Doğan Akın

12 Eylül 2011

Başbakan, Hüseyin Çelik ve 'sapkın' Kızılbaşlar!

Askeri-bürokratik vesayetin bertaraf edilmesi; hem inanç, hem etnik köken...


Askeri-bürokratik vesayetin bertaraf edilmesi; hem inanç, hem etnik köken, hem de hayat tarzı açısından azınlıkta kalanları hedef alan nefret söyleminin sorgulanması açısından Türkiye’de ilk kez komplolara kapalı bir zemin yaratıyor.
Hayat tarzına ve herkesin kimliği ile inancına gerçekten saygı göstermeyi; askeri-bürokratik vesayet oyunlarının fişteklemesinden ibaret bir “psikolojik harekât” senaryosu olarak halının altına süpürmeden, demokratik bir düzende yan yana yaşamanın asgari koşulu olarak belki de ilk kez tartışabileceğiz. 
“Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman” geleneği, bu kez mağduriyet cephesinde değil, tam aksine askeri vesayeti bizzat gerilettiği iktidar mevkiinde demokrasi standartlarıyla sorgulayabileceğiz. 
Hemen her iktidarın bir nefret söylemi, her nefret söyleminin bir muktediri oluyor. AKP iktidarı da, yaklaşık dokuz yıldır bu yolda ciddi bir külliyat oluşturdu.
Hatırlayın; Başbakan kafasındaki ayrımcı coğrafyanın “kadın-kız” meselesine kadar uzandığını henüz ilan etmemiş, hiç olmazsa bu mevzularda halet-i ruhiyesini nefret lisanında tercüme etmemişti. 
Evet; Başbakan’ın, bir yılbaşı gecesi, sorusunu beğenmediği gazeteciyi “Ağzın leş gibi içki kokuyor” diyerek haşlamasından çok sonra, ama Hopa’da zırhlı aracın üzerine çıktıktan sonra polis tarafından feci bir şekilde dövülen protestocu için “O kadın, kadın mıdır, kız mıdır” demesinden biraz önceydi. Başbakan, koyu bir Sünni İslam merceğinden Aleviliğe nişan almakla yetiniyordu.
O ve partisi AKP, hem 12 Eylül’deki Anayasa değişikliği referandumunu, hem de 12 Haziran’daki seçim kampanyasını Alevi karşıtlığı üzerine oturtmuştu.

‘Önemli olan boy değil, soy…’

Anayasa değişikliği için halktan destek isterken “Artık (yargıda) dedelerden talimat alarak atama dönemi bitiyor” diyen de (29 Ağustos 2010 – Sincan), seçim mitinglerinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Aleviliğini dilinden düşürmeyen de Başbakan Tayyip Erdoğan’dan başkası değildi. 
Misal, referendum kampanyası için gittiği Gaziantep’te (15 Ağustos 2010) “Önemli olan boy değil… Önemli olan soy, soy” sözleri Başbakanımıza aitti.
Erdoğan, 17 Ağustos 2010’da gittiği Çorum’da, “Çorum’un Ebussuud Efendisi ile gurur duyduğunu” söyleyebilmişti. Yavuz Sultan Selim ve oğlu Kanuni döneminde şeyhülislamlık yaparken “Alevi-Kızılbaş katlinin helal olduğu yolunda fetva veren, Alevileri sapkın, bozguncu, dinsiz, imansız ilan eden” Ebussuud Efendi ile gurur duyduğunu ilan eden bir Başbakanımız da olmuştu.

‘Bana Aleviler ceza verdi’ mesajı

Hatta Erdoğan’a göre, İstanbul Belediye Başkanı’yken Siirt’te okuduğu şiir nedeniyle mahkûm edilmesi de, Alevilerin Sünni bir siyasetçi olarak kendisine düşmanlığından kaynaklanıyordu. O hukuk garabeti için, 5 Eylül 2010’da Kazlıçeşme’de yaptığı mitingde ne demişti Erdoğan?
“Artık yargı ideolojik davranmayacak. Bana davrandı. Çünkü ben bizzat bunun bedelini ödedim. Yargıtay’da maalesef belli bir mezhebî grup bu noktada öyle yaklaştı. Yaptığım neydi benim? Sadece okuduğum bir şiirdi…”  

‘Biliyoruz ki Kılıçdaroğlu Alevi’

