Bu yazı, Beşşar Esed söyleşisine gitmekten son anda vazgeçirilen gazeteciler üzerine yazdığım iki yazıyı tamamlamak üzere yazıldı.
Malum, 22 Haziran'da, Türkiye'ye ait jetin Akdeniz'de Suriye tarafından düşürülmesinin ardından çıkan kriz sırasında Esed'in bazı Türk gazetecilerin randevu talebini kabul ettiği haberi geldi. Bu isimler, Utku Çakırözer (Cumhuriyet), Mehmet Ali Birand (Posta / Kanal D), Ertuğrul Özkök (Hürriyet) ve Amberin Zaman'dı (Habertürk).
Ancak Özkök, Birand ve Zaman, Esed'den istedikleri söyleşiyi yapmaktan son anda vazgeçirildiler. Büyük gazeteler, Türkiye'nin çatışmanın eşiğine geldiği bir devletin başkanıyla söyleşi yapmak gibi bir gazetecilik olanağı ve görevinden kaçınmışlardı. Taraf, “Başbakan'a çok yakın bir isimden kriz sırasında Esed'in propagandasının yapılmasının doğru olmayacağı” mesajı gelince böyle bir tablo doğduğunu yazdı. Bu durumu yalanlayan bir gelişme de olmadı. Bu arada, köşe yazdığı Habertürk adına Şam'a gidemeyen Amberin Zaman, temsilcisi olduğu The Economist adına Esed'den randevu beklediğini açıkladı.
Nihayet, Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Çakırözer, tek başına Şam'a gitti, Esed ile uluslararası ajanslar ve televizyonların da kayıtsız kalmadığı önemli bir söyleşi yaptı. Beş bölüm halinde yayımlanan söyleşi için “ulusalcı gazete Esed'in propagandasını yapıyor” türünde yaptıkları değerlendirmelerle, sahip oldukları birikim açısından beni şaşırtan meslektaşlar da oldu. Bu havalarda oluyor böyle şeyler, geçelim.
Cumhuriyet'teki söyleşi, evet, uluslararası ajanslar, CNN International gibi televizyonlarda önemli haber olarak kullanıldı, ama Türkiye'de çok sayıda yayın Esed'in açıklamalarını görmezden geldi. Üstelik hükümete yakın ve hükümetten çekinen yayınlarda yoğunlaşan bu tavrı paylaşan “muhalif” gazeteler de oldu. Örneğin yayınları neredeyse sadece AKP karşıtlığı üzerinde odaklanan Sözcü, Esed söyleşisini birinci sayfasına yaklaştırmadı bile, gözümden kaçmadıysa iç sayfalarda da alıntı yapmadı.
Esed'e gitmeyenler arasında Sözcü de var
Sözcü'nün bu tavrı üzerine, acaba Esed'den söyleşi isteyip de gidemeyen gazetecilerin Özkök, Birand ve Zaman'dan ibaret olup olmadığı, sorusu aklıma takıldı. Diğer yandan, “Şam'a gitmekten son anda vazgeçen başka gazeteler olup olmadığı” sorusu giderek yayılmaya başladı.
Bu yazı, işte bu sorulara bulabildiğim cevap nedeniyle bu köşede daha önce yayımlanan iki yazıyı tamamlamak üzere kaleme alındı.
Sonuç?
Evet; Esed'le söyleşiden son anda vazgeçen gazeteler arasında Sözcü de vardı!
En kıdemli isimleri arasında olduğu Hürriyet'ten transfer edilen Saygı Öztürk Şam'a gitmek istemiş, ancak Sözcü yönetimi Esed ile söyleşi yapmasını uygun bulmamıştı.
