Tunceli Dosyası'nın üçüncü bölümünde Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil'in açıklamaları var.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, Fethullah Gülen cemaatinin kurumsal yüzü olarak biliniyor. Vakıf, 1994 yılında Gülen'in öncülüğünde kuruldu. 1999 yılından beri ABD'de yaşayan Gülen, halen vakfın onursal başkanlığını yürütüyor.
Fethullah Gülen'in doğrudan açıklamaları dışında cemaatin görüşü olarak kamuoyuna yansıyan mesajların verildiği yer Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı. Cemaatin faaliyetleri de genel olarak bu vakfın uhdesinde yürütülüyor.
Vakıf Başkanı Mustafa Yeşil, ilk ve orta eğitimini Çanakkale'de bitirdikten sonra 1981 yılında girdiği Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ni 1985'te bitirmiş. Altı yıl boyunca liselerde din dersi eğitimi vermiş. 1992 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi'nde “sosyal bilimler” alanında yüksek lisans yaptıktan sonra Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde Zaman Gazetesi Bölge Koordinatörlüğü görevinde bulunmuş.
2003 yılında Zaman gazetesinin İngiltere Temsilciliği'ne, 2006 yılında merkezi Almanya'da bulunan ve uluslararası bir medya kuruluşu olan "World Media Group Company" Yönetim Kurulu Başkanlığı'na getirilen Yeşil, Eylül 2008'den beri Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanlığı'nı yürütüyor.
Mustafa Yeşil ile vakfın Tunceli'ye düzenlediği gezi sırasında kısa bir süre konuşmaya vakit bulabildik. Yeşil, Tunceli ile Elazığ Havaalanı arasındaki minibüs yolculuğu sırasında yapabildiğimiz kısa söyleşide önemli mesajlar verdi.
Yeşil'in, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı olarak dile getirdiği iki noktanın altını çizmek gerekiyor. Birincisi; yurtdışında yaşayan milyonlarca vatandaşı için inanç, inancını yayma ve ana dilde eğitim talebi olan Türkiye'de “misyonerlik” faaliyetlerine karşı sergilenen yasaklayıcı yaklaşıma karşı çıkması. Yeşil, TBMM'de Anayasa Uzlaşma Komisyonu'na da önerdikleri yaklaşım çerçevesinde, inancını yaşama ve yayma özgürlüğünün Türkiye'deki misyonerlik faaliyetleri için de geçerli olmasını “demokratik haklar” kapsamında görüyor.
Yeşil'in dile getirdiği diğer önemli konu; cemevlerinin ibadethane sayılmaması konusunda on yıllardır süren tartışma. Yeşil, “İstiyorlarsa neden olmasın, ne sakıncası var” diyerek Aleviler için baraj sorunu haline gelmiş bu talebin artık karşılanmasını öneriyor.
Kısa söyleşimiz sırasında Yeşil'e yönelttiğim sorular ve cevapları aşağıda. Tunceli Dosyası, yarın Tunceli'deki Alevi dedelerinden izlenimlerle sürecek.
- Tunceli’de Alevi toplumunun taleplerini birlikte dinledik; genel değerlendirmeniz nedir, neler düşünüyorsunuz?
Orada görüştüğümüz Alevi dedeleri ve Alevi toplumunun İslam vurgusunu bu kadar çok yoğun yapmaları dikkatimi çekti.
Özellikle Ahmet dedenin söylediği şiirlerde ifade edilenlere katılmamak mümkün değil. Şiirdeki temel öğeler; insanı insan bilmek, sevmek, gönlünü kırmamak, inancından dolayı hiç kimseyi dışlamamak ve herkese gönlünü açmak içerikliydi.
Tunceli’de bir cemevi ziyaretimiz oldu. Şunu gördük ki; mali sıkıntıları var, ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyorlar ve de ciddi destek bulamadıklarını ifade ediyorlar.
Özellikle bir diğer konu, Aleviliğin İslamiyetten uzak bir inanış olmadığını; Allah, Hz. Muhammed ve Hz. Ali vurgularını sıkça yaptıklarını ve bunlarsız Aleviliğin olamayacağını vurguladılar. Ve Tunceli için “Aleviliğin kıblesi” diyorlar. Böyle dendiğini ilk defa orada duydum.
- Tunceli’de Kürt ve Zaza Alevilerle Gülen cemaati arasındaki ilişki konusundaki gözlemleriniz neler oldu?
“Munzur Koleji’nin” açılmasından sonra Tunceli halkıyla eğitim kurumlarının ciddi kaynaşmış olduğunu gördüm. Ve okulları velilerin çok sevdiğini, açıldığı 2003 yılından bu yıla kadar artarak devam eden bir ilginin olduğunu gördüm.
