Doğan Akın

24 Mayıs 2010

CHP Parti Meclisi'ne giren en özel isim

18 yaşında bir genç kız. O yaşta ifadesine yerleşen birikim, sohbette adamakıllı kendisini tebliğ ediyor.


''Barışçıl...''
18 yaşında bir genç kız. O yaşta ifadesine yerleşen birikim, sohbette adamakıllı kendisini tebliğ ediyor. Ona Kemal Kılıçdaroğlu'nu soruyorum. Birkaç hafta sonra üniversite sınavına girecek bir gencin, karşısındaki soruya üşüşen zekâsı ve refleksiyle anında bu cevabı veriyor; barışçıl.
Peki Baykal ve Kılıçdaroğlu?
Soru, daha işaretini bulmadan cevaplıyor:
''Bir gencin umutsuz olmasından daha kötü bir şey olamaz. Gördük ki, Baykal olmadan da bir CHP var!..''
Peki Baykal, Kılıçdaroğlu ve kurultay süreci için ne düşünüyor?
''Sonuçta Baykal, gitmesi gerekiyor diye gitmedi. Olanlar yeni birisi gelmesi gerekiyor diye olmadı. Ama işte Baykal'sız da oluyor CHP. Herhangi bir şekilde yeni bir yüz güzel bir şey. Kılıçdaroğlu'nun ilk sözü partiyi gençleştirmek oldu. Benim çocuğum zenginleşmeyecek, dedi. Bunlar çok güzel...''

Kılıçdaroğlu'nun ayrıcalığı

Dupduru, pırıl pırıl bir zihinden çıkan CHP'nin güncel fotoğrafı, Kemal Kılıçdaroğlu'na açılan krediyi de gösteriyor. Kılıçdaroğlu, Baykal ile sorunu olanların da, olmayanların da aynı anda desteğini almak gibi bir ayrıcalıkla CHP Genel Başkanlığı koltuğuna oturdu.
''Konvansiyonel'' diyebileceğimiz bu desteğin, kişisel özelliklerin yanı sıra CHP'yi aşarak siyasetin bütününe ilişkin dengeleri değiştirebilecek olağanüstü koşulların Kılçdaroğlu'na ödünç verdiği bir ''şans''tan kaynaklandığının unutulmaması gerekiyor. Zira Baykalcıların bile Baykal'ı yalnız bırakmasıyla sonuçlanan siyasetteki ''yaşama içgüdüsü''nün Kılıçdaroğlu için hiçbir zaman bugün olduğu gibi ''külliyen destek'' biçiminde tezahür etmesi  söz konusu olmayacak.

Dezavantajı avantajı olabilir mi?

Deniz Baykal ve Recep Tayyip Erdoğan ile yapılan karşılaştırmalarda Kılıçdaroğlu'nun adının yanına hep bir soru işareti eşliğinde yerleştirilen  ''karizma'' meselesi CHP için sürpriz bir sonuç daha doğurabilir mi? Türkiyedeki siyaset deneyimi, ''karizmatik lider'' modelinin ''ortak aklı'', ''parti içi demokrasiyi'', ''farklı görüşlere tahammül''ü, ''eleştiri'' ve ''özeleştiri''yi bir kenara ittiğini de gösterdiğine göre, neden olmasın? Daha az karizma; daha çok danışma, daha çok ortak akıl gibi bir avantaja neden dönüşmesin?
Kürt sorununa teğet geçse de halkın günlük sorunlarında odaklanan, CHP (ve sol) için geleneksel bir kayıp yaratan ''inanç'' kutuplaşmasına prim vermeyen kurultay konuşmasıyla iyi bir başlangıç yaratan Kılıçdaroğlu ''yeni''lik iddiasının yanı sıra ''ortak akıl'' arayışını Parti Meclisi'ne bir ölçüde yansıtmış görünüyor.

En dikkat çeken isim Prof. Sencer Ayata

Kılıçdaroğlu'nun oluşturduğu ekipte, ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü olan Türkiye'nin önde gelen sosyologlarından Prof. Sencer Ayata'nın bulunması büyük bir önem taşıyor. Prof. Mübeccel Kıray'ın öğrencilerinden olan ve Kürt sorunundan göç konusuna kadar çok sayıda önemli saha araştırması yapan Sencer Ayata, uluslararası alanda da büyük bir saygınlığı olan önemli bir bilim adamı. Sencer Ayata ile eşi ODTÜ öğretim üyelerinden Prof. Ayşe Güneş Ayata'nın, Harvard'ın da aralarında bulunduğu dünyanın önemli üniversitelerinde çalışmalar yaptıklarını not edelim.

Kılıçdaroğlu'nun parti yönetimine girmeye ikna ettiği Prof. Ayata, aynı zamanda, Deniz Baykal'ın üzerinde büyük emekleri olan Türkiye'nin iz bırakan Dışişleri bakanlarından Prof. Turan Güneş'in damadı. Turan Güneş'in oğlu Prof. Hurşit Güneş de Parti Meclisi'ne girmiş bulunuyor.

Recep Bey, şansını iyi kullandı

Türkiye, ''yeni'' olanın yarattığı umut ve ''yeniliğe'' olan ilginin sandıktaki ilk büyük sonucuna 1950, son büyük sonucuna da 2002 seçimlerinde tanık oldu. 3 Kasım 2002 seçimlerine  iktidar ortağı olarak giren partiler bile yıpranmış liderleriyle yok oldu; ANAP, DYP, DSP ve SP adeta silinirken Recep Tayyip Erdoğan girdiği ilk seçimden zaferle çıktı.
Ancak Kılıçdaroğlu'nun, AKP'yi 2002'den beri üst üste yapılan dört seçimden de birinci parti olarak çıkaran ''Recep Bey''in eskilere karşı yeni olana verilen şansı iyi değerlendirdiğini unutmaması gerekiyor...
Derler ki; talih asla bahşetmez, ödünç verir!