Doğan Akın

20 Aralık 2012

'Beklenmedik bir havadis' olarak Taraf gazetesi

Gönül ister ki bu gazete, “çok sevdiklerimiz, yarım bıraktıklarımız” arasına katılmasın... Taraf’a değil, hepimize dair bir temenni bu.

 

“Her tutku düşmanıyla birlikte büyür...”

Birlikte geçtiğimiz Ankara Siyasal’ın koridorlarından Cumhuriyet ve Milliyet’e uzanan yılların ve yolların arkadaşı Yasemin Çongar’ın, “Çok sevdiklerimiz, yarım bıraktıklarımız” yazısı bu cümleyle başlar.

Yaklaşık iki ay önce beni Taraf’a davet eden Yasemin’in, kıskandıran bir belagatle insanî tutkuları anlattığı yazısında altını çizdiğim bu cümle, Taraf’ın beş yıllık serüvenine dair ne çok şey anlatıyor.

Ama ardından “Ve,” diyor Yasemin, “yarım kalmamış bir arzu artık arzu değildir”.

Sona ermenin acısıyla ne kadar kuvvetli bir sulh oluş, değil mi?

Taraf için, gazetecilik umudunu kovalayanların hiç arzulayamayacağı son da, ancak böyle bir şey olabilir; doyulmamayı hak etmiş bir tutku.

Kendi hikâyesinde bütün bir medyanın hâl tercümesi de olabilmiş bir gazete karşısındayız.

Taraf’a tuğrasını vuran Ahmet Altan ve Yasemin Çongar ile Neşe Düzel’in istifalarının ardından yapılan yorumları okurken, Roland Barthes’in “Eiffel Kulesi” üzerine denemesi geldi aklıma.

Barthes, yazısının girişinde Guy de Maupassant’ın, hiç sevmediği halde sık sık kulenin lokantasında öğle yemeğine gittiğini anlatır. “Çünkü,” der Maupassant, “Paris’te onu görmediğim tek yer burası!..”

Taraf nihayet batıyor” umudu taşan yorumlar da aynı kör noktadan yapılıyor olmalı. Zira bu ülkede medyanın hâli, sadece, gazeteciliğin hapse düştüğü o sahte ışıltılı gazete binalarından görülemiyor.

Taraf, tiraj ve reytingler ile paraya hükmeden Türkiye medyası “hoşa gitme” vazifesiyle gözlerini kapamışken bu mışıl mışıl uykuyu kâbusa çeviren bir cesaretle ortaya çıktığından beri neler oldu?

Bazı yorumlara bakarsanız, hiçbir şey! Onlara göre bu beş yılda sadece zaman geçti. O zamanın içinden “gizli bir misyon”la geçirilen Taraf’ın da işi bitti.

O “misyon”un karşısına üzerinde güneş batmayan efsaneler yazıldı; AKP’li, cemaatçi, CIA ajanı, AKP düşmanı ve nihayet PKK’lı!

Neden?

Soru, basit bir cevapta buluyor karşılığını: Beklenmedik bir hadiseydi Taraf!

O tuhaf misyon listesi; aslında birbirinin hem kurbanı, hem de suç ortağı olanların beraberliğinde, bir gazeteden tutulan aynaya tahammül edemeyenler çoğaldıkça uzadı.

Nihayet; Ergenekon sürecinde düşman olanların, PKK’nın ve TSK’nın, Kemalistlerin ve muhafazakârların, AKP’nin ve muhaliflerinin karşısında birleştikleri bir hedef oldu Taraf. Türkçülüğün postmodern esasları bu gazeteye karşı da yazıldı.

Beş yıllık muhasebe, elbette Taraf’ın, hakkında kesin delil bulunmayan bazı isimleri suçlu gibi gösteren yayınlarını, yer yer haberciliği öteleyen üslubunu da içeriyor. Ancak bu durum, Taraf’ın tabuları yıkan bir iz bıraktığını görmemizi engellemiyor.

Peki; “çıkarsızlık”ta da tarifini bulan bağımsız gazeteciliği yerleşik olandan ayıran ne?

Ait olmamak!

Habercilikten daha öncelikli çıkarları bulunan büyük gruplara ve kör inançlara, görkemli binalarda gözlere sıkılan ışıklarla kör edilmiş bir gazetecilik anlayışına ait olmamak.

“Sızdırma belge”yle gazetecilik yapılamayacağını öne sürenlerin, kendilerine sızdırılanları nasıl hasıraltı ettiklerini biliyoruz. Misal; Dağlıcaların, Aktütünlerin, “İrtica ile Mücadele Eylem Planları”nın sızdırıldığı gazete Taraf olmasaydı ne olurdu?

Cevap için, yıllar önce sadece Alper Görmüş’ün Nokta’da yayımlamaya cesaret ettiği “Darbe Günlükleri”nin nasıl aylarca “gazeteci” çekmecelerinde tutulduğunu hatırlayın.

Sahi, Taraf’ta 12 Haziran 2009’da “AKP ve Gülen’i bitirme planı” başlığıyla yayımlanan “irticayla mücadele planı”nın seyrini hatırlıyor musunuz?

Belgenin fotokopisini inceleyen Genelkurmay Askerî Savcılığı, “planın Genelkurmay’da hazırlanmadığı” kanaatine varmıştı. Ardından dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, o ünlü tesbitini paylaşmıştı: “Fitne fesat ürünü bir kâğıt parçası!”

Ancak bu “kâğıt parçası”nın aslı savcılara gönderilecek ve Adli Tıp dörde karşı yedi oyla altındaki ıslak imzanın Kurmay Albay Dursun Çiçek’e ait olduğuna karar verecekti. 16 Şubat 2010’da Genelkurmay’a gönderilen belge incelenecek ve Askerî Savcılık bu kez, “ıslak imzanın Çiçek’in eli ürünü olduğu” yolunda bulgularla karşılaşacaktı. Nihayet Askerî Savcılık 1 Mart 2010’da Çiçek’in tutuklanmasını isteyecek, Genelkurmay da aynı gün “yeni deliller” üzerine “kovuşturmaya yer olmadığı” kararının kaldırıldığını duyuracaktı.

Yani Genelkurmay Başkanlığı, Genelkurmay Başkanı’nın sekiz ay önce “kâğıt parçası” diyerek yaptığı açıklamayı tekzip etmişti!

Onca “gizli misyon”a rağmen çalışanlarının ücretlerini dahi ödemekte zorlanan Taraf, Genelkurmay Başkanı’nı bile tekzip eden Genelkurmay açıklamalarının, kulelerindeki gazetecileri tekzip edemediği bir ülkede yayımlandı.

Peki, ne olacak?

Aslında olan oldu. Habercilik; Taraf tecrübesiyle de paradan, kör inançtan, gazetecilerden kayıtsızlık satın alan kirli olanaklardan “arınma” umuduyla, editoryal bağımsızlığın imkânlarıyla döllendi.

Gönül ister ki bu gazete, “çok sevdiklerimiz, yarım bıraktıklarımız” arasına katılmasın...

Taraf’a değil, hepimize dair bir temenni bu.

Anlıyor musunuz?

 

(Taraf - 20 Aralık 2012)