Tabii gerek müdürleri, gerek öğretmenleri dinlediğimizde onların çok ciddi bir sevgiyle öğrencileri ve aileleri kucakladığına şahit oldum. Munzur kolejlerinin gerek Türkiye'deki dereceleri, gerekse bölgedeki eğitim kurumları arasındaki derecelerinin halkta ciddi bir güven ve itimadı oluşturduğunu, önceden var olan önyargıları kırdığını bizatihi öğrenci velilerinden de dinledik.
Ayrıca Tunceli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Durmuş Boztuğ beyin hem kendilerinden biri olması, hem fevkalade aydın, bilim âşığı bir insan olarak onların rehberliğini yapmasını çok büyük bir şans olarak görüyorum.
Özellikle üniversitenin son dönemde yaptığı Zaza ve Kırmanca bölüm açma çalışmaları, Alevi Araştırma Merkezi kurup yine başına bir Alevi dedenin atanması, aynı zamanda Tunceli Valisi Mustafa Taşkesen beyin devletin yumuşak bir yüzü, şefkatli bir eli gibi çalışmasının mükemmel bir kaynaşmaya vesile olduğunu gördüm.
'Cemevleri neden ibadethane sayılmasın?'
- Cemaatin kamuoyunda en bilinen yüzlerinden Hüseyin Gülerce, hem T24’e yaptığı açıklamalarda, hem de Zaman gazetesindeki yazılarında Aleviler konusunda önemli şeyler söylüyor, Sünnîleri Aleviler için özeleştiriye çağırıyor? Siz ne düşünüyorsunuz?
Aleviler bu ülkenin bir gerçeği, bir rengi. Alevileri yok kabul etmek, kendi inançları çerçevesindeki taleplerini görmezden gelmek mümkün değil. Ehli Kitap’la ilgili buluşma noktalarının araştırıldığı bir dönemde, bizim dünyamızla ortak noktaları olmayan inanç ve kültürlerle bile ortak çalışmalar yaparken Alevileri yok saymak ne kadar gerçekçi ve doğru olabilir? Hâlbuki Alevilerle asırlarca paylaştığımız tarih, kültür ve inanç birlikteliğimiz var. Bazıları bizim yaklaşımımızı “Alevileri Sünnileştirme senaryosu” gibi görüyor. Oysa biz herkesi kendi konumunda kabul etme noktasından hareket ediyoruz. Aksi davranış, aradığımız “diyalog” anlayışı ile bağdaşmaz.
- Alevilerin en temel taleplerinden birinin, cemevlerinin ibadethane sayılması olduğu anlaşılıyor. Sizce cemevleri ibadethane statüsüne kavuşturulmalı mı?
İstiyorlarsa neden olmasın? Fethullah Gülen Hocaefendi’nin şöyle bir ifadesi var; “Camilerin yanına cemevleri yapılabilir, dedelerin maaşını da devlet verebilir.”
Ne var bunda, neden olmasın?
- Peki neden olmuyor, olamıyor?
Bu konudaki zihni dönüşümün henüz tamamlanmadığını düşünüyorum.
- Sizce cemevleri ibadethane sayılırsa Sünnî kesimde reaksiyon olur mu, bundan mı çekiniliyor?
Zannediyorum olmaz. Çünkü Malatya’da, Sivas’ta ve birçok yerdeki kışkırtmalara rağmen bu millet iç barışını bozmadı.
- “Siyaset cemevlerini ibadethane sayma yönünde adım atarsa Sünnilerden tepki olmaz” diyorsunuz…
İnanıyorum ki olmaz. Asırlardır bu topraklarda bu inançlarla yaşıyorlar.
'Tek dil dayatması çoğulculukla tutarlı olmaz'
- Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda yaptığınız öneri, özellikle ana dilde eğitim hakkı konusunda özel vurgu içeriyor. TBMM'deki görüşmede bu öneriyi nasıl açtınız?
Komisyona sunumu yaptığımız sırada bu madde ile alakalı bir şey sorulmadı. Daha sonra dışarıya çıktık. Partililerden biri nasıl yapılacağı konusunda görüşümüzü sordu. Ben de yurtdışında açılmış Türk okullarında 4 dilde eğitimin verilebildiğini anlattım. Yerel dil, bölge dili, Türkçe ve İngilizce. Mesela Kazakistan da Kazakça yerel dil, Rusça bölge dili, bir de Türkçe ve İngilizce eğitim yapılıyor.