Dün Saygı Öztürk'ü arayıp bu bilgiyi kendisine sordum. “Evet” dedi Öztürk ve şunları söyledi:
“Bizim durumumuz biraz daha farklı ama. Şam'a gitmeyenlerin yerine bizi davet ettiler. Ben 'Olur' dedim, kabul ettim. Ama gazete yönetimine de sormak durumundaydım. 'Gitmesek daha iyi olur' cevabını alınca gitmedim... Diğer taraftan Utku'nun söyleşisini okudum, bir gazetecinin sorması gereken bütün soruları sormuştu.”
Öztürk, sorum üzerine, davetin, Akşam gazetesinde yazan Suriyeli gazeteci Hüsnü Mahalli'den geldiğini de ekledi. Malum, Mahalli, daha önce neredeyse bütün gazetelerin genel yayın yönetmenleri veya yazarlarının Esed ile görüşmesine aracı olmuştu.
Sözcü'nün; Cumhuriyet dışındaki gazetelerin yokluğunu dikkate alarak, “hükümete muhalefet etmeyi Beşşar Esed ile söyleşi yapma boyutuna taşımama” gibi bir düşünceyle Öztürk'ü Şam'a göndermediği anlaşılıyor.
Şam'a gitmeyen diğer gazeteler hangileri?
Anladığım kadarıyla davet alıp da Şam'a gitmeyen gazeteci sayısı 10'a yaklaşıyor. Bu gazetecilerden hangileri Şam'dan doğrudan davet aldılar, hangileri randevu talep ettikten sonra çağrıldılar, bilmiyorum. Söyleşi talep ettiği halde Şam'a gitmekten vazgeçmek daha ciddi bir soruna işaret ettiği için, bu ayrım önem taşıyor.
Peki hangi gazeteler bunlar?
Bilmiyorum, zira bugüne kadar Hürriyet, Posta ve Habertürk üzerinde kalan bu meselede “omerta” yasası kusursuz işliyor. İşliyor da, biliyorsunuz, gerçekler de er ya da geç ortaya çıkma huyundan vazgeçmiyor!
Radikal'i duyuyorum mesela, Şam'a gitmekten son anda vazgeçenler arasında. Yanlışsa, elbette düzeltirim.
Mesela, kendi yazarı Hüsnü Mahalli, kriz yaşanan Suriye'nin Devlet Başkanı'na söyleşi için gazeteci götürürken Akşam gazetesinin böyle bir trafiği sadece seyretmekle yetindiğine inanmakta güçlük çekiyorum. Ne dersiniz; “Suriye ile savaş çıkaracak hâlimiz yok” diyen Genelkurmay Başkanı Necdet Özel'e “İyi ama sessiz mi kalacağız” karşılığını veren İsmail Küçükkaya'nın yönettiği Akşam da, Esed'le söyleşiden vazgeçen gazeteler arasında olabilir mi?
Böylesine tartışılan bir meselede bu kadar sessizlik, Şam yolundan dönenlerin, gazetecilik açısından savunulması zor bir şey yaptıklarını düşünmelerinden mi ileri geliyor?
Ne olursa olsun; Suriye krizi, muhalif veya muvafık, bütün gazetelere sinen korkuyu ele veren bir olay olarak da karşımızda duruyor. Ülkesinin çatışmanın eşiğine geldiği bir devletin başkanı ile söyleşi yapamamayı, “düşman ülke propagandası” gibi gazeteciliği kirleten bahanelerle rasyonalize etmeye çalışmak, elbette bu gerçeği yerinden kıpırdatmaya yetmiyor.
Ne kuşku değiştirebilir gerçeği, ne korku...
Ama boş verin şu sıcakta bunlara! Her “ada vapuru”nda hatırasını estiren Melih Cevdet'in o güzel dizelerine kulak verin mesela...
Ben güzel günlerin şairiyim
Saadetten alıyorum ilhamımı
Kızlara çeyizlerinden bahsediyorum
Mahpuslara affı umumiden...
Çocuklara müjdeler veriyorum
Babası cephede kalan çocuklara...
Fakat güç oluyor bu işler
Güç oluyor yalan söylemek...