Doğan Akın

07 Ocak 2013

10 soruda, 28 Şubat'ın komutanı Karadayı'nın savunmasının anlamı

28 Şubat döneminin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'nın TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu'nun ardından 28 Şubat soruşturması kapsamında söyledikleri, davanın seyri açısından önemli mesajlar taşıyor

 

28 Şubat döneminin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'nın TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu'nun ardından 28 Şubat soruşturması kapsamında söyledikleri, davanın seyri açısından önemli mesajlar taşıyor.

Daha önce bu köşede yazıldı; "hükümeti yıkmaya teşebbüs" suçlamasıyla başlatılan 28 Şubat soruşturması, 28 Şubat  1997'de Milli Güvenlik Kurulu'nda alınan kararların değil, sonrasındaki süreçte askerlerin icraatı üzerinde ilerliyor. Bu sürecin odak noktası, Batı Harekât Konsepti ve buna bağlı olarak kurulan Batı Çalışma Grubu'nun meşru bir zeminde kurulup kurulmadığını ortaya çıkarmak olacak. Karadayı'nın hem TBMM'deki açıklamaları, hem de savcılık ve tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığı mahkemede söylediklerinden kamuoyuna yansıyanlar işte tam bu noktada ktirik bir önem taşıyor.

Süreci, soru ve cevaplarla irdelemeye çalışalım.

1- Soruşturma ve dava neden 28 Şubat MGK kararları üzerinde odaklanamaz?

Askerler, anayasal bir kurum olan MGK'da sivil üyeler gibi anayasal bir statüde üye olarak bulunuyor. Soruşturma ancak, 28 Şubat 1997'de yapılan MGK'nın bugüne kadar açıklanmayan tutanaklarının, asker üyelerin sivillere cebir ve tehdit uyguladığını ortaya koyması halinde MGK kararına da uzanabilir. Aksi halde, 28 Şubat 1997 kararlarının soruşturma konusu yapılması,  kararların uygulanması için daha sonra genelgeler yayımlayan MGK'nın sivil üyelerinin de sanık sandalyesine oturtulmasını gerektirir. Böyle bir durumun, "hükümeti yıkmaya teşebbüs eden hükümet üyeleri" gibi tuhaf bir görüntü ortaya koyacağı açıktır.

Unutulmamalı ki adli süreçte önemli olan olan; MGK'nın yapısı ile MGK kararlarının demokratikliği değil, kararların Anayasa ve ilgili yasalara uygunluğu.  Yaklaşık dokuz aydır devam eden soruşturmada da, bugüne kadar, 28 Şubat 1997'de alınan MGK kararlarının mevzuata uygunluğu değil, kararlar sonrasındaki süreç sorgulanıyor.

2- MGK kararları sonrasındaki süreci ne özetliyor?

MGK'nın 28 Şubat 1997'de açıkladığı kararların sonrasındaki süreçte iki ana hatta gelişmeler yaşandı. Birincisi; MGK'dan tam iki ay sonra, 29 Nisan 1997'de Genelkurmay Başkanlığı binasında başlayan ve haziran ayı ortasına kadar devam eden hükümet aleyhtarı brifingler. Diğeri de, Batı Çalışma Grubu'nun kurulması ve Batı Eylem Planı dahilinde "fişleme" denilen çalışmalarla paralel bir devlet yönetimi icraatının sergilenmesi.

Brifinglerle başlayan süreç önemli, zira Ankara'daki Başbakanlık merkez binasının arka kapısının karşısında bulunan Genelkurmay Başkanlığı binasında gazetecilerden üniversitelere, yargıdan kamu yöneticilerine kadar uzanan brifing dizisinde doğrudan dönemin Başbakanı (Necmettin Erbakan) ile hükümetini (REFAHYOL) hedef alan konuşmalar yapıldı. Brifinglerde hükümet açıkça, Başbakan'ın fotoğrafları perdeye yansıtılarak hedef alındı.

3- Brifingler nasıl yapıldı, neler anlatıldı?

Genelkurmay Başkanlığı Çakmak Salonu'nda verilen brifinglerde açılış konuşmalarını dönemin Genelkurmay İstihbarat Başkanı Korgeneral Çetin Saner yaptı. Sunumun ardından dönemin Genelkurmay İstihbarata Karşı Koyma ve Güvenlik Dairesi Başkanı Tümgeneral Fevzi Türkeri  karargâhta hazırlanan dosyalar ve görsel malzemeler eşliğinde brifingleri verdi.  Bu brifinglerde bir dizi olay “irticaî faaliyet” bağlamında alt alta sıralandı ve REFAHYOL koalisyonu ile Başbakan'ın kendisi de anılarak "laik cumhuriyetin tehdit altında bulunduğu" öne sürüldü. Brifinglerde ayrıca, Genelkurmay Başkanlığı'nın, ”İç Güvenlik Harekât Konsepti” oluşturarak “Cumhuriyet'i hedef alan tehdit sıralamasını değiştirdiği” açıklandı.

