Doğan Akın

14 Mart 2013

Mâbeyn kâtibi

Ahmed Arif ve Cemal Süreya, Türkçe'nin iki büyük şairidir, Türkçe'nin iki büyük Kürt şairi. Hayrandırlar birbirlerine, o kadar ki akraba olmayı bile denerler

Ahmed Arif ve Cemal Süreya, Türkçe'nin iki büyük şairidir, Türkçe'nin iki büyük Kürt şairi. Hayrandırlar birbirlerine, o kadar ki akraba olmayı bile denerler.

Şu satırlar Feyza Perinçek ile Nursel Duruel’in Cemal Süreya- Şairin Hayatı Şiire Dâhil başlıklı kitabından:

“Ahmed Arif, öylesine hayrandır ki Cemal Süreya’ya, yüzünü bile görmediği kız kardeşi Ayten’le evlenmek ister. Cemal Süreya’nın duyguları da ondan farklı değil. ‘Evlen kız, der, Türkiye’nin en iyi şairi!’ Ayten önce şaşırır ama sonunda ağabeyinin sözünü dinler. Zafer Çarşısı’nda (Ankara D.A.) buluşmak üzere sözleşirler; gelin ve damat adayı tanışacak. Bekle bekle Ahmed Arif yok! Cemal Süreya ertesi gün öğrenir ki, temiz bir gömleği olmadığı için gelememiş...”

Süreya, günlük bir gazetede düzenli yazmayı çok hayal eder, ama kısmet olmaz. Yani Türk basını, Türkçe'nin en büyük şair ve yazarlarından birini atlamıştır! Basının, ölümün elinden kurtardığı, Süreya’nın 2000’e Doğru dergisinde “İzdüşümler” başlığı altında yazdığı eşsiz portrelerdir. Manzum ustasının Türkçe'ye armağan ettiği en güzel nesir örneklerindendir o portreler.

2000’e Doğru, malum, 1990’larda Doğu Perinçek ve arkadaşlarının çıkardığı haftalık bir dergidir. Süreya’nın Perinçek’le ilişkisi yakındır, oğlu Mehmet’in kirvesi olur. Dahası, Doğu Perinçek’in, Şule Perinçek’i “kendi şiiriyle tavladığını” not düşer.


‘Hazırlan, gazeteyi çıkarıyoruz’

 

Bir gün Doğu Perinçek, Cemal Süreya’ya “Hazırlan” der, “günlük gazeteyi çıkarıyoruz”. Havalara uçar. Perinçek’in notlarından okuyalım:

“1989 yılı yaz günleriydi. Dergide odasına girdim. ‘Abi günlük gazeteye hazırlan, çıkaralım artık.’ Yerinden fırladı, coşku içindeydi. ‘Bırakacaksın her işi günlük gazetede çalışacağız’ dedim. ‘Sahi mi’ diyordu sevinçle. ‘Tek günlük gazete çıksın, haftada dört gün gelirim, hatta beş gün bile. İstersen yorganımı bile getiririm.’”

Gazete hayaline erişemez Süreya, Perinçek’in naklettiği bu konuşmadan kısa bir süre sonra, 9 Ocak 1990’da, 59 yaşındayken hayatını kaybeder.

Süreya’nın hayalini kurduğu günlük gazetelerin “en büyüğünde” büyüyen isim, yakın ilişki içinde olduğu Doğan Hızlan’dır. 19 Haziran 1988’de Hızlan’ın portresini yazmıştır. Şu satırlar da o portreden:

“Ne olursa olsun, Doğan Hızlan sadece kendi kuşağını değil, bütün bir edebiyat-sanat patrimuanını savunmak, ileri sürmek, göz önüne sermek işlevini cesaretle üstlendi. Böyle geniş bakış ve devinim alanı da ona demokrat bir yapı kazandırdı.

Edebiyatımızın hem anası, hem babası oldu.

Cumhuriyet’te, özellikle de Hürriyet’te kazandığı üst yönetim konumunda kuşağını seve seve kuşak duygusunu aştı. Editörlüğün bir çokbaşlılık tarikatı olduğunu zaten hemen daha başta anlamıştı... (...)

Babıâli’de benzersiz ve çok renkli bir tip yarattı. Gerçekten benzeri yok. Editör ve eleştirmen olarak hiçbir zaman büyük yanlışa düşmez. (...)

Yalan söyler kimi zaman, ama sizin yalanlarınıza da her zaman sahip çıkar. (...)

Kurtarıcı bir sinizm.

Kimseye kızamaz. Kimse de ona...”


‘Çiçek, böcek yaz şekerim’

 

Süreya’nın 99 Yüz adıyla son baskısı Yapı Kredi Yayınları’ndan yapılan izdüşümler kitabının “Şiir Galaksisinin Hülyalı Şairi” başlıklı şahane önsözünde Hızlan’ın imzası var. Süreya’nın düz yazıları için “Acımasızlığın bile şiirselleştiği üslup” diyor Hızlan. Haklı.

Ama Hızlan’ın hikâyesinde de şiirsellik acımasızlığa dönüşmüyor mu?

Süreya’nın vaktiyle cömertçe övdüğü editörlüğünü mâbeyn kâtipliğine çevirerek yapıyor bunu Hızlan. Bugünlerde her Hürriyet yazarının tattığı bir mâbeyncilikten söz ediyorum.

Doğan grubunu hedef alan vergi taarruzunu “Bunlar analarını bile satarlar” münasebetsizliğiyle izleyen Oktay Ekşi hadisesinden sonra yürürlüğü giren bir Doğan Hızlan bu. Kâh akşamüzeri, kâh gece yarısına doğru aradığı yazarlardan yazısını değiştirmelerini isteyen, itiraz edecek gibi olanlara “Çiçek yaz, böcek yaz şekerim” diye takılan bir Doğan Hızlan.

İstendi ki, yazıları makaslanacak yazarlar herhangi bir editöre değil, Doğan Hızlan gibi bir yükseltiye çarpsın. Bu rolü kabul etti ve yere çarptı kendisini. “Patron kızar, hükümet öfkelenir” ihtimaline karşı Hürriyet’teki yazıların “arşa arzı”nın formülü olmayı kabul edebildi.

Hızlan olmasa da yapılacaktı bu, ama o gardiyanlığa tenezzül edebildi. Son olarak; İmralı notlarının Milliyet’te yayımlanmasına ve bu yayını savunan Hasan Cemal’in yazılarına öfkelenen Başbakan’ı daha da öfkelendirmemek için Hürriyet’te bu mevzuda karartma uyguladı.

Misal Yasemin Çongar, Hasan Cemal sansürü nedeniyle Milliyet’te yazmaktan vazgeçerek gazetecilik onurunu işsizliğin de gönderine çekerken, Hızlan “yazmamak, yazdırmamak” kabilinden sözde bir gazeteciliğin postacısı olabildi.

Velhasıl, uzunca bir süredir sadece kendi köşesinde değil, Hürriyet’teki diğer köşelerde de okuyoruz Hızlan’ı!

Cemal Süreyalara, Ahmed Ariflere karşı nasıl bir mazereti olabilir, bilmiyorum...

Edebiyatın Doğan Hızlan’ıydı...

Biat’ın da Doğan Hızlan’ı oldu!

 

(T24 / Taraf – 14 Mart 2013)