“Hükümetin bu (Ergenekon-Balyoz) tutuklamalara açıktan destek verdiği de görülüyor. Bu ülkenin bir bakanı, tahliye kararı üzerine 'Maalesef çetelerin nöbetçi hâkimleri oluyormuş' açıklamasını yapıyorsa, bunun üzerine başka bir şey söylemeye gerek yok.”
Bu sözler, “Balyoz darbe planı” haberleriyle ilgili olarak ikinci kez tutuklanmasına karar verilen eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan'ın Harvard Ünivertiseti'nde öğretim üyeliği yapan kızı Pınar Doğan'a ait.
Medya duymak ve duyurmak istediğini vermekle yetindiği için Pınar Doğan'ın Selin Ongun'a T24 için verdiği söyleşi sırasında hatırlattığı bu skandal, ne yazık ki tartışılmadı. Birçok gazete ve televizyonun gerekçesinin “söz konusu olan Balyoz-Ergenekon sanıklarıysa gerisi teferruattır” anlayışı olduğunu tahmin ediyoruz. Medyanın kalan bölümünün de hükümettin şerrinden çekinerek bu sözleri alttan aldığını söylemek yanlış olmayacak.
Bir hükümet üyesi böyle konuşabilir mi?
Oysa Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün, 4 Nisan Pazar günü AKP Bursa İl Başkanlığı'nın düzenlediği toplantıda, Oktay Kuban'ın nöbetçi hâkim olarak Balyoz sanıkları için tahliye kararı vermesinin hemen sonrasına rastlayan konuşmasında bakın neler söylemişti:
“Görüyoruz ki çeteler, sadece çete değilmiş, sadece çete ve avukatından oluşmuyormuş. Meğersem çetenin medyası, rektörü varmış. Maalesef çetenin nöbetçi hâkimi, savcısı oluyor...”
Ergün kimsenin adını anmadı. Ancak, inançlı insanların bağışlarını büyük bir yolsuzluğun kaynağı yapmakla suçlanan Deniz Feneri derneğini soruşturan isimleri kastetmediğinden emin olabilirsiniz...
Bir hükümet üyesinin; kararı ne olursa olsun devam etmekte olan bir soruşturma için hâkimler ve savcılar, kim olursa olsun şüpheliler hakkında böyle konuşabilmesi, demokratik gelenekleri ve kamuoyu tepkisi Türkiye gibi kuvvetli olmayan ülkelerde mümkün olabiliyor ne yazık ki.
Başbakan inandığını söyleyemiyormuş
Bu sözleri, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın ABD'ye giderken yüksek yargı temsilcilerini eleştirirken kullandığı ifadeleri hatırlayarak da değerlendirebilirsiniz. Başbakan, Anayasa değişikliği paketini eleştiren yüksek yargı mensuplarına tepki gösterirken ne demişti:
“Mikrofon uzatılınca 'inandığımızı söylüyoruz' diyorlar. Olur mu öyle şey, yasalar ne kadarına müsaade ediyorsa o kadarını söyleyeceksin. Biz inandığımızı söyleyemiyoruz. Ben de sınırsız konuşamıyorum. Konuşursam yüksek yargı devreye giriyor. Hatta üst yargıya bile gerek kalmıyor bazen.”
Nihat Ergün'ün yukarıdaki çıkışını, Başbakan'ın bu sözleri ışığında nereye koyabiliriz?
İlhan Selçuk kararı 'cesaret' de gerektiriyordu
Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi ve Yayın Kurulu Başkanı İlhan Selçuk (ve çok sayıda sanığın) davayla hiçbir ilgisi olmayan özel telefon konuşmaları da Ergenekon iddianamelerine konulmuş, bu insanlar henüz yargılanmadan onurları kırılmak istenerek cezalandırılmak istenmişti.
