Doğan Akın

27 Şubat 2010

GÜLE GÜLE DELİKANLI...

Yorgunsun. Vakit dar, güneş hayat burcundan çıkıyor, biliyorsun. Bir martı geçti sütbeyaz üzerinden...




Yorgunsun. Vakit dar, güneş hayat burcundan çıkıyor, biliyorsun. Bir martı geçti sütbeyaz üzerinden, bir sarman sapsarı işte hemen önünde. Tenha mı tenha bahçeler mor salkımlara hazırlanıyor, lavantalara, erguvanlara. Bir şarkı vardı hani, uzattın parmağını hastane yolunda, ona sardın dileğini, onu çaldın varsa bir duyacak olana...
 
“Biiir kuş koon-sa badi parmağımaaa...”
 
1983 sonbaharında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne girenler, Büyük Amfi'den Sütunlu Salon'a giden koridorlarda kemik çerçeveli gözlüklerinin ardındaki çelik mavisi gözleriyle hatırlayacaklardır Mehmet'i. Mehmet Yüzbaşıoğlu, ikiz kardeşi Gülin'le Aydın'dan geldiği Mülkiye'den, biteviye gülümseyen bir resim gibi geçmişti.
 
İhtimal “Pasonuzu istemeden gösteriniz” yazısına da gülümsediği belediye otobüsünden iniyor, öğrencilerin didik didik arandığı Mülkiye'nin kapısından yine de tebessümle geçiyor, hayatın dayattığı “hâl tercümesi”ni bir kez daha kenara itip gülüyor, gülüyordu...
 
Çoğumuzun ancak ardımıza bakarak şimdi gülümsediği o zamanın sayfalarını vaktinde çevirmiş olmalıydı Mehmet. Sözüm ona bakkallarda “veresiye teklif edilmez”, diskoteklere “damsız girilmez”, “bekâra ev verilmez”di!
 
Sonra kaldığı yerden hayat girdi yürürlüğe. İstanbul'da bankacılık, Meltem'le evlilik ve adını “Fem” koyduğu o badi parmağa konan en güzel kuş, yavrukuş...
 
“Yoksa biz ölecek kadar büyüdük mü” hikâyesi, işte bu sırada başladı. Hayat “yetişkinlik” sınavında o “tebessüm”ü seçmişti. Filinta gibi karşısına çıktığı kanserin bir nebze korku bulamadığı çelik gözleri, yedi yıl süren kusursuz savaşında hep güldü. Zaman baş edilmez bir inatla koşuyor, Mehmet, ihtimal kalbini kıran bu meseleyi “kendi seçimi”ymişcesine tek başına yaşıyordu.
 
Hayat ve ölümün yapışık çizgisini ayırt eden bir cesaret, kimi zaman nasıl “planlanamaz” olduğunu dayatan hayata yine de gülümseyen bir bilgelikten söz ediyoruz.
 
Hayat bazen, Çekmeköy'ün o puslu, o anılara sığınmış insanların yanaklarına çise vuran tepesine emanet ettiğimiz Mehmet'e geldiği gibi gelir. Mektup gibi. Özlenmiş, ama biraz buruk, kekremsi ve elbette yolu gözlenmiş...
 
Şimdi uzaklarda Mehmet, hayata dönmesini bekleyenlerin yanına gelmesini beklediği bir yerlerde...  Hayata 44 yıl değmiş bir Aydın havası, kardeş bir klarnet sesi...
 
“Hiçbir kere hayat bayram olmadı ya da her nefes alışımız bayramdı” değil mi Mehmet?
 
Bir yıldız daha yandı gökyüzünde ve işte yine ayaklanıyor hayat!
 
Güle güle Mehmet...
Güle güle kardeş...
Güle güle delikanlı...
Soğuk kanlı delikanlı...
Güle güle...