Ermeniler piç!
Aleviler kafir!
Kürtler terörist!
Feministler çirkin, aşüfte!
Eşcinseller sapık!
Liste kabarık ve daha da kabartılabilir; hamur Türkiye olunca. Bu öyle bir hamur ki, “tuzu biz olduk, maya bizden” söylemleri bile karşılık bulmuyor . Bu hafta, bu topraklarda, Avustralya’da ırkçılığa, nefret söylemine, katlima maruz kalan bir halkın mensuplarından, 77 yaşındaki kadın araştırmacı Neva Wilson’a kulak vereceğiz birlikte.
Irkçı söylem olarak kabul edilen, “beyaz adam”- yerli halk karışımı kuşak için kullanılan, “half caste/yarım ırk” terimi , bugün bile gündelik hayatta yer yer karşınıza çıkabiliyor. Yüzleşmelerin, özürlerin yüzeysel kaldığında nasıl da bu söylemleri inceltebileceğini bulacaksınız Wilson’un anlatımlarında. Irkçılığın bin beterini yaşayarak geçmiş; anne-baba Aborijin, dedelerden biri İngiliz, diğeri İrlandalı Wilson’un hayatı.
100 yıl süren, melez Aborijin çocuklarını ailelerinden alıp asimilasyon okullarına yerleştirme projesinin kurbanları arasında olmasa da Wilson’un ebeveynleri, dönemin beyaz ve Hristiyanlaştırma politikalarından nasibini alır. Lutheran misyonerlerin etkisiyle, gittikleri okulda İngilizce öğrenirler ama bedelini dillerini yadsıyarak öderler. Wilson bu nedenle öğrenemez dilini: “Çünkü amaç beyaz adam gibi düşünmeye, konuşmaya yönlendirmekti. Belki hayatımızı kolaylaştırmak, beyaz topluma entegre olabilmemezi sağlamak için anne ve babamız, kendi aralarında konuşsalar da, bize dilimizi öğretmediler. Bu çok üzücü ve sinir bozucuydu”.
“Aynı savaşta aynı ülke için savaşmadık mı” söylemine sığınmak da derman değil. 3 kardeşli ailede büyüyen Wilson’un erkek kardeşi orduya yazılır; İkinci Dünya Savaşı sırasında. Birgün, savaş sonrası dönen askerler için resmi törenin ardından, aileler evlerinde kutlama yaparlar. Wilson’un ailesinin evinde de “beyaz” misafirler vardır. Aniden evi polisler basar. Zira bir Aborijin’in “beyaz”ı misafir etme hakkı yoktur. Tutuklanma tehdidi, “basına anlatırız” karşı tehdidiyle savuşturulur o gece. Asker de olsan, Aborijin olduğun sürece eşit haklara sahip değilsin.
Şehirde büyüyen Wilson, lise eğitiminin ardından Polonyalı bir göçmenle evlenir. Komik ve bir o kadar da ırkçılığı açığa çıkaran, turnusol kağıdı işlevi gören durumla karşılaşır. Bir gün evine Avustralya vatandaşı olduğuna dair kağıt gelir. Neden, çünkü bir beyazla evlenmiştir. Oysa Polonyalı göçmen kocanın, değil vatandaşlığı, sürekli oturum izni bile yoktur o esnada.
Mülksüzleştirme, topraklarından etme, yoksullaştırma ırkçı söylemin amaçlarından ve sonuçlarından biridir. Düşünün, Wilsonlar Güney Avustralya’da ev satın alabilen ilk yerli ailedir, binlerce Aborijin aile arasında. O da kardeşinin askerden gönderdiği para ile mümkün olur.
38 yaşında kocasını kaybeder ve 10 çocuğa tek başına bakma cesaretini gösterir Wilson. Yoksullukla, kendi halkından gelen destek ve dayanışma ile başeder.
Üçüncü kuşak olan çocuklarının okullarda karşılaştıkları durumu ise dalga geçerek ve ironi yaparak püskürttüğünü anlatıyor: “ Kızım okulda arkadaşlarına , evinin ormanda olduğunu, vahşi hayvanları avlayarak beslendiklerini, yerde yattıklarını, ne çarşafne yastık ne de yorganlarının olduğunu söylüyormuş. Kafalarındaki imajı yüzlerine vuruyordu. Çünkü bizi, kültürümüzü anlatacak bir eğitim sistemi yoktu”.
Maruz kaldıkları her tür “ötekileştirmeyi” örgütlenerek, kurumlarını kurarak aşmaya çalışırlar. Wilson da uzun yıllar bu yapılarda çalışır. Çünkü Aborijinler, beyazların okullarına, hastanelerine gitmekten çok rahatsızdır. “Sesimiz oldu, bize ses verdi kurumlarımız” diyor Wilson.
Annelikten, bakım hizmetinden çok yorulur. Kendisini üniversiteye denk bir okulda bulur. Tanıştığı bir kadın araştırmacı, hayatını başka türlü şekillendirir. Müzede yerli halkların kökleri, öyküleri, yaşadıkları bölgeler konusunda kayıt çalışması yapan bu kadının yardımcısı olarak işe başlar. İş yerinde çok ayrımcılığa uğrar, istemezler onu orada. Yerli birinin onlara bilgi vermesinden hoşlanmazlar. Ama o yoluna devam eder. Çalışkanlığı ve sebatıyla West Cost(Batı Avustralya) yerli halkın yaşantısı, klan klan kayıt altına alınır, fotoğraflanır. Bu sayede, ailelerinden zorla koparılan bir çok Aborijin, köklerinin izini sürer, bazıları ise akrabalara, geniş aileye kavuşur. Yaptığı çalışmaları “Our identity is our history and our future” kitabında toplayan Wilson, bu aralar ikinci kitap hazırlığında.
Geçmişin geniş zamanı değil anlatılanlar, bugünü de kapsıyor. Beyazların yaşam alanlarına gittiğinizde hala bir Aborijinle karşılaşamıyorsunuz. İşyerleri onlara fiili olarak kapalı; yasal bütün pozitif düzenlemelere karşın. Okullarda Aborijinlere karşı yapılanlar kısmen anlatılıyor, ama tarihin bir döneminde kötü şeyler de olmuş, devlette devamlılık yokmuş gibi bir politikayla. İnceltilmiş olarak ırkçılık böyle örtülüyor. Wilson da doğruluyor: “ Oğlumun ten rengi beyaz, ama o bir Aborijin. Asla kimliğiden utanmadı, tarihini de biliyor. İş başvurusunda ne zamanki kimliğini açıkladı, o iş olmadı. Gerekçe olarak tabii ki bunu söylemediler, ancak biz biliyoruz neden olduğunu”