Erdoğan, seçim meydanlarında CHP lideri Kılıçdaroğlu’na çatarken de Alevi karşıtlığını temel hareket noktası yaptı. Bu konudaki onlarca örnekten biri, Muş mitinginde (30 Nisan 2011) dile getirdiği “Biliyoruz ki Sayın Kılıçdaroğlu Alevilik kültürüyle yetişmiş bir insandır. Alevidir” sözleriydi.
“Kendisi hani Alevilik kültüründen gelen birisidir ya, hani Alevilik vardır ya kendisinde… Kendisine Hacı Bektaş Veli’yi hatırlattık…. Kendisi Hacı Bektaş-ı Veli’nin malum Alevilik kültüründendir ya…”  sözleri de, Erdoğan’a ait. Başbakan, Kastamonu ve Amasya mitinglerinde (4 Mayıs 2011) Kılıçdaroğlu’nu bu ifadelerle anmıştı.
Bir de, “Referandumda hayır diyenler darbecidir” sözleri için hakkında açılan bir davaya gönderdiği savunma var. Başbakan;  “Ehlisünnet dışı sapık bir mezhep” sorusuna “Alevilik” cevabı veren Zaman gazetesindeki bulmaca için bir vatandaşın açtığı davanın reddedildiğini belirterek kendisini savunmakta sakınca görmemişti.

‘Af edersiniz ne Rumluğumuz kaldı…’

Evet; Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman!
Bugün 31. yıldönümünü idrak ettiğimiz 12 Eylül darbesiyle serpilen “Türk İslam sentezi”, darbelerin kalıntılarını sadece anayasa metinleriyle temizleyemeyeceğimizi gösteren bir “resmi ideoloji mevzisi” olarak yerli yerinde duruyor.
Ne kadar Alevi çalıştayları yaptırsa da, ne kadar Kürt açılımından söz etse de, hatta ne kadar iyi niyetle bazı adımlar atmaya yönelse de bu zihin coğrafyası paçalarından çekiştiriyor Erdoğan’ı. Aleviler dışında bu ülkenin diğer vatandaşları da payına düşeni alıyor bu çekiştirmeden. 
Misal, seçim kampanyasını değerlendirirken “Ne Yahudiliğimiz, ne Ermeniliğimiz, ne af edersiniz Rumluğumuz kaldı” diyebiliyor. 
Türkiye’nin vatandaşlarından söz ederken “Af edersiniz Rumlar” diyen Türkiye’nin Başbakanı, Öcalan’dan alıntıyla PKK ve BDP’ye yüklenirken Kürt seçmenlerine “Bunların İslamla alakası yok, bunlar Zerdüşt” diye hitap edebiliyor.

‘Kılıçdaroğlu’na Alevili mi diyeceksin, Kızılbaş mı?’

Hatırlar mısınız; Başbakan’a çok yakın bir medya patronu, mülakat vermek üzere sahibi olduğu televizyona konuk olacak Kemal Kılıçdaroğlu için yayın yönetmenine “Alevi mi diyeceksin, Kızılbaş mı” diye soruyordu. İlhan Cihaner’in Erzincan Başsavcısı’yken mahkeme kararıyla yaptırdığı telefon dinlemeleri, böyle bir diyaloğu da önümüze koymuştu… 
PKK cinayetleri için bugün BDP milletvekillerini hedef göstererek manşete “KATİL SİZSİNİZ” başlığını çıkaran Yeni Şafak’ın Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Ziya Cömert, hatırlıyor mudur Cihaner dosyasındaki o konuşmaları? Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman o coğrafyanın koşullandırdığı zihinlerde etnik olarak Kürt, dini olarak Alevi karşıtlığının kardeşliğini görüyor mudur?

Hüseyin Çelik’e haksızlık etmeyin

Şimdi, Başbakan’ın dizlerinin dibindeki divana uzanmış sayıklayan AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in “Kılıçdaroğlu mezhep dayanışması nedeniyle mi Suriye’ye sahip çıkıyor” sözlerini tartışıyoruz. 
Çelik’e haksızlık etmeyelim. Başbakan’ın ciddi bir külliyat oluşturan ayrımcı dili partisinin ağzında yeniden doğuyor, serpiliyor, gelişiyor. “Özür dile” çağrıları yapılan Hüseyin Çelik, ilham da aldığı Başbakan’dan ihtimal bir “aferin” bekliyor… 
Belki düzeltecektir sözlerini Hüseyin Çelik. Belki, “Mezhep demek istemedim, Alevilik alt tarafı bir kültürdür” diyecektir!..
Belki bir el sırtını sıvazlayacaktır Çelik’in. Bir dönüp bakacaktır ki arkasına, Kürt siyasetinin seçim başarısı için “Ermeni sınırına kadar dayandılar” vecizesinin sahibi Cemil Çiçek, kendisini TBMM Başkanlığı’na da çıkartan Tanrı Dağı’ndaki mevkiinden Hira Dağı’na doğru gülümsüyor!
Bu kadar yeter…
Bütün bu külliyata, ilkokuldan lise sona kadar okutulan zorunlu din dersleri kitaplarında  Aleviliğe ayrılan payın toplam 1158 sayfa içinde sadece 6,5 sayfa yer tutabildiğini de ekleyin.
Alevi açılımı, öyle mi?
Şiir seven Başbakan, Melih Cevdet’i de sever mi, bilmiyorum.
“Fakat güç oluyor bu işler…
Güç oluyor yalan söylemek…”