Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay’a atfedilen ve Tempo24’te yayımlanan günlüklerin, AKP hükümetine karşı darbe girişimlerini ilk kez ortaya çıkardığı iddiası doğru olmaz.
Bazı generallerin darbe eğilimleri konusunda meslektaşlarımız tarafından bugüne kadar çok sayıda dosya, haber ve yazı yayımlanmış bulunuyor. Unutmamak gerekir ki, tartışmalı dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de, Fikret Bila’ya verdiği demeçteki (Milliyet – 9 Temmuz 2008) “Darbe girişimi var da demem, yok da demem” sözleriyle bazı generallerin siyasete müdahale eğilimlerini teyit etmiştir.
Günlükler elbette haber
Balbay’a atfedilen günlükler üç ayrı açıdan üzerinde dikkatle durmayı gerektiriyor.
Uzunluğu sabrınızı zorlayacak olan bu yazıda, günlüklerdeki diyalogları Ergenekon davasının menzili, yüksek komuta kademesindeki ittifaklar-çatışmalar ve gazeteci-haber kaynağı ilişkisinin sınırları başlıkları altında analiz etmeye çalışacağız.
Bu analizin, soruşturma makamlarınca Balbay’a atfedilen günlükteki diyalogların gerçeği yansıttığı varsayımına dayandığının altını çizelim.
A- HUKUKİ BOYUT VE ERGENEKON DAVASI
1- Günlüklerdeki konuşmalar, ikinci Ergenekon iddianamesinin dayanaklarından birisini oluşturuyor. Soruşturma makamlarının kayıtlarına göre, “Balbay’a ait Casper marka dizüstü bilgisayar içerisinden çıkan Western Digital marka, seri numarası WMAM9EF31256 olan bilgisayar hard diskinde yapılan inceleme neticesinde” ortaya çıkarılan notların bir kopyasının eşzamanlı olarak Balbay’a verilerek bu durumun tespit edilmiş olması hukuki açıdan önem taşıyor. Aksi halde söz konusu notlara ekleme veya çıkarma yapıldığı, günlükteki kayıtların çarpıtıldığı yolundaki iddialar önemli bir dayanak kazanabilecektir. Cumhuriyet gazetesinde, söz konusu kopyanın verilmediği yönünde haberler çıktığını anımsatalım.
2- Tutuklu yargılanan Balbay’ın, kendisine atfedilen günlükler konusunda ne düşündüğünü bilmiyoruz. Balbay, bu notların kısmen ya da tamamen kendisine ait olmadığını söyleyebilir. Bu girişim, soruşturma makamlarının elindeki bulguları geçersiz kılacak kanıtlarla yapılırsa Ergenekon soruşturması yeni bir tartışmanın odağına oturur.
3- Balbay, günlüğün kendisine ait olduğunu, ancak not ettiği görüşmelerin kendisi açısından hukuki sonuç doğurmayacağını söyleyebilir. Bu da önemli bir olasılıktır. Ancak bu durum, günlükteki notlara darbe eğilimi içeren ifadeleri yansıyan isimler açısından sorumluluk doğurabilir.
‘Darbe günlükleri’ ile Ergenekon arasında köprü mü?
4- Balbay’a atfedilen günlüklerin hukuki düzlemdeki en önemli sonucu, daha önceki “darbe günlükleri” dosyası ile Ergenekon davası arasında köprü oluşturması olabilir. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’e atfedilen darbe günlükleri dosyası, olayı ortaya çıkaran Nokta Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni Alper Görmüş’ün taraf olduğu davada kapatılmıştı. Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın da “elde belge, bilgi olmadığı” gerekçesiyle kapattığı bu dosya, Balbay’a atfedilen günlükler nedeniyle Ergenekon davası kapsamında açılabilir. Örnek’e atfedilen günlükteki bazı önemli isimler, Balbay’a atfedilen günlükte darbe eğilimleri içeren konuşmaları yapan isimler olarak öne çıkıyor. Bu isimlerden bazılarının Ergenekon soruşturmasında uzun süredir suçlanmakta olduğunu anımsatalım.
