Cemal Tunçdemir

21 Mayıs 2013

Futbol nereye koşuyor?

San Francisco Chronicle gazetesinden Alan Black, 2010 Güney Afrika Dünya Kupası öncesinde kaleme aldığı makalesinde, ‘’Eğer bu ay, uzaylılar dünyaya gelirse ve ‘siz insanlar ne ayaksınız?’...

San Francisco Chronicle gazetesinden Alan Black, 2010 Güney Afrika Dünya Kupası öncesinde kaleme aldığı makalesinde, ‘’Eğer bu ay, uzaylılar dünyaya gelirse ve ‘siz insanlar ne ayaksınız?’ diye sorarlarsa, onları doğruca Güney Afrika’ya dünya kupası finallerine götürmek lazım. Şu Mavi Gezegen’in dominant canlısı insanın ne olduğunu futboldan daha iyi açıklayacak birşey yok’’ diye yazıyordu.

Bugün artık emekli ve 97 yaşında olan Brezilyalı João Havelange ise, görevini bıraktığı 1998 yılında gazetecilerin, ‘’Kendinizi dünyanın en güçlü insanı gibi hissediyor musunuz?’’ sorusuna gülerek, şöyle cevaplıyordu: ‘’Başkan Yeltsin’in davetlisi olarak iki kez Rusya’ya gittim. Papa Jean Paul ile bugüne kadar 3 kez görüştüm. Suudi Arabistan’a gittiğimde Kral Fahd beni olağanüstü gösterişle karşıladı. Devletlerin başkanlarının her hangi birine bu kadar vakit ayırabileceğini düşünüyor musunuz? Bu en büyük küresel güce saygıdır.’’

Havelange, insan soyunun bugüne kadar icat ettiği en küresel dilin ve heyecanın merkezindeki kurumun, orijinal adıyla ‘Fédération Internationale de Football Association’un, çok bilinen kısaltmasıyla FIFA’nın tam 24 yıl boyunca başkanlığını yaptı. 

Futbol, dünyada kaç insanın düzenli oynadığını kimsenin tam olarak bilemediği tek spor. FIFA’ya göre 1 milyarı aşkın insan futbol oynuyor. Düzenli olarak küfür yiyen de 50 milyon hakem var. Dünyadaki tüm beyaz kireç çizgilerin uzunluğu 25 milyon kilometre ki benim 20 yıllık forvet kariyerimde hiç kireçli sahada oynamışlığım yok. Benim gibi yüz milyonlarca keşfedilmemiş yetenek de muhtemelen, sokak aralarında, boş tarlalarda, betonda, genişçe ev salonlarında oynuyordur.

Peki nasıl oldu da sonuçta daha bir buçuk asırlık bile olmayan bir ‘eğlence’ böyle küresel bir fenomene dönüştü? Öykü nasıl başladı? İkinci sorunun en klasik cevabı bir lise tarih yazılısı sıkıcılığında: 19’ncu yüzyılda sanayi devrimi ve bunun yarattığı istihdam potansiyelinin sanayi şehirlerini oluşturması... Şehirlerde, mesaiden artan boş zamanlarını nasıl geçireceğini bilmeyen kitlelerin doğması… Futbolun, çok büyük kalabalıkların izlemesine imkan veren fiziki yapısıyla müsabakalara kitlesel ilginin başlaması… Olayların gelişmesi…

Elbette ki futbolun 100 küsur yıllık macerasında çok şeyi değişti. Manchester United’ın efsanevi forveti Denis Law’ın, ‘’futbolun tarihinde değişmeyen tek şey, topun şeklidir’’ şutu bu sebeple isabetlidir. Ancak, zaman içindeki bütün değişimine rağmen futbol hala başlangıcındaki gibi basit bir spor. Dünyanın en kolay anlaşılır oyunu. "Tek bir özel oyuncusu(kaleci) ve tek bir kompleks kuralı(ofsayt) var." Bakmayın öyle ‘spor yorumcularının’ saatler süren analizlerine. Almanların efsanevi futbolcularından Sepp Herberger , ‘’top yuvarlak, saha düz, maç 90 dakika. Bunlar futbolun gerçekleri. Gerisi teori’’ demiş. ‘’Teori’’ kelimesi, Eski Yunancadaki ‘’teoria’’ kelimesinden geliyor. Manzara anlamındaki ‘’te’’ ve ‘’manzaraya bakan’’ anlamındaki ‘’horan’’ kelimelerinin birleşiminden oluşmuş. Antik Yunan’da Gladyatör dövüşlerini seyretmeye dışardan gelenlerin oturduğu tribünlere teoria ve bu tribündekilere de teorian derlermiş. Yani, oturduğu yerden, tribünden konuşan takımıdır teorisyenler. Futbolun, seyirci sayısı kadar teorisyeni olması bundandır. 

 

Dünyanın en demokratik oyunu

 

Futbol, Dünyanın en demokratik oyunu. Zengin fakir, dileyen herkes oynayabilir. Oynamak için diğer spor dallarında olduğu gibi özel sahaya, tesise, potaya, ağa gerek yok. Diğer bütün takım sporlarının aksine ekstra ekipmana da ihtiyaç yok futbol oynamak için. Kask, omuzluk, ağ, sopa, özel ayakkabılar şart değil. Dünyanın çoğu fakir ülkesinde çocuklar top bile olmadan, otlardan, çoraplardan yaptıkları yumaklarla oynuyor. Futbol için, uzun boylu, kısa boylu, adaleli, iri yarı, şişman, zayıf, hızlı olmanız gerekmiyor.

İnsan soyunun en ortak özellikleri olan ölüm, doğum ve evliliğin adetleri bile coğrafyadan coğrafyaya, kültürden kültüre değişirken, futbol dünyanın her yerinde aynı kurallarla oynanıyor. Futbolun sahibi olan bir kültür ve ülke yok. Tüm insanlığın ortak malı.

 

Futbol savaştırır da barıştırır da…

 

Futbol o kadar güçlü ki bazen iki ülke arasında savaş çıkarır. El Salvador ve Honduras arasındaki gerilim, 14 Temmuz 1969 günü oynanan milli maç ile sıcak çatışmaya döndü ve iki ülke yaklaşık 100 saat süren bir savaşa girdi. Bazense kimsenin durduramadığı savaşı durdurur. 2006 Almanya Dünya Kupası sırasında, milli takımlarını takip edebilmek için, Fildişi Sahilinde 2002 yılından beri devam eden kanlı güney – kuzey iç savaşında ateşkes ilan edilmişti.

Gününümüzde futbol, politikayı sallama gücüne sahip. Stanford Üniversitesinden Neil Malhotra ve arkadaşlarının yaptığı bir araştırmada, bir ilin futbol takımın başarısının seçmenlerin, muhalif yeniler yerine mevcut politik temsilcilere, yeniden oy vermelerine yol açtığını belirledi. Takımın başarısızlığında ise tepki olarak muhalefete yöneliş gözlemleniyor.

Gününümüzde futbol, ekonomiyi sallama gücüne de sahip. Son 3 Dünya Kupası’nda elenen ülkelerin borsalarında düşüş, üst tura yükselen birçok ülkenin borsasında ise yükseliş yaşandığı tespit edildi.

 

Futbolun gücü aynı zamanda en büyük zaafı

 

Futbol her zaman spordan fazlasıdır denir. Yarattığı heyecan dalgası, kitleleri etkileme gücü ve hepsinden önemlisi para, futbolun hem en büyük gücünü hem de en büyük zaaflarını temsil ediyor.

Futbolun gücünü ilk keşfedenler diktatörler oldu. Futbolun bir beşik olduğu tamamen yabana atılır bir komplo teorisi değil. Kapitalist, komünist, faşist ya da teokratik rejim ve diktatörlerin tamamı futbolun, kitleleri meşgul eden, ‘dikkat dağıtan’ gücünden istifade ettiler, ediyorlar. Futbol, büyük paraların dönmeye başladığı 1970’lerden itibaren mafyaların da ilgi alanına girdi. Kara paraların, kara karakterlerin, kara politikaların aklanmasında önemli rol oynadı.

Ancak bunların hiçbiri futbolun kitleler nezdindeki algısındaki değişim kadar futbolu spor olmaktan çıkarma gücüne sahip değil. İngilizcedeki ‘’sport’’ sözcüğünün kaynağı Fransızca ‘’desport’’ kelimesi. Oyalanma, eğlence, aylaklık anlamına geliyormuş. Ahmet Rasim, 1899 tarihli ‘Şehir Mektupları’nda, "İspor İngilizce bir kelimedir ki bizde koşu, yarış, müsabaka, güreş ve buna mümasil eğlence ve oyunların cümlesine şamildir." demiş. 100 sene önce yazı adamlarımız spor dediklerinde ne farklı şeyler anlıyormuş… Biz, ‘’spor yapıyor musun?’’ sorusuna, ‘’Beşiktaşlıyım’’ cevabı veren kuşaktanız.

 

20’nci yüzyılın en büyük seküler dini

 

Avrupa’nın ve dünyanın birçok yerinde ünlü takımların stadyumlarına taraftarları ‘futbol mabedi’ diyor artık.  Futbolu bir din gibi görüyorlar. Bu yüzden, futbolu 20’nci yüzyılın en büyük seküler dini sayan sosyal bilimciler bile çıkmış.

Biz ‘’taraftar’’ diyoruz. Anglo Sakson dünya ‘’fan’’ diyor. Aslında, ‘’fanatik’’ kelimesinin kısaltılmışıdır ‘’fan’’. Zaten bizde de yavaş yavaş ‘’futbol taraftarı’’ yerine ‘’futbol fanatiği’’ tabiri de normalleşip yaygınlaşıyor.

‘’Fanatik’’ kelimesi, Latince ‘’fanaticus’’ kelimesinden geliyor. ‘’Fanum’’ mabed demek. Mabetlere kapanarak dünyadan el etek çekip kendini dini yaşama verenlere ‘’fanaticus’’ derlermiş. 1600’lü yıllarda, dini meczuplar için bugünküne yakın anlamda kullanılmış. Winston Churchill’in, ‘’Fanatik ne aklını ne de konuyu asla değiştirmeyen kişidir’’ cümlesi ise modern anlamın en güzel tarifi belki de… Buna ‘’takımını da değiştirmeyen’’ şerhi de düşebiliriz artık. Ben, ne zaman ‘’Neden futbolcular ’biz profesyoneliz’ deyip takım değiştirebiliyor da, biz taraftarlar da ‘ben de profesyonel taraftarım‘ deyip takım değiştiremiyoruz, daha iyi oynayan ve keyif veren başka bir takımı takip etmiyoruz?’’ diye soracak olsam, karakterimin masaya yatırıldığı çok sert bir kınama ile karşılaşırım.

Şu son günlerde futbol etrafındaki tartışmalara bakıldığında bile, taraftarlığı bir spor, bir eğlence olmaktan çok, bir dinmişçisine, bir kişilik ve haysiyet meselesi gibi yaşayan sayısının çok fazla olduğu ve hızla arttığı görülebilir. Aslında takım tutmak çoğu insan için ‘hasbelkader’ bir konu. Yani, doğup büyüdüğümüz çevrede, dönemde hangi takım popüler ise ona yönelme olasılığımız çok yüksek. Fakat, bu sosyal gerçeğe rağmen, rakip takımın, toplumda karakteri en bozuk insanlarca tutulduğuna yürekten inanan yığınla ‘fanatik’ görüyorum. Takım tartışması yüzünden bozulan arkadaşlıklar ve hatta parçalanan aileler var. Taraftarı olduğu takım yenildiğinde hayatı alt üst olan, yemeden içmeden kesilen insanlar var.  Taraftarı olduğu takımla ilgili konuları kişisel yaşamının merkezine oturtan insanlar var. Duygularında, başka insanlar, kurumlar, oluşumlar ve politikalarla ilgili düşüncelerinde ve kişisel kariyerinde, ‘taraftarlığı’ ana yönlendirici olan insanlar var. Sevdiği takımı sevenden çok nefret ettiği takımdan nefret edeni kendisine daha yakın gören ‘taraftar’lar var.

 

Futbol belki de bir fantezi sadece

 

Taraftarın takımına yüklediği olağanüstü anlamlara rağmen, bireysel yaşamına somut etki anlamında ‘takım’ yoktur. "Your favorite team doesn't give a  f.ck about you" Twit’inin bu kadar popüler olmasının sebebi de budur. 

Aslında, ‘’fan’’ kelimesinin, ‘’fancy’’ kelimesinden geldiği yönünde bir teori de var. Günümüzde günlük konuşmada daha çok ‘’süslü / lüks’’ anlamında kullanılsa da ‘’fancy’’ aslında, ‘’fantasy’’ kelimesinin kısaltılmış halı.  Eski Yunandaki ‘’fantazya’’ yani, ‘’görüntü, hayal, düş, illüzyon’’. Böyle düşündüğümüzde de anlam, direğin tozunu alıp tam 90’a gidiyor.  Çünkü televizyon çağında futbol spordan çok bir görsel drama. Perulu romancı Mario Vargas Llosa, ‘’futbol insanlara günlük hayatta pek yaşayamadıkları heyecan duygusunu, eğlence duygusunu yaşatıyor’’ diyor. Türkçeye çevirecek olursam, futbol aslında televizyonda dizi izlemek gibi diyor…

Maç denilen fantazyalarda devlerin hazin çöküşüne, yeni yıldızların heyecan veren doğuşuna tanıklık ediyoruz. Neşeyi, öfkeyi, hüznü, nefreti, hayal kırıklığını, yüksek heyecanı, endişeyi deneyimliyoruz. Tıpkı dizi ve filmler gibi, her fanatik için sporda mutlak iyi kahraman bir de mutlak kötü kahraman var. İnat, hırs, hırsızlık, adalet, mağduriyet, adaletsizlik, zafer, teslimiyet, azim, herşey var... Ama gel gör ki tıpkı dizilerdeki gibi, hiç biri gerçek değil. Sonuçta hepsi bir fantezi. Hepsi bir hayal. Hepsi bir vehim…

Futbol kolay kolay ölmez. Futbolu, savaşa, ayrışmaya, nefrete hizmet eden bir vehim gibi yaşayanların sayısı çoğalsa da, barışa, kaynaşmaya, eğlenceye hizmet eden bir ‘spor’ olarak görenlerin sayısı hala fazla.

Futbolu bu iki şekilde algılayan futbolseverleri birleştiren ise şimdilik tek bir şey var: Vuvuzela nefreti. Dünyada futbolu tamamen öldürse öldürse bu zurna öldürürür. Bunu da buraya yazıyorum!