Derslerden bazıları Kazakça, Rusça yapılarak da dilin sadece öğretimi değil, aynı zamanda kullanımı veya pratiği sağlanmış oluyor. Türkiye'de de resmi dil Türkçe'nin yanı sıra yerel dilde öğretimi ve uygulamalı kullanımı sağlanabilir.
- Nasıl karşılandı bu yaklaşımınız?
“Demek ki örnekleri var” anlayışıyla karşılandığını düşünüyorum. Bu ülkede ihtiyaçtır diyerek İngilizce, Fransızca, Almanca eğitim yapan okular açıldı. Hâlbuki bölge dili de bir ihtiyaç. Neden nazara alınmasın? Hem dilin renkliliği çoğulculuğu etkiliyor. Demokratik zeminin önemli bir göstergesi olan çoğulculuğa kapılarımızı açarken tek dil dayatması tutarlı olmaz.
- Görüşlerinize Uzlaşma Komisyonu'nda tepki oldu mu?
Sadece MHP'li üyenin bir sorusu oldu.
- Önerinizde diğer öne çıkan unsur olan “yeni anayasada etnik vurgu yapılmaması” nasıl karşılandı?
Anayasanın etnik terimlerden arındırılmasını, ”Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı” formülünün benimsenmesini önerdik. MHP'li üye “Türk tabiri sizce etnik bir tanım mı?” sorusunu sordu.
Ben de Türklüğün tarihte bir üst kimlik olduğunu, ama etnik hassasiyetlerin arttığı bu dönemde “Türk” tabirinin etnik çağrışım olduğunu ifade ettim. “Yeni anayasa yapmak, bu tabiri kullanmaktan daha önemlidir” dedim. Kanaatimce bugün Türkiye’de bir sivil anayasa yapmayı başarabilmek; bazı maddelere takılıp kalmaktan çok daha önemli.
Said Nursî neden 'Türk milletine kılıç çekilmez' diyor?
- ODTÜ Felsefe Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Yasin Ceylan, kendisi de eğitim-öğretim hayatının ilk döneminde nur cemaati çevresinde yetişmiş bir akademisyen olarak, Said Nursi'nin ve cemaatin, “İslami” kimliği öne çıkarırken Kürt kimliğine karşı Kemalistlerle yan yana düştüğünü savunuyor…
Said Nursi'nin islami kimliği öne çıkardığı bir gerçek. İslami anlayışta haklar esas olmakla birlikte, etnik üstünlük kabul edilmeyen bir yaklaşımdır. İslam'da adalet anlayışı; “Bir ferdin hukuku bir toplumun menfaati adına bile feda edilemeyeceğini” söyler. İslamiyet’te etnisite rekabeti kabul edilemez. İslamiyet’in etnik üstünlük kavgasına toleransı yoktur. Kürtlerin bugünkü mücadelesinin etnik mücadele değil, hak arayışı olduğunu düşünüyorum. Eğer Kürtlerin hakları ve ihtiyaçları zamanında karşılansaydı, mesele bugün böylesine etnik vurgusu öne çıkmış şekilde dile gelmeyecekti.
Bediuzzaman Said Nursî’nin kendisi Kürt. Ama “Bu necip millet (Türk milleti) asırlarca hukukun, hakkın bayraktarlığını yapmış, onlara kılıç çekilmez” diyor. Dikkat ediniz; Türklükten ziyade “hakkın bayraktarlığı” ile misyonu ifade ediyor. Yani Bediuzzaman Türk milleti tabirini kullanırken “hakkın bayraktarlığı” ifadesi ile etniğe değil misyona işaret ediyor.
'Başörtüsü de silahla gelseydi, masumiyetine gölge düşerdi'
- Ancak bir yanda da Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nda yardımcınız olan Cemal Uşak’ın Kürtlerin ıstırabını anlayamama yolunda yaptığı özeleştiri var…
Cemal Bey’le ayrıştığımız bir nokta var. “Istırabı tam hissedemedik” diyor, ama biz bu ıstırabı hep terör zemininde duyduk. Bu, algı yanılması meydana getirdi. Terör, hak mağduriyeti algısını tetiklemedi. Yani terörle karışık geldi bu. Başörtüsü meselesi de bu şekilde silahlı gelseydi, başörtüsü mağduriyetine, masumiyetine gölge düşerdi.
- Mustafa Bey, söz ettiğiniz terör 1984’te başladı. Kürtlerin mağduriyetinin çok daha uzun bir geçmişi var, öyle değil mi?