İstanbul 5. Asliye Hukuk Mahkemesi Hâkimi Nesrin Merih Göçer, İlhan Selçuk'un “kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu” gerekçesiyle açtığı davada dün Ergenekon savcılarının “kınanmasına” karar verdi. Gerekçe; davayla ilgili olmayan konuşma ve değerlendirmelerin iddinameye konmasıydı.
Böyle bir karar almak, sadece hukuk bilgisi ve vicdan değil, hükümetten gelen “çetenin hâkimleri var” gibi inanılması güç sözler nedeniyle ne yazık ki artık cesaret de gerektiriyor. İlhan Selçuk davasında karar aksi yönde olsaydı, her şey bir yana, sadece Sanayi Bakanı Ergün'ün “çeteci hâkimler” yaftalaması nedeniyle hâkimin baskı altında karar aldığı, takdir hakkının sakatlandığı düşünülecekti.
Her demokrat aynı düşünmek zorunda mı?
Evet, Ergenekon sürecinde siyasete müdahale ve darbe heveslerinin, provokasyonların, cinayetlerin, kirli planların soruşturulması, suçluların yargılanması büyük bir önem taşıyor. Evet, T24 Başyazarı Aydın Engin'in dün büyük bir belagatle altını çizdiği birçok insan hakkı ihlali ve demokrasi yaralarının altında yargının da hiçbir zaman unutamayacağımız parmak izleri var.
Ancak demokratlığın ölçüsü zaten yargılanmakta olan insanları peşinen mahkûm etmek, tutuklamayı cezalandırma aracı haline getirmeyi alkışlamak, sadece ifadesi alınacak insanların ibretiâlem için karakolda iki gece gözaltından geçirilmelerinde hiçbir sorun görmemek, şüphelilerin özel hayatlarının faş edilmesini adeta haz duyarak seyre dalmak olamaz.
Başbakan'ın yasadışı dinlenen telefon konuşmaları için peşpeşe baskın, gözaltı ve tutuklamalar yaşanırken başkalarının aynı yöntemle “çalınan” konuşmaları yargısız infazların iddianamesi gibi önümüze saçılıyorsa durup düşünmeliyiz.
AKP MKYK üyesi ve Yeni Şafak'ın saygın yazarı Ayşe Böhürler'in cumartesi günü yayımlanan yazısına koyduğu başlık da, bizi düşünmeye davet ediyor:
“Her demokrat aynı düşünmek zorunda mı?”
Ergenekon davası yargısız infazcılardan korunmalı
Ergenekon süreci; yargısız infazlardan, zaten yargılanan insanların onurunu hedef alan hücumlardan, kamuoyu önünde savunma hakkını bile kısıtlayan tahammülsüz bir “habercilik”ten esirgenmeyi hak edecek kadar büyük bir önem taşıyor.
Aynı söyleşide, darbelerin yanı sıra 28 Şubat gibi askeri müdahalelere, üniversitedeki türban yasaklarına kesin bir dille karşı olduğunu anlatan Pınar Doğan'ın şu sözleri, ne kadar kadim bir Türkiye geleneğine işaret ediyor:
“Ben kötü niyetli zihniyetlerin aklından geçebileceklerin ne raddeye vardığını gördüm. Aynı zihniyet eşim için 'asker kaçağı' dedi, torununun doğum gününde buraya gelecek annem ve babam için 'Meksika’ya kaçacaktı' dedi. Aynı zihniyet, 'Vatansever paşa kızını nasıl bir Yahudiye satmış?' dedi. Devam etmemi ister misiniz; ben bu haberleri okuduktan sonra refleks olarak kusmaya başlamıştım, şimdi geçti...”
İktidar, muhalefet, medya, bürokrasi, asker, polis, yargı fark etmez, her kesimin aynı lisanda önümüze koyduğu vicdansızlık, düzeysizlik, saldırganlık, etnik-dini-mesleki ve insani her türlü aşağılama sizin de midenizi bulandırmıyor mu?