Burak Cop

29 Mayıs 2012

Erdoğan’ın seksopolitiği

Arkadaşım ve meslektaşım Ali Abaday dün Twitter’da güzel yazdı: “Biri Başbakan’a nekrofili, sezaryen nedir iyice anlatsa...

 

 

Arkadaşım ve meslektaşım Ali Abaday dün Twitter’da güzel yazdı: “Biri Başbakan’a nekrofili, sezaryen nedir iyice anlatsa. Yeni kelimeler öğrenen çocuklara benziyor. Anlamlarını bilmeden konuşuyor gibi”.
 
Ali’nin şakayla karışık tweet’i özellikle nekrofilinin Başbakan’ın ağzında büründüğü tuhaf anlam bağlamında isabetli görünüyor. Son derece sapkın bir cinsel davranışı ifade eden, yani en hafif deyişle bir ruhsal bozukluğun dışavurumu olan –düşününce de insanın midesini kaldıran– nekrofili, Erdoğan’ın hitabetinde kimi BDP’lileri hedef alan olumsuz bir sıfattan başka bir şey değil.
 
İktidarın, Türkiye’nin küresel ekonomide rekabet gücünü arttıracak bir sermaye birikimine ulaşması için elzem gördüğü itaatkâr toplum özleminde (bkz. Erdoğan’ın “Bu gençliğin büyüklerine isyankâr bir nesil olmasını, milli manevi değerlerinden kopuk bir nesil olmasını mı istiyorsunuz?” sözleri, 6 Şubat) ‘aile’ ve ‘kadın’ önemli konu başlıkları. 
 
Malumu ilam gibi olacak ama zararı yok. Dünyada muhafazakâr siyasetler aile müessesesine çok önem verir. İngiltere’nin muhafazakâr Başbakanı Cameron’un sözlerinde de bunun izini görürsünüz, eski ABD Başkanı Reagan’ın konuşmalarında da. Aile hem piyasacı politikalar yüzünden yoksullaşıp güvencesizleşen yığınların sığınacakları ve dayanışacakları güvenli limandır, hem de kapitalist üretim biçiminin üstyapısını teşkil eden toplumsal müesseselerin yeniden-üretildiği, kuşaktan kuşağa aktarıldığı nüvedir. 
 
Aile zincirinden kurtulmak bireylerin bağımsızlaşması, özgürleşmesi, yani bireyleşmesi yolunda büyük öneme sahip. Bu cümledeki bireyler yerine kadınlar ve gençleri de koyabilirsiniz. Ancak burada AKP içinden çıkamayacağı bir ikilemle karşı karşıya. AKP, İslamcılığı ılımlı bir parti, kadınları toplumsal yaşamdan jiletle kazıyan Taliban gericiliği AKP gibi bir partiye asla model olamaz.
 
AKP bir yandan evlilik (ve aile) müessesesini yüceltip (bkz. Erdoğan’ın “öyle tipler var ki hiç evlenmek diye dertleri yok” yakınması-Eylül 2010, TV dizileri ve reklamlarda bir süredir bir evlenme furyasının yaşanması-Günümüz) kadınları çocuk doğurma makinesi hâline getirmek istiyor (“en az 3 çocuk”). Ancak diğer yandan baş döndürücü bir kentleşme-kapitalistleşmenin hüküm sürdüğü bu ülkeyi yöneten kalkınmacı bir parti, dolayısıyla kadınların işgücü piyasasında artan oranda görünür olmalarına mani olmasının imkânı yok.
 
Kadınların iktisadi bağımsızlığı arttıkça boşanma oranlarının artması mukadderdir, ve buna Behzat Ç.’yi evlendirerek yahut Kuzey Güney dizisindeki Ali tiplemesine kız arkadaşına evlenme teklif ettirerek engel olamazsınız. Türkiye’nin özgül koşullarına bağlı olarak mukadder olan bir şey daha var, o da kadın cinayetleri. AKP’nin, çapı dolayısıyla, bu duruma çözüm getirecek sistematik bir politikası yoktur ve olamaz.
 
