Bu ligde defans ve orta saha arasındaki müdafaa örgüsünü en kuvvetli ören takımlardan biri kuşkusuz ki Orduspor.
Hele ki bu denklemin uzmanlarından Hector Cuper’in gelişinin ardından müdafaa örgüsünün ilmekleri ince balık ağı misali daha da sıkılaştı. O nedenle ilk yarı boyunca Beşiktaş’ın hücum hamlelerinin ‘merkez istasyonu’ Fernandes, Ordu örgüsünün içinde kaybolup gitti. Yardımcısı rolündeki Simao ise bir çok maçta olduğu gibi yine sorumluluk almaktan kaçıp ortalardan kayboldu. Böylece tek yönlü beslenmeye çalışan Holosko ve Mustafa Pektemek koca devre boyunca nafile koşular atan ikiliye dönüştüler. Ordu’nun hükmettiği bu bölümde Ernst ve Veli de her zamanki gibi işin ‘savunma yönü’ne mahkum kaldı. İlk yarının en çok ter dökenleri Gosso, Javito ve Culio’yla birlikte çoğunlukla Sidnei’nin de açıklarını kapatmak zorunda kalan Egemen oldu.
Orduspor’un birbirine yakın oynayan, geçirgenlik katsayısı düşük hatları ikinci yarı biraz da Fernandes’in ‘sazı eli’ne almasıyla gevşer gibi oldu. Fernandes’in yönetimindeki Beşiktaş’ın bir o yana bir bu yana savurmaya başladığı Orduspor takım olarak bir parça oyundan düşünce maç da dengeye geldi. ‘Basit oynama’ kisvesine bürünüp koşuyor, hücuma çıkıyor, geri geliyor gibi yapan Simao, neredeyse bütün maç yalancı koşucuklar (!) atıp esasen hep ‘mış’ gibi yaptı. Ve Beşiktaş çoğu maçta olduğu gibi yine eksik oynamak zorunda kaldı. Bu nedenle Beşiktaş bu haliyle, Orduspor gibi güce dayalı bir takımdan aldığı bir puana sevinmeli diye düşünüyorum.
Son olarak.. Futbol ‘hız’landığında daha izlenir oluyor. Oyunu futbol açısından insanın içini açan bir maça çevirenlerin başında Mustafa Kamil Abitoğlu ve arkadaşları geldi bana göre. Her karara itiraz ederek oyunun hızını düşürmeye çalışan futbolculara ve ağız dolusu küfür eden tribündekilere rağmen Abitoğlu, futbolu daha neşeli ve estetik kılmaya çalıştı elinden geldiğince. Bir teşekkürü hak etmiyorlar mı, ne dersiniz?