Brifinglerde, TSK'nın harekete geçmesi iki temel gerekçeye dayandırıldı. Birincisi; Genelkurmay'ın, “İslami kesimin, 28 Şubat 1997'de alınan MGK kararlarını her alanda cephe oluşturarak uygulatmamak için dayanışma içine girdiğini” vurgulayarak hükümetin ötelediği MGK kararlarını askerin kendisinin uygulatmak üzere harekete geçtiğini ilan etmekti. İkinci gerekçe olarak, bütün darbe ve müdahalelerin yasal gerekçesi olarak öne sürülen TSK İç Hizmet Kanunu'nun orduyu “Cumhuiriyet'i kollamak ve korumak”la görevlendiren 35. maddesi öne sürüldü.

4- "Gereğinde silah kullanmak" ifadesi de brifinglerde mi kullanıldı?

Evet. Brifinglerde, TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesine vurgu yapıldıktan sonra, bu kanuna uygun olarak düzenlenen yönetmeliğe işaret edilirken bu ifade kullanıldı. Bu konuda brifingde kullanılan ifade, "Bu görev TSK İç Hizmet Yönetmeliği'nin 85/1. maddesinde 'Vazifesi, Türk yurdu ve cumhuriyetini iç ve dışa karşı, lüzumunda silahla korumak' şeklinde ifade edilmiştir” oldu.

5- Brifinglerde, oluşturulduğu belirtilen "İç Güvenlik Harekât Konsepti" doğrultusunda "özel bir yapılanma" da ilan edildi mi?

Evet. 28 Şubat soruşturması açısından en önemli ilan bu "yapılanma" konusunda gündeme geldi. Genelkurmay Başkanlığı'nın “irticaî faaliyetlere karşı Batı Çalışma Grubu” altında bir birim kurduğu brifinglerde ilan edildi. Bu duyuru, Korgeneral Saner tarafından şöyle yapıldı:

“TSK, yasaların kendisine vermiş olduğu vazife doğrultusunda giderek artan irticai faaliyetleri değerlendirmiş ve buna istinaden Batı Harekât Konsepti'ni oluşturmuş ve nasıl daha önce iç güvenlikle ilgili bir teşkilat yapmış ise bu konsepte istinaden de Batı Çalışma Grubu'nu kurmuştur.”

6- Bu duyurunun 28 Şubat soruşturması açısından taşıdığı önem ne?

Dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, hem TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu'nda, hem de soruşturma sürecinde savcılık ve hakimlikte verdiği ifadede kendisi açısından iki önemli vurgu yaptı. Birincisi; 28 Şubat sürecinin simgelerinden olan Sincan'da tank yürütme olayından (4 Şubat 1997) önceden haberi olmadığını söyledi. Hatta, dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir'in, tank yürütme için "Demokrasiye balans ayarı yaptık" sözlerini "aptalca bir ifade" olarak yorumladı. Bu noktada, Vatan Gazetesi Ankara Temsilcisi Bilal Çetin'in, 2006 yılında yayımlanan yazı dizisinde, Çevik Bir'in, tankların kendisinden habersiz yürütülmesini eleştiren Karadayı'ya, yakasına yapışarak çıkıştığı iddiasını dile getirdiğini hatırlatalım. Ancak hem Karadayı, hem Bir'in bu iddiayı teyit etmediğini de not düşelim.

28 Şubat soruşturması sürecinde Karadayı'nın yaptığı ikinci önemli vurgu da, Batı Çalışma Grubu'ndan ve fişlemelerden haberi olmadığını söylemesi ve yasadışı hiçbir şeyin altına imza atmadığını vurgulamasıydı.

7- Karadayı'nın bu açıklamaları neden önemli?

Çünkü bu açıklamalarıyla Karadayı, Batı Çalışma Grubu ile kendisi arasına bir mesafe koyuyor. Bu tavrıyla Batı Çalışma Grubu'nun meşru bir yapılanma olmadığı iddiasının yanında saf tutmuş oluyor. Böylece, bu oluşuma meşruiyet sağlayabilecek tek ihtimal olan, Batı Çalışma Grubu'nun hükümetten ya da MGK'dan gelen bir direktif ve/veya bir tavsiyeyle kurulmuş olabileceği ihtimalini teorik olarak ortadan kaldırıyor. Hükümetten gelen bir direktife dayanmayan BÇG için dönemin Genelkurmay Başkanı Karadayı "Benim haberim de, imzam da yok", dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Bir ise grubun "komutanın" yani Karadayı'nın emriyle kurulduğunu söylüyor.

8- BÇG'nin kuruluşuna ilişkin yazının altında kimin imzası var?

"Genelkurmay Başkanı adına" imza kullanan dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir'in. Bu nedenle Bir, avukatları aracılığıyla  verdiği dilekçede, "Karadayı'dan aldığı emir ve direktiflere göre mutad çalışmayı başlattığını, bugün tutuklu bulanan çeşitli rütbelerdeki tüm personelin BÇG çalışmaları ile ilgili tüm sıralı komutanlarının emir ve talimatları çerçevesinde BÇG’de görevlendirildiğini" söylüyor

9- BÇG belgeleri altında ıslak imzasının olmaması Karadayı açısından sorunu hafifletiyor mu?

Hem evet, hem hayır. Evet; çünkü adli süreçte Karadayı'nın dönemin Genelkurmay Başkanı olarak "BÇG'den haberi olmadığını" belirterek bu oluşumun meşru olmadığı mesajını vermesi, başta Çevik Bir olmak üzere diğer sanıklara yöneltilen suçlama açısından önemli bir somut dayanak oluşturuyor.

Hayır; zira BÇG'nin kuruluşu 28 Şubat 1997'deki MGK'dan iki ay sonra başlayan brifinglerde, bir başka deyişle, Genelkurmay Başkanı Karadayı'nın Genelkurmay'daki makam odasının birkaç adım ötesindeki Çakmak Salonu'nda ilan edildi. Ve bu ilan, bütün brifinglerde tekrar edildi. Karadayı, BÇG'nin kuruluşundan ve fişleme çalışmalarından haberi olmadığını söyleyerek, karargâhına hakim olamayan, makam odasının birkaç adım ötesinde yapılan ve gazetelerin manşetlerine çıkan konuşmaları bilmeyen bir komutan olduğunu da öne sürmüş oluyor. Diğer yandan, 28 Şubat süreciyle özdeşleleşen isimlerden dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı müteveffa Güven Erkaya'nın "BÇG'nin Genelkurmay Başkanı'nın talimatıyla Genelkurmay'da kurulduğu" açıklamasıyla da ters düşmüş oluyor. Erkaya'nın, BÇG'nin "hükümete veya MGK'ya haber verilmeden kurulduğunu" açıkladığını da not edelim. İkinci bir notu da, Karadayı'nın brifinglerin hemen ardından manşetlere çıkan BÇG'nin kendi bilgisi dışında kurulduğunu, aradan yaklaşık 15 yıl geçtikten sonra, meclisin araştırması ve yargının soruşturması üzerine gündeme getirdiği üzerine düşelim.

10- Peki Karadayı, kendisine rağmen bazı gelişmeler olduğunu söylerken haklı olabilir mi?

Olabilir. Zira 28 Şubat sürecinde karargâhtaki çatlağın işaretleri belli olmuştu. 28 Şubat sürecinin  "konuşmayan komutanı" Karadayı iken açıklamalarıyla sürecin sembolü haline gelen isim Güven Erkaya'nın yanı sıra Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir ile dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak oldu. Sonraki süreçte hem Genelkurmay Başkanı ve ardından Cumhurbaşkanı olmaya çalışan Çevik Bir'in, hem tümgeneral rütbesindeki Erol Özkasnak'ın, hem de dönemin Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanı Albay Hüsnü Dağ'ın emekliye sevk edildiklerini unutmamak gerekiyor.

"Asker nizamiyeden döndü" diyen dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile Karadayı'nın, sürecin MGK zemininde tutulması üzerine aynı dalga boyunda hareket ettiklerine ilişkin belirtileri görmemek gerçekçi olmaz. Karadayı'nın, 28 Şubat'ta kendi durumunu anlatmaya çalışırken, astlarının 27 Mayıs 1960'ta uyguladıkları darbeye yanaşmayan ve askerler tarafından rütbeleri sökülerek hapsedilen dönemin Genelkurmay Başkanı Rüşdü Erdelhun'u örnek göstermesini bu düzlemde değerlendirmek gerekebilir.