B- KOMUTA KADEMESİNDEKİ İTTİFAK VE ÇATIŞMALAR
5- Günlükler, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) övündüğü emir-komuta zincirine kesin itaat ve yüksek disiplin standartlarının, AKP’nin iktidara geldiği 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra sarsıldığını açıkça ortaya koyuyor. TSK’nın zirvesindeki 4 orgeneralden (Kara, Hava, Deniz kuvvetleri ile Jandarma Genel komutanları) ikisinin Genelkurmay Başkanı’na karşı açıkça ve yer yer hakaretamiz ifadelerle vaziyet aldıkları görülüyor. Bazı ordu komutanlarıyla generaller de, AKP Hükümeti’ne karşı çıkmadığı için dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e “molla” sıfatını yakıştıran bu grup içinde yer alıyor. Günlükler de gösteriyor ki, “birlik içinde davranmaya” büyük bir önem veren TSK’nın yüksek komuta kademesi içinde AKP iktidarı döneminde eşine ender rastlanacak ölçüde büyük bir çatlak meydana gelmiştir.
6- Çatlağın temelinin bir önceki Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu döneminde atıldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Özkök’ün Genelkurmay Başkanlığı’nı önlemeye çalışan Kıvrıkoğlu’nun bu girişiminde başarılı olamadığı biliniyor. Kıvrıkoğlu, Genelkurmay Başkanlığı’nı önleyemediği Hilmi Özkök’ü bu görevde kuşatmak için istisnai bir uygulamaya giderek emekliliği gelen dönemin Jandarma Genel Komutanı Aytaç Yalman’ı Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na getirdi. Darbe planlarında adı öne çıkan Şener Eruygur da Yalman’dan boşalan Jandarma Genel Komutanlığı’na atandı.
Darbe eğilimine karşı makulde buluşan üç general
7- Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün hükümetle birlikte kendisini de alaşağı etmeyi düşünen gruba nasıl direnebildiğinin üzerinde durmak gerekiyor. Özkök’ün, darbe eğilimlerinin belirginleştiği dönemde 1. Ordu Komutanı olan Yaşar Büyükanıt ve Genelkurmay 2. Başkanı olan İlker Başbuğ’un desteğiyle siyasete müdahale baskılarına direndiği anlaşılıyor. Aralarında üslup farkları bulunan bu üç ismin “kanka” olduğu sanılmasın, darbe planlarına karşı “makulde buluşmuş” üç generalden söz ediyoruz. Darbe planlarında en öne çıkan isim olarak görülen dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’un, o sırada Genelkurmay 2. Başkanı olan Orgeneral İlker Başbuğ için “Nasıl biridir” sorusu üzerine, “O Genelkurmay’da (yani Hilmi Özkök’ün yanında-D.A) artık. Başka söze gerek var mı” dediğini anımsatalım.
8- Orgeneral İlker Başbuğ Genelkurmay Başkanlığı’na atandığında yaptığı ilk icraat, o sırada Ergenekon tutuklusu olan Hurşit Tolon ile Şener Eruygur’un Kocaeli Garnizon Komutanı’nca ziyaret edilmesi için emir vermek oldu. Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanlığı sırasında yapılmaması bazı sitemlere yol açan bu ziyaretin Başbuğ’un emriyle gerçekleştirilmesi birlikte çhareket eden generaller arasındaki söz ettiğimiz üslup farkını gösteriyor. Cezaevine ziyaretin bir üslup farkını aşan vurgusunun gerekçesini, Başbuğ’un Hurşit Tolon’la Harbiye yıllarından kaynaklanan okul arkadaşlığı hukukunda aramak yanlış olmayacaktır.
Özkök’ün çizgisindeki sürpriz ve Büyükanıt’a vefa
9- Genelkurmay Başkanlığı sitesinde özgeçmişini yayımlarken “Anayasa gereği Başbakan’a karşı sorumlu olduğunu” vurgulayan Hilmi Özkök’ün kişisel çizgisinde sürpriz sayılan en önemli açıklama, Şemdinli’de Seferi Yılmaz’a ait kitapçının bombalanması (9 Kasım 2005) olayının ardından geldi. Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt’ın, bombalamanın faillerinden biri olarak suçlanan astsubay Ali Kaya için “Tanırım iyi çocuktur” demesi büyük bir tartışma yaratmıştı. Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanlığı’na atanmasını tartışma konusu yapacak düzeyde tepkilere neden olan bu açıklamanın ardından Hilmi Özkök’ün “Büyükanıt’tı daha büyük oldu” sözleri dikkat çekti. Özkök’ün kişisel üslubuna uygun görünmeyen bu destek, yüksek komuta kademesindeki bazı darbe eğilimlerine karşı makulde buluşarak direnen generaller arasındaki hukuktan kaynaklanan bir çıkış olarak değerlendirilebilir.
Sert komutan da, yumuşak komutan da tepki gördü
10- Günlüklerin yüksek komuta kademesinde ortaya koyduğu önemli bir görüntü de, darbe eğiliminde olan generallerin tepki gösterdiği komutanlar yelpazesinin genişliğidir. Günlüklerden anlıyoruz ki, 28 Şubat müdahalesini dönemin Genelkurmay Başkanı olarak şekillendiren İsmail Hakkı Karadayı da, AKP Hükümeti’ne karşı yumuşak üslubu nedeniyle “molla” sıfatı bile yakıştırılan Hilmi Özkök de, darbe eğilimi taşıyan ekibin tepki gösterdiği isimlerdir. Yüksek komuta kademesinde siyasete müdahale eğilimi taşıyan generaller, geniş bir kesimce “post-modern darbe” olarak nitelenen ve hükümet değişikliğine neden olan 28 Şubat sürecinin komutanını bile yeteri kadar sert bulmamıştır. Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’la Anıtkabir’e giderken konuşması bazı generallerce eleştirilen Karadayı’nın “Adam Başbakan, o kadar da konuşmayacak mıyım” diye yakındığı yolunda günlüğe düşülen not dikkat çekicidir. Karadayı’nın bu yakınması yanıt olarak emekli Orgeneral Doğu Aktulga’nın ağzından günlüğe düşülen not, “Mesele yaptık, olmaz dedik” şeklindedir.
11- Sivillerle buluşmalar sırasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komutanına karşı ağır ifadeler de kullanan generallerin siyasete müdahale eğilimlerinin süreç içinde giderek “şahsileşmiş” bir dava haline dönüştüğü de görülüyor. Darbe eğiliminin bir “nakıs teşebbüs” düzeyinde kaldığını söyleyebiliriz. Bir orgeneralin “şahsi” davasının herhangi bir şahsi davranıştan farkı elbette ayrı bir tartışma konusudur. Bu bağlamda günlükler, tartışılan generallerin kamuoyu oluşturma faaliyetinde ne kadar dar kapsamlı bir çevreyle sınırlı kaldıklarını göstermesi açısından da dikkat çekiyor. Darbe eğiliminde adı en öne çıkan isim olan Orgeneral Eruygur’un emekli olduktan sonra bir sivil toplum kuruluşu olan Atatürkçü Düşünce Derneği’nde Genel Başkan olduğunu da anımsatalım.
12- Nokta dergisinin ortaya çıkardığı “darbe günlükleri” kendisine atfedilen eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek hakkında Balbay’ın düştüğü not önemlidir. Söz konusu notta kendisinden üç kez “servet beyanı” istendiği belirtilen Örnek’in “trilyonluk” bir durumla geri çekilmeye zorlandığı iddiası açıklığa kavuşturulmalıdır.
C- GÜNLÜKLERİN IŞIĞINDA GAZETECİLİK SORUNLARI
13- Balbay’a atfedilen günlükler, notlarda aktarılan diyaloglarda “gazetecilik sınırının aşıldığı” yolunda eleştirilere neden oldu. Şener Eruygur’un ev sahibi olduğu bir sohbette günlükte adları verilmeyen bazı gazetecilerin “Sizin bir numara ile kafanızdakileri yapmanız zor”, “Biz darbe falan yapın demiyoruz, ama şöyle bir duruş Paşam, o yok, o kalmadı”, “Generaller Hilmi Özkök’e gidip ‘sizinle olmuyor’ deseler. Kara Genelkurmay Başkanı olur, Siz Kara Kuvvetleri Komutanı olursunuz…” gibi ifadelerinin gazetecilikle bağdaştırılacak bir yönü olamaz.
14- Balbay’ın, soruşturma makamlarınca kendisine atfedilen günlüklerdeki ifadeleri reddedip reddetmeyeceğini bilmiyoruz. Mevcut haliyle günlüklerde generallere hitaben söylenen ve Cumhuriyet yöneticilerine ait görünen bazı ifadelerin gazetecilik açısından savunulması kolay olmayacaktır. Günlüğün gerçeği yansıttığı yargı kararıyla kesinleşirse, örneğin Balbay’ın “28 Şubat benzeri durum, diyorsunuz ama bu kez atılacak adım sonuç alıcı olmalı. Süreye yayılınca görünen ortada”, “Kara Kuvvetleri Komutanı hazırladığı bildiriye bana ek yaptırdı” gibi ifadelere açıklık getirmesi gerekecektir. Bu ve benzeri sözler hukuki bir sorumluluk doğurur ya da doğurmaz, buna yargı karar verecek. Ancak gazetecilik etiği açısından övünülecek bir durum karşısında olduğumuz söylenemez.