Ama o dönemde de inanılmaz bir bilgisizlik vardı. Medya olayları paylaştı mı, birçok şeyi şimdi duyuyoruz. Sonra PKK çıktı ve sonra her gün şehit cenazeleri başladı.
- Kürtçe'nin on yıllarca yasaklanması, o yıllarda bile medyanın duyurmasına gerek olmayan büyük bir gerçek değil mi?
Evet, bu noktada ulusalcı yapı ve uygulamalarının çok alanda yarattığı sorunlar olduğunu söyleyebilirim. Bu ülkenin insanlarının en temel ihtiyacı olan din hayatında bile ciddi sıkıntılar yaşandı. Dinin ve inancın mücadelesinin çok yüksek bedeller ödeyerek verildiği bir dönemde dilin mücadelesinin verilmesi kolay bir mesele değildi. Demokratik imkânlar genişledikçe, inanç, hak ve özgürlükler daha fazla aranır ve konuşulur oldu.
'Mehmet Şevket Eygi'yle görüşmek isterim'
- Gülen cemaati bazı İslami çizgiler içinde de kamuoyuna açık bir şekilde sorgulanıyor. Mehmet Şevket Eygi, Milli Gazete’deki yazılarında cemaate ağır eleştiriler yöneltiyor, neden?
Mehmet Şevket Eygi çok mülayim, yumuşak, İslami kültürü güçlü olan bir insan. Eğer bize karşı ifade ettiklerinde bazı gerekçelere dayanarak konuşuyorsa, biz hizmetle alakalı bazı şeyleri anlatamamışız demektir.
- Cemaatin devlette kadrolaştığını söylüyor, “Opus Dei” benzetmesi yapıyor?
Bu ülkenin insanlarını, yine bu ülkenin hak ve liyakatle geldikleri noktaları sorgularken şahısların sevdikleri veya nefret ettiklerine göre tasnifleri manasız değil mi? Bu ülkede her vatandaşın fikri, inancı, hatta ideolojisi ne olursa olsun kendi devletinin kurumlarında şart ve standartları tuttuğu sürece görev alabilir. Ve herkes bilir ki, şahıslar bu görevlere o yerlerin kriter ve şartlarına göre alınır. Bunun dışında var olan uygulamalar hukuksuzluktur ve gereken de yapılmalıdır. Ayrıca Sayın Eygi’nin “Opus Dei” benzetmesini hangi kriterlere göre yaptığını sormak lazım. Kaldı ki bu hususta yazılan akademik makalelerde öyle bir benzetme söz konusu edilememektedir.
- Mehmet Şevket Eygi’yle bütün bu süreçte bir temasınız oldu mu?
Bu arada bir temasım olmadı. Ama bir görüşmek isterim.
'Dinî inancını yayma demokratik bir hak'
- Mustafa Bey, Gülen hareketi dünyada misyoner olarak çalışmakla da nitelenen bir hareket. Türkiye’de inançlarını yaymaya çalışan misyonerlere karşı ise İslamcı ve ulusalcı, sivil ve askeri kesim arasında neredeyse görülmemiş bir koalisyon olageldi. Misyonerlerin inançlarını yaymaya çalışmasında ne sakınca olabilir, engelleme tavrı inanç ve ifade özgürlüğüne aykırı değil mi?
Bu önemli bir konu. Biz Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda şunu ifade ettik; demokratik haklar kapsamında bir insanın din ve inanç gruplarından birini tercih etme, onu ifade etme, onu yaşama ve eğitim, örgütlenme ve inancını yayma hakkı olmalı. Küresel ölçekte siz bu hakkınızın olmasını istiyorsanız, kendi ülkenizde de bu hakkı tanımalısınız. Bizim Türkiye olarak bugün dışarıda yaşayan milyonlarca insanımız var. Kendi insanlarınız için bu hakların (inancını yayma özgürlüğünün) olmasını istemez misiniz?
'Ruhban Okulu'nun açılmamasını anlamıyorum, onların hakkı'
- Bu bağlamda Heybealiada Ruhban Okulu’nun açılması talebinin yıllardır karşılanmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Azınlık haklarıyla alakalı son dönemlerde bazı adımlar atıldı, gayrimenkullerinin iadesi gibi. Bu atılan adımları doğru buluyoruz. Hükümetin Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması yönünde bazı çalışmalar yaptığı da biliniyor. Bizim bu konuda da düşüncemiz belli. Okullarının açılmasının onların hakkı olduğunu düşünüyoruz. Ancak bu hususta hâlâ bugün neden neticeye gidilemediğini anlamıyorum.
TUNCELİ DOSYASI – 1
TUNCELİ DOSYASI – 2