Cem Dizdar

20 Haziran 2010

Darbuka boş konuşmaz

Nahide'de, Kibariye'yi dinliyoruz. Yine su gibi okuyor. Bir de şu asap bozucu sanatçı dayanışması olmasa...

T24 - Nahide'de, Kibariye'yi dinliyoruz. Yine su gibi okuyor. Bir de şu asap bozucu sanatçı dayanışması olmasa... Öyle ya umduğunu değil bulduğunu yiyecek kadar da aç değiliz!


Unutmuştum... "Hacım! Hadi kalk Kibariye'ye gidelim" dedi Hasan Erdem. Dinledik büyük sözü, vardık Nahide'ye. Öyle her yere gidenlerden değilim, 'kapı köpeği'yimdir, bildiğim yerlerden şaşmam. Girişte sahneye hakim bir mevziye kurduk masayı. Ufak ufak 'yürüyoruz'. 


Kibariye, sesine bayıldığım şarkıcılardandır. Her albümünü dibine kadar dinlerim. Gidebileceğim her yerde dinlemeye de giderim. Böyleleri az geliyor gezegene. Yine su gibi okuyor lakin bazı sorunlar da yok değil... Şarkı aralarında, kahve içmeye gelmiş komşusuyla mutfakta laflıyor naifliğindeki konuşmaları başta eğlenceli geliyorsa da ilerleyen dakikalarda fazlaca sıkıcı olabiliyor. 


Bir de şu asap bozucu 'sanatçı dayanışması!' Nahide gibi mekanlarda istemediğin kadar 'misafir sanatçı' buluyorsun. Sahnedeki de, o gece Kibariye'ydi, ister istemez mikrofonda onlarla laflıyor.

Buraya kadar sorun yok da, onların sahneye çıkması en azından benim için epeyce sinir bozucu oluyor. Öyle ya, umduğunu değil bulduğunu yiyecek kadar da aç değiliz!
O gece de sahneye Ercan Saatçi, Fatih Ürek ve Onur Şan çıktı. Şimdi düşünün, ben neden Onur Şan eziyeti çekeyim. Türkü desen türkü değil, şarkı hiç değil. Düpedüz heba etti Neşet Ertaş'ı, üstüne üstlük beni de şahit yazdırdı.


Arkadaşlar! Bırakın böyle gecelerde dinlemeye geldiğimizle başbaşa kalalım.


Neyse ki, o gece sahnede bir başkası vardı da 'misafir sanatçı'lara duyduğum siniri epey bir dindirdi...


Ritim hayatın ta kendisidir 


İnsan hata yapınca, yaşamın da ritmi bozulur ve dağılır gider. Güzel ve kıymetli olan şeyler uçar elimizden, yolunda giden işler sarpa sarar. Sonu ıstıraptır. Yapacak bir şey yoktur... Artık şarkın bozulmuş, tadın kaçmıştır. Oturup adam gibi çekersin acını da, cezanı da. 


Şarkının bozulmaması için ritmi kaybetmeyeceksin. Çünkü, ritm hayattır. Neşenin de hüznün de anlamı ondadır. Hızı ayarlar, yaşama arzusunu artırır, kederi anlamlı kılar, hayatı dönüştürmek için şevk verir. Onun için de ritme titiz olmak, çok çalışmak, iyi çalışmak gerekir.


Ritim meşakkatli iştir. Sabır ister, arzu ister, dayanıklılık ister, kararlılık ister. 


O gece orada, orkestra içinde müziğin -dolayısıyla hayatın- ritmini tutan bir adam, darbuka çalıyordu. Adı, Yaşar Akpençe'ydi.


Bu adam iyi müzik dinlememiz, doğru adım atmamız, neşe bulmamız, kederimizi doğru yaşamamız için bize yol gösteren büyük ustalardan biridir.


İddialı konuşuyorum, bu tip adamlar gezegende az olduğu gibi Türkiye'deki sayıları da bir elin parmaklarını geçmez. 


Her enstrümanda olduğu gibi darbukada da çok 'cambaz' bulunur. Ama iyi müzisyen cambazlıktan öte sağlam, kararlı, tutarlı ve eksiksiz, tam olandır. Yaşar Akpençe gerektiğinde 'cambaz'dır ama daha da fazlası bu enstrümanın 'düşünür'lerinden biridir.


Memleketin ritimlerini en sağlamından atar. Süsleyeceği yerde iyi süsler, bekleyeceği yerde sabırla ve saygıyla bekler. Gereğinde Arap havzasının, Mısır'ın, Hint diyarının da ritimlerini kullanır.
Kibariye nasılsa kulaklarımdaydı, o gece Nahide'de gözümü kırpmadan büyük bir ustayı, Yaşar Akpençe'yi izledim. İstedim ki bugün tanımayanlara biraz onu anlatayım... 


O gece yaşadığım çelişik halleri sanırım en iyi, Tokat Zileli Sadık Doğanay'ın güzel deyişi anlatır; "Bir güzeli meth edeyim bari alem yanmasın / Mah yüzüne bir nikap tut ben yandım, el yanmasın..."