Bülent Vardar

07 Nisan 2019

Nebula ya da insanın fıtratı

Festival seyircilerinin gönül verdiği bağımsız, “minimalist” filmler sinemamızda varlığını devam ettiriyor. Son örneklerden birisi, yönetmenliğini Tarık Aktaş’ın yaptığı “Nebula”

Türk sineması, 1990’larla birlikte yeni bir sürece girdi. “Yeşilçam” diye bilinen sinemamız tükenmiş ve yeni bir dönem başlamıştı. Bu dönemin alametifarikası bağımsız sinema anlayışı ve bağımsız sinemacılardır. Bu süreç, minimalist bir sinemanın da önünü açtı. Aslında Türk sinemasının önceki dönemlerinde de zaman zaman belli yönetmenlerin gerçekleştirdiği ayrıksı çalışmalar, bu yeni dönemde sayıca daha fazla olmak üzere öne çıktı.

Geçmişte Yeşilçam’ın bünyesinde yer almadan film üretmek ve gösterebilmek olanaklı değilken, yeni dönem bu noktada gözle görülür bir avantaj sağladı. Şüphesiz bir sanat olarak hem çok kitlesel ve hem de edebiyat kadar özgül, derinlikli olabilen sinema açısından kültürel yaşama katkı anlamında da daha demokratik ifade kanallarının önü böylece açılmış oldu. Süreç, popüler sinemaya aşina kitleler açısından ilgi çekici değildi. Öyküler, konvansiyonel sinemanın Aristo’dan bugüne kadar gelen klasik dramaturji anlayışı bağlamında “özdeşleşmeci” özellikler içermiyordu.

Genelde festival seyircilerinin gönül verdiği bu halka, sinemamızda varlığını devam ettiriyor. Son örneklerinden birisi, yönetmenliğini Tarık Aktaş’ın yaptığı “Nebula” (Dead Horse Nebula).

“Toprağından öğrenen, kendisini ve coğrafyasını tanıyarak bilgeleşen Anadolu insanını, insanlığa anlatan Tarık Aktaş’ın ilk uzun metraj filmi Nebula, seyirciyi, hayatın sunduğu ve çoğunlukla insanlar tarafından fark edilemeyen nimetlerle yüzleştiriyor”. Basın gösterimi için yapılan çağrıda yer alan bu tanımlamaların, filmde ne kadar ortaya çıktığı ve seyirci tarafından içselleştirilebildiği tartışmaya açık. Çünkü sinema, zengin çağrışımlara, imgelere sahip olsa da gerçeğe en yakın suret olması bağlamında aslında ayağında pranga da olan bir görüntü sanatıdır.

Diyalektik bir yolculuk

Film, Bursa yakınlarındaki Karacaoba Köyü’nde açılıyor. Yörenin çitçilerinden Ethem Süren’in atı üç gündür kayıptır. Hay’ı babası ve bir yakınıyla gittiği tarlada karşılaştığı at leşi çok etkiler. Bulduğu sopayla ata dokunduğunda şişmiş at leşi patlar ve içinden fışkıran bağırsaklar ve leşten beslenen böcekler çıkar. Küçük çocuk için sanki sonraki yaşamı için erken alınmış sembolik bir hayat dersidir bu. Hay, yirmili yaşlarına geldiğinde, Kurban Bayramı için koyun keserken yanlışlıkla bacağını keser. