Doğan Akın

06 Nisan 2012

Darbe davasının ilk sonucu; 35. madde devri kapandı...

Türkiye tarihinde ilk kez darbeciler yargılanıyor. Davaya yöneltilen “100 yaşına yaklaşmış insanların yargılanması anlamsız” türündeki eleştirenlerin...

 

Türkiye tarihinde ilk kez darbeciler yargılanıyor. Davaya yöneltilen “100 yaşına yaklaşmış insanların yargılanması anlamsız” türündeki eleştirenlerin varlığı, bu tarihsel olay için talihsiz bir rastlantı olarak kalmıyor. Davaya ilişkin bu eleştiriler, darbecilerin yargılanmasının geçmişten çok geleceğe ilişkin sonuçlarını  gözden kaçırıyor.

Darbecilerin sanık sandalyesine oturtulması, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun her darbe ve müdahaleye yasal dayanak olarak gösterilen 35. maddesinin ilk kez hüküm ifade etmemesi açısından da önem taşıyor.

Darbenin hayattaki liderleri Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya hakkındaki yargılama sonuçlanmadan böyle bir iddianın nasıl öne sürülebildiğinin cevabı belli. Bu davanın temel iddiası, ispatı aranmayan bir vakaya dayanıyor; darbe! Bir başka ifadeyle; bu davada 12 Eylül 1980'de yapılanın “darbe” olmadığı gibi hükme varılması mümkün değil. Nitekim Evren ve Şahinkaya da, darbe yaptıklarını kabul ediyorlar. Yargılama, daha alt düzeydeki iddialar ve savunmalar üzerine inşa edilecek. Örneğin “davanın zamanaşımına uğradığı” gibi itirazlar karara bağlanacak.

Eğer yargılama “darbenin yasal yetkiler kullanılarak yapıldığı ve suç işlenmediği” yolunda bir kararla sonuçlanmayacaksa, darbe davasını iddianamenin kabul edildiği anda hükmünü inşa etmiş sayabiliriz. Olası bir zamanaşımı kararı da, esasa ilişkin olmayacağı için, bu durumu değiştirmeyecek.

Evet, darbe davasının açıldığı andaki sonucu; artık bu ülkede darbecilere hesap sorulacağı içtihadının yürürlüğe girmesidir. Böylece TSK İç Hizmet Kanunu'nun, darbelere ve müdahalelere dayanak yapılan 35. maddesi, artık bu “kullanışlı” vasfını yitirmiş oluyor.

 

Anayasadan üstün yasa!

 

İhtimal, dünyada anayasadan üstün olan tek yasa TSK İç Hizmet Kanunu'dur. Zira darbeciler hep bu kanuna dayanarak anayasal düzeni ortadan kaldırdılar!

TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesinde orduya verilen “Cumhuriyet'i kollama ve koruma görevi” tam 77 yıldır yürürlükte.

Bu köşede defalarca üzerinde durulan 35. maddeyi içeren 211 sayılı TSK İç Hizmet Kanunu'nun kabul ediliş tarihi 4 Ocak 1961. Ancak 1935 yılında çıkarılan 2771 sayılı Ordu Dahili Hizmet Kanunu da, 35. madde hükmünü aynen içeriyor.

Halen yürürlükte olan 1961 tarihli kanunun 35. maddesi şu hükmü taşıyor:

“Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktır.”

1935 tarihli Ordu Dahili Hizmet Kanunu'nda “34. madde”de düzenlenen bölümdeki ifade de şöyle:

“Ordunun vazifesi, Türk yurdunu ve teşkilatı esasiye kanunu ile tayin edilmiş olan Türk Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktır. Ordu, askerlik sanatını öğrenmek ve öğretmek ile vazifelidir. Bu vazifenin ifası için lazım gelen tesisler ve teşkiller kurulur ve tedbirler alınır...”

Görüldüğü gibi, 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra “Ordu Dahili Hizmet Kanunu” olan adı “TSK İç Hizmet Kanunu” dönüştürülen yasanın “ordunun vazifesi”ni tanımlayan düzenlemesi 1961'de kısaltılıyor ve “cumhuriyeti kollama ve koruma” başlıbaşına bir madde haline getiriliyor.

 

27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat'ın gerekçesi: 35. madde

 

Parlamento tutanakları, 27 Mayıs darbesinin gerekçesi olarak “kollama ve koruma” maddesini resmen kayda geçirmiş bulunuyor.

Emir-komuta zinciri içinde yapılan ilk darbemizin belgesi olan 12 Mart 1971 muhtırasının son maddesinde de “kollama ve koruma vazifesi” vurgulandı. Muhtırada, sivillere emredilen hususların yerine getirilmemesi durumu için  “Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır” ifadesi kullanıldı.

12 Eylül 1980 darbesini tebliğ eden ilk bildiride de; ülke yönetimine “İç Hizmet Kanunu'nun verdiği Türkiye Cumhuriyeti'ni kollama ve koruma görevini yüce Türk Milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararlılığıyla el konduğu” duyuruldu.

35. madde, 1997 yılında REFAHYOL koalisyonunu dağıtan 28 Şubat sürecinin de resmî gerekçesidir. 11 Haziran 1997'de Genelkurmay Başkanlığı'nda verilen brifingde hükümeti hedef alan “gerekirse silah kullanma” tehdidi “kollama ve koruma” görevine dayandırıldı.

Brifingde, dönemin Genelkurmay İstihbarata Karşı Koyma Dairesi Başkanı Tümgeneral Fevzi Türkeri, Başbakan Necmettin Erbakan'ın doğal lideri olduğu Milli Görüş Teşkilatı ve Erbakan'ın nihaî hedefi olan “âdil düzen” ile hükümetin doğrudan adını anarak laik rejimi hedef aldığını söyledi. Türkeri, Genelkurmay Başkanlığı'nın “irticai faaliyetleri bölücü terör ile aynı seviyede gördüğünü, yani birinci öncelikli iç tehdit olarak belirlediğini” açıklarken “lüzumunda silah kullanılacağını” şöyle ilan etti:

“Bilindiği üzere TSK'ın görevi, 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesinde 'Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni korumaktır' şeklinde belirlenmiştir. Bu madde 1935 tarihli eski İç Hizmet Kanunu'nda da aynı şekilde ifade edilmektedir.

Bu görev, TSK İç Hizmet Yönetmeliği'nin 85/1. maddesinde 'Vazifesi, Türk yurdu ve cumhuriyetini iç ve dışa karşı lüzumunda silahla korumak' şeklinde ifade edilmiştir...”

Nihayet, Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya, savunmalarında 35. maddeyi de dayanak aldılar.

Evet; 1935'te kabul edilmiş, 1924 ve 1961 anayasalarıyla birlikte yaşamış, 1982 Anayasası'nı eskitmiş ve 2010'lara ulaşmış, neredeyse “bütün zamanların ana yasası” olmuş “Cumhuriyet'i kollama ve koruma görevinin darbe ile icrası” ilk kez suçlanarak yargılanıyor. 35. madde, artık askeri darbeye motive edemeyecek!

Darbe davasının ilk ve değişmeyecek sonucu budur...