Burak Cop

17 Şubat 2013

Kapanmayı tartış(a)mamak

Bazı meseleler vardır ki bir yanda bireysel görüşünüz, diğer yanda siyaseten doğruculuk denen oportünizm türü ve/veya kamusal planda “doğru” politik tavrı benimseme gerekliliği sizi iki farklı yöne çeker

Bazı meseleler vardır ki bir yanda bireysel görüşünüz, diğer yanda siyaseten doğruculuk denen oportünizm türü ve/veya kamusal planda “doğru” politik tavrı benimseme gerekliliği sizi iki farklı yöne çeker. Rüzgâra karşı yürümek her zaman zordur. Ezilen, sömürülen, yoksul kitlelere karşı dışlayıcı ve tepeden bakan bir tutuma düşmemek; bir yandan da onların kurtuluşu için onların zihin dünyasını kaplayıp biçimlendiren egemen değerleri (aile, ataerkillik, din, milliyetçilik vb.) sorgulamaya, sorgulatmaya, zayıflatmaya çalışmak incelikli bir siyasal tavrı gerektirir.

Türkiye’de esaslı meseleler çoğu zaman açık yüreklilikle ve cepheden konuşulmadığı, konuşulamadığı için, tali hatta saçma noktalardan patlak verirler. Zorunlu askerliğin yeterince geniş bir insan grubu tarafından tartışılmadığı bir memlekette bedelli askerlik haftalarca ülkenin en önemli gündem maddesi olur. Bedelli askerlik için ciddi bir kamuoyu baskısı hâsıl olur. Hâlbuki bu ihtiyacın çekirdeğinde zorunlu askerlik denen müessese yer almaktadır. Türk halkını Kürt halkından duygusal olarak kopartan, milliyetçileştiren, milyonlarca sıradan insanı, yani anneyi, babayı, kardeşi, eşi, sevgiliyi vs. savaşın bir tarafı ve parçası haline getiren, böylece Kürt siyasal hareketinin talepleriyle sokaktaki ortalama Türkün zihnindeki makuliyet eşiği arasında uçurum açan da zorunlu askerlik değil midir? Türkiye’de zorunlu askerlik belki beş yıl sonra çevresinden dolanılarak değil esastan tartışılmaya, konuşulmaya başlayacak. Basra harap olduktan sonra.

THY hostesleri için tasarlanıp sosyal medyaya sızdırılan eskizler de Kürt sorunu kadar esaslı bir başka meselenin, laiklik sorununun ve buna bağlı olarak da doğaüstü bir gücün öyle buyurduğu inancından kaynaklı biçimde kadınların kamusal yaşamda kapanmalarının tartışılmasına yol açan, saçma bir patlak verme noktası oldu. Bir kez daha önemli ve toplumsal sözleşmeyle çözülmemiş bir konu semboller üzerinden, dolaylı biçimde tartışıldı.

THY’de grev yasağı getiren kanuna karşı eylem yapan 305 çalışan işten atılmış, 143 gün süren direnişin ardından kanunun ilgili maddesi değiştirilmiş ama 300’ü aşkın emekçi işten atıldığıyla kalmıştı. THY yüzde 51’den fazlası “halka” arz edilmiş ancak devlet tarafından yönetilen bir şirket. Kaderine çalışanların hâkim olduğu, alınan kararlarda çalışanların söz hakkının bulunduğu, en basitinden o 300’den fazla insanın işini kaybetmediği bir THY’de, çalışanların görüşü ve onayı olmaksızın ılımlı tesettür tadındaki kostümler birer seçenek olarak dolaşıma sokulabilir miydi?

Özyönetim parantezini burada kapatıp tesettürden devam edelim. Kabul etmek gerekiyor ki iktidarın popülizminin kurguladığı ve pompaladığı laik elitler-dindar kitleler ayrımının gerçeklikle bir bağı var. Evet, bu kurgulanmış bir şey, ancak maddi bir temele de oturmuyor değil. “Sizler başı örtülü kadınları temizlikçi olarak görmeye alıştınız, kendiniz gibi beyaz yakalı görmeye tahammül edemiyorsunuz” cümlesinin, en azından kimilerinin sınıfsal kibri açısından bir gerçekliği vardır. Savaşlarda genelde yoksulların çocukları ölür ve Türkiye’de yıllardır şehit cenazelerinde tabutlara sarılıp ağlayan kadınların büyük kısmının türbanlı oluşu dikkat çekicidir. Dünyanın büyük kısmında olduğu gibi Türkiye’de de yoksulların dindar olma eğilimi/ihtimali daha fazladır. Marx 150 küsur yıl önce dini “kalpsiz bir dünyanın kalbi” diye tanımlayarak bu durumun nedenini veciz biçimde ortaya koymuştur.

Gelgelelim o cümlenin devamında Marx “din halkın afyonudur” da diyecektir. Din eşitsizliğin ve sömürünün sebebi değil sonucudur. Ancak en nihayetinde bir yabancılaşmadır, bu dünyanın eziyeti ve adaletsizliği karşısında insanın kendini avutması, kandırmasıdır. Hele ki kurumsal din, örgütlü din, sömürü mekanizmalarının yeniden-üretimi konusunda egemenlerin geleneksel değerlerinin aile ve örf/adet vasıtasıyla yeniden-üretilmesinin de ötesine geçen bir etkinlik/verimlilik örneğidir. Bu, içinde yaşadığımız zamanlarda özellikle böyledir.

ABD’de olsun Türkiye’de olsun, pek çok tarikat ve dinsel grup etkili/verimli sermaye birikim aracı değildir de nedir? Yasin Durak’ın Konya’daki işçi-işveren ilişkilerini -elbette ki işveren lehine- tayin eden İslami hegemonyayı inceleyen kitabında yer verilen, bir işçinin patronu hakkındaki “namazını kaçırmaz, kul hakkı yemez, harama el uzatmaz (…) [Ona] Allah yardım etmiş zamanında... Neden? Harama el uzatmadı da ondan...” sözleri AKP iktidarının dayandığı ‘rıza’ya dair çok şey anlatmaktadır.

Belki de esen rüzgârın karşısında ama öyle ama böyle eğilip esnemek yerine, biraz da çivi çiviyi söker demek gerekiyor. Bunun böyle olması gerektiği konusunda kesin kararımı vermiş değilim. Okuduğunuz, bir sesli düşünme yazısıdır. Saçı ve boynu kapatmanın kaçınılmaz olarak hayata kapanmak anlamına da geldiğini, Sema Kaygusuz’un deyişiyle “başörtüsünün [pek çok] kadının evden çıkma aracı olmasına”, bu sayede söz gelimi üniversiteye gidebilmelerine rağmen mevzubahis olanın en nihayetinde “zarardan kâr” olduğunu; türbanlı kadının sadece kendisini değil, istese de istemese de kapanmayan kadınları da “işaretlediğini”; kadınların farklı bir görünüm ve ekstra fiziksel zahmetin altına girmeleri (sıcak havada ekstra bunalma vb.) suretiyle başörtüsünün erkeğin kadın üzerindeki egemenliğini devam ettiren ve tescilleyen bir işlevi olduğunu vb. dile getirmek, Türkiye’nin özellikle de kadınlar için daha özgür bir ülke olması yolunda mücadele edenlere en fazla ne kaybettirir?

Yukarıda ifade edilen görüşlere sahip olan ama kâh siyaseten doğruculuk illetinden, kâh muhafazakâr-liberal hegemonyanın etkisi altında bulunmaktan ötürü bunları kamusal alanda dile getirmeyen, dile getirme cesaretini gösterenleri de özgürlük karşıtlığı, Kemalistlik, laikçilik vs. gibi şeylerle suçlayan “düşünsel şizofrenler” şöyle dursun. Ataerkillik sorunsalı kadınların kapanmasından ibaret olmadığı gibi, belki en önemli unsuru/dışavurumu da bu değildir, kabul. Kadınların örtünmesi geniş Doğu Akdeniz ve Ortadoğu coğrafyasında kadim bir gelenektir, İslam’dan önce ve İslam dışında da vardır, kabul.

Ancak THY hosteslerine zorla daha kapalı kostümler giydirilmek isteniyorsa, TRT çıplak kadın omzunu sansürlüyorsa, kadın bedeninin örtülmesi/gizlenmesi gereken bir şey olduğu görüşü sürekli ve zımnen pompalanıyorsa, kürtaj meselesi üzerinden kadının kendi bedeni üzerindeki tasarrufunu sınırlandırmak için zemin yoklanıyorsa, ‘aile’ dışında bir kadın tasavvur edilmek istenmiyorsa; bırakın biz de meselenin kabuğuna değil esasına dair bir şeyler söyleyelim. Dinin, bütçesi hepimizin vergileriyle oluşturulan devlet okullarının müfredatı dâhil olmak üzere dört bir yandan her türlü vasıtayla topluma benimsetilmeye çalışıldığı, fikrimiz alınmadan “yüzde 99”luk çoğunluklara dâhil edilip durduğumuz şu memlekette bırakın biz de önerdiğimiz alternatif ahlakı anlatalım.   

 

BirGün Pazar – 17 Şubat 2013