. Dinleyicilere bir program dağıtıldı:

- Program -
1-
Hacı ağanın kaminör el peşrevi.
2- Sağır kemancının kakafonisi.
3- Çaykovskinin saz semaisi.
4- Dede efendinin zemajör hicazkâr taksimi.
5- Staviskinin (!) bitmemiş senfonisi.
Sağır kemancı sahneye çıkınca müthiş bir alkış koptu. Bir reveranstan sonra, kemanı kutusundan çıkardı. Gıgısına dayadı ve yayı çekmeğe başladı. Fakat sesi çıkmıyordu. Dinleyicilere acıyan hocası, daha evvel kemanın tellerini çıkarmıştı. Sağır kemancının bundan haberi yoktu. Kulağı duymadığı için, ses çıkıp çıkmadığının farkında değil, ha babam yayı çekip duruyordu. Konser bittikten sonra dinleyiciler onun yüzüne, o dinleyicilerin yüzüne şaşkın şaşkın baktı. Alkışlamadıklarına göre, konserin daha bitmemiş olduğunu zannediyorlar diye bir reverans daha yaptı ve
- Sayın dinleyiciler dedi, şimdi dinlediğiniz bu konserim ve bendeki müzik kabiliyeti Allah vergisidir, dâdı haktır. Henüz nota bilmiyorum. Bir de nota öğrenirsem, o zaman size kendi bestelerimi de dinleteceğim.
Müthiş bir alkıştan salon inledi ve sağır kemancının sessiz senfonisi böylece bitmedi.