Çetin Çeko

23 Haziran 2014

Yerel aktörlerin düzen kuruculukta rolleri

Görünen o ki, yerel aktörlerin düzen kurucu olarak rollerini oynamaya başladığı tarih sahnesinde, ne Irak, ne de Suriye eskisi gibi olmayacak

Irak ve Suriye’de yaşananlara hangi bakış açısından bakarsanız bakın, üstünden atlanılmayacak, ıskalanamayacak bir gerçek var. O da, yerel siyasal güç ve aktörlerin düzen kurucu olarak sürece dahil edilmeden, onların onayı, iradesi, katılımcılığı olmadan çözümün ve istikrarın sağlanamayacağıdır.

Bu açıdan mevcut devletler ve yeni oluşacak devletler, içlerinde barındırdıkları uluslar, dinler ve farklı mezhepsel kimlikleriyle tarihten gelen yerleşik doğal sınırlara tekabül eden, evrensel demokratik hakları kapsayıcı yeni bir yapılanmaya yönelmiş durumdalar.  Özellikle Ortadoğu’da seküler, karma siyasal aktörlerin dışında mezheplerin ve ulusların tekrardan tarih sahnesinde ağırlıklarının olmasının nedenlerinden biri de budur.

Çünkü ulusal, dinsel ve mezhepsel ayrımcılığın, baskının devam ettiği coğrafyalarda şu ana kadar kendilerini ulusal kimlikleriyle öne çıkaramamış ve eşitler kategorisinde yer verilmemiş uluslar, ulusal hakları,  dinler ve mezhepler ise ruhani hakları için çaba içindeler.

Kemalistler ve İslamcıların önemli bir kesimi, hatta Öcalan’ı da buna katabiliriz, “kimlik ve mezhep siyasetinin ülkeyi, toplumu bölen ve parçalayan bir siyaset olduğu, buna karşı mücadele edilmesi gerektiği” tezini savunurlar. Bu tez, özünde egemen ulus, egemen din ve egemen mezhebin, diğer kimliklerin eşit hak ve sorumluluk taleplerine karşı baskılamaya, barajlamaya yönelik bir söylem ve siyaseti içinde gizler.

Oysa modern anlamda demokratik toplum ve kurumların inşasında “kimlik siyaseti” pozitif ve tarihsel haksızlıkların giderilmesinde önemli rollere sahiptirler. Çok uluslu devletlerde baskı altına alınmış, asimile edilmiş, ötekileştirilmiş "alt" uluslar, dinler ve mezhepler var oldukça kimlik siyaseti de var olacaktır.

Batı coğrafyasının tarih koridorunda oluşan ulus devletler, -istisnalar hariç- barış ortamında kardeşçe inşa olmamışlardır. Bir ulusun diğer ulusa uyguladığı baskının sonucu diğeri devletleşmiştir.

Fakat Ortadoğu’da Birinci Dünya Savaşı ardından, dönemin emperyalist devletleri İngiltere ve Fransa’nın sömürgeci cetvel siyaseti belirleyici olmuştur. Her iki devletin milim şaşmayan cetvelle çizilmiş yapay devlet sınırları ve kendilerine bağımlı iktidarlar, günümüz kuşaklarına savaş ve kaosu miras olarak bırakmıştır.

Irak ve Suriye’deki iç savaşlar, ulusal ve mezhepsel sorunlarındaki eşit kolektif haklara sahip olamama, bir kimliğin tek başına iktidara sahip olup, diğer kimliklere hükmetme ve yönetme ısrarından kaynaklanan savaşlardır.

 

Beklenmeyen hamle

 

Irak’taki Arap Sünni bölgesi Musul başta olmak üzere birçok bölge Şii Bağdat yönetiminin denetiminden çıkarak Sünnilerin eline geçti. 60 bine yakın çoğunluğu Iraklı Şii asker, mevzilendikleri toprakları kendi anavatanları, halkı kendi mezhebinden görmediği için, askeri karargah ve araç gereçlerini bir çırpıda yerel isyancı güçlere teslim ettiler veya saf değiştirdiler.

Bağdat’ın uyguladığı tekçi siyaset, Irak Şam İslam Devleti, eski Baascılar ve Sünni aşiretlerin ittifakı ile Sünni halktan destek alarak Bağdat yakınlarına kadar ilerledi, dünya petrol fiyatları tavana vurdu. Bu beklenmeyen gelişme, öteden beri sorgulanan Çok Uluslu Güç’ün 2003 Irak'ı işgali sonrası bölgeye yönelik izlediği politikayı tekrardan tartışmaya açtı. Ayrıca Obama’nın iktidara gelmesiyle yapılandırılan ABD’nin dış siyaseti bağlamında Irak politikası yeniden sorgulanmaya başlandı.

Ama şu açık ki, Nuri El Maliki yönetiminin Şii siyasal egemen karakterinden kaynaklanan çok uluslu, çok dinli ve mezhepli Irak’ta, bir ulusun ve mezhebin diğer ulusları ve mezhepleri baskı altına alarak yönetmek istemesine verilen tepki belirleyici oldu.

Hatta çatışmanın Kürdistan Bölgesi Yönetimi ile Bağdat El Maliki Yönetimi arasında patlak vereceği ihtimaller dahilindeyken, Sünni radikal İslamcı kesimin Musul operasyonu herkesi şaşırttı.

Siyasal aktörlerin kimlikleri ve hedefleri elbette önemlidir.  Bu ittifakın bileşenlerine baktığımız zaman, demokratik ve evrensel değerler açısından Irak’ın mevcut sorunlarına çözüm getirecek bir yapıya sahip olmadığı açıktır. İktidarı ele geçirdikleri takdirde kendilerine yapılanları başkasına daha ağır bir şekilde yapmayı meşru gören bir anlayışa sahiptirler. İttifakın, Sünnilerin Irak’ta eskiden olduğu gibi tüm Irak’ı yönetmesi mi, yoksa Sünni bölgesini federe yetkilere sahip Kürdistan gibi bir statüye kavuşturup, Bağdat’ın iktidar ortağı olmak mı isteyeceklerini kısa zamanda göreceğiz.

 

Musul krizinin Kürdistan sorununa etkileri

 

Ana başlıklar altında sıralarsak; Musul krizi ardından Kürdistan Bölgesi Yönetimi (KBY) siyasi ve askeri öngörüsüyle önemli ve başarılı bir sınav vermiştir.

KBY, Sünni-Şii mezhep çatışmasında her iki tarafın birbirine ve Kürtlere karşı tavrından dolayı, çatışmalardan uzak durmaya ama Kürdistan topraklarına yönelik saldırılara cevap veren bir duruş sergilemektedir.

KBY’nin krize yaklaşımı, siyasi ve askeri kapasitesi, uluslararası düzeyde Kürdistan üzerinde güvenin oluşmasına, bölgenin demokratikleşmesinde ve istikrarında önemli aktör olduğunu bir kez daha teyit ettirmiştir.

KBY, kendi topraklarını ve bu topraklar dışında yaşayan Kürtleri, Arapları, Türkmenleri, Ermenileri ve Süryanileri saldırı ve katliamlardan korumuş ve insani yardımda bulunmuştur.

KBY, 140. Madde bağlamında Bağdat ile çözümü kitlenen Kürdistan'ın coğrafi ve tarihi bütünlüğü açısından stratejik ve manevi değeri Kürtler için hayati önemi olan Kerkük, Xaneqin, Mendeli, Şingal ve diğer Kürdistan'dan koparılmış bölgeleri idari kontrolüne katmıştır.

Petrol zengini Kürdistan kenti Kerkük’ün KBY'nin idari kontrolüne geçmesi ardından, Şii-Sünni ittifakı artı İran ve Türkiye’nin desteği ile tekrardan Kürdistan'dan koparılmasına ilişkin hamlelerin gündeme gelmesi kaçınılmaz gözüküyor. Bu kez uluslararası baskılar ve Bağdat'ın dayatması karşısında Kürdistan Hükümeti’nin tavrı tarihsel açıdan önem arz ediyor. Kerkük, Kürdistan’ın Irak ile yollarını ayıracağı, iplerin kopacağı en kritik sorun olma özelliğine sahip diyebiliriz.

Irak ile sorunların çözülememesi durumunda, Güney Kürdistan’ın olası bağımsızlık ilanı, bölgesel ve uluslararası şartları Kürtler lehine daha da olgunlaştırmıştır.

Bağımsızlık ilanı kısa süreçte gündeme gelmese bile, Hewler ile Bağdat arasındaki sorunların çözümüne ilişkin KBY’nin, Bağdat karşısında pozisyonu kuvvetlenmiştir.

Geç de olsa dokuz aylık bir süre ardından olağanüstü bir dönemde Kürdistan Hükümeti’nin kurulması, Kürdistan’da demokratik teamüllerin işlemesi açısından önemli bir göstergedir.

Nisan ayında yapılan Irak Genel Seçimleri ardından yeni bir hükümetin kurulma şartları çok zayıf iken, bugün itibariyle neredeyse imkansız bir noktaya gelmiştir.

Kürdistanlı siyasal güçler arasında yaşanan gerginliğin, ulusal çıkarlar söz konusu olduğunda nasıl bir tavır takınılacağı açısında bu kriz önemli bir sınav olmuştur.

Doğal enerji kaynaklarının sahiplerinin yerel güçler olduğu, gerek bölgesel ve gerekse uluslararası güçlerin dışardan düzen dizayn etmesine boyun eğilmeyeceği ortaya çıkmıştır. Dengelerin değiştiği taşların tekrardan yerine oturacağı doğal ama sancılı ve uzun bir sürece girilmiştir.

Düne kadar dizayn masasında kart olarak görülen yerel aktörlerin kart değil, kendi rollerini oynayan oyuncular oldukları artık kabul edilmektedir.

Musul krizi ardından “bölgedeki Kürtlerin kendi geleceklerini kendilerinin belirleyeceğini” hükümet partisi sözcüsü Hüseyin Çelik tarafından dillendirilmesi önemlidir. Bu açıklama, Kürdistan sorunu bağlamında Türkiye’de iktidar kanadının şu ana kadar yaptığı en ileri açıklama olduğu ve üzerinde önemle durulması gereken tesadüfü bir açıklama olmadığının altını çizmemiz gerekir.

Görünen o ki, yerel aktörlerin düzen kurucu olarak rollerini oynamaya başladığı tarih sahnesinde, ne Irak, ne de Suriye eskisi gibi olmayacak! Ya Türkiye ve İran nasıl olacak sorusunu da sormayı unutmamalıyız!

Twitter @cetin_ceko