Olamaz, çünkü ‘özgür kadın’ın itibarsızlaştırılması (bkz. “O kadın, kız mıdır kadın mıdır?”-Haziran 2011 ve Erdoğan’ı protesto ederken polis şiddetine uğrayarak bebeğini düşüren öğrenci hakkında “orada ne işi vardı?” diye yazan iktidar sözcüsü köşe yazarı-Aralık 2010) dolayısıyla bu sorunda payı vardır. Elinden gelen tek şey hukuki ve polisiye önlemler almaktır. Ve kadınları çocuk doğurma makinesi haline getirme hedefinin de sınırları vardır, AKP kalkınmacı ve piyasalaştırıcı bir partidir, bu topluma kalifiye bir işgücü ve asgari bir alım gücü olan tüketiciler lazımdır (diğer deyişle “eğitim şart”). Yeri geldi mi Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın da rol aldığı “sevgili vatandaşlar kız çocuklarını okutalım” konulu kamu spotlarını ekranlarda döndürür. Bunu yapması değil yapmaması eşyanın tabiatına aykırı olurdu.
 
Başbakan Erdoğan’ın kürtaj ve sezaryenle ilgili gerici görüşlerini işte tüm bu resmi göz önünde tutarak değerlendirmek gerekiyor. Türkiye hastanelerindeki sezaryen oranının Avrupa’dan yüksek oluşu konusunda, yani teknik açıdan, Başbakan haklıdır. Ama burada teknik bir mesele yok, erkek-egemen toplumun erkek-egemen devletinin kadın bedeni üzerinde otorite kurma çabası var. ‘Aile’ dışında bir ‘kadın’ düşünülmek istenmiyor.
 
Tabii Erdoğan’ın kürtaj meselesine dair “Bu milleti dünya sahnesinden silmek için sinsice bir plan olduğunu biliyoruz. Bu milletin çoğalması için asla bu oyunlara prim vermemeliyiz” gibi sözler sarf etmesi, “yeni” yahut “AKP’ye has” bir şeye işaret etmiyor. Burada milliyetçi/muhafazakâr Türk siyasal gericiliğinin, kökleri belki 50’li, 40’lı yıllara kadar çekilebilecek bir ‘fantezi’sini (gerçeklikten kopukluk anlamında) görüyoruz.
 
Doğu Avrupa anti-semitizmine dair öğeleri alıp Türk muhafazakârlığına uyarlayan Cevat Rıfat Atilhan gibi isimler, dünyayı aslında Yahudi finans sermayesinin gizlice yönettiği ve Bolşevizmin/komünizmin ardında da Yahudilerin olduğu gibi fantezileri Türk sağının dağarcığına yerleştirmiştir. Erdoğan geçmişine bağlı bir insandır, AKP’yi kurmadan önce de nüfus planlamasına karşı çıkıyordu. 1977’de, bütün kötülüklerin arkasındaki güçleri kendince teşhir ettiği Mas-Kom-Yah (Mason-Komünist-Yahudi) adlı tiyatro oyununu yazıp sahneye koyan Erdoğan’ın, devlet tiyatrolarının başına neler getirebileceğini tasavvur ederek korkabiliriz. 
 
İyice dağılmadan toparlayalım. Ankara Milletvekili Nazlıaka’nın cevabı, Erdoğan’a bir sol kroşe gibiydi. Kamusal alanda kelamı olan tüm kadınlardan, hele ki muhafazakâr kadınlardan böylesi bir kroşe beklenemez. Ama söyleyecek sözleri olduğuna da şüphe yok. Ben muhafazakâr kadınları, naçizane, bir tartışmaya davet ediyorum. Kendi aralarında, İslami kesimdeki erkeklerle, ve toplumdaki herkesle.
 
Görüş ifade etmek isteyen muhafazakâr kadınlar bendenize yeterli sayıda e-posta gönderirlerse onları derleyip bir sonraki yazıda konu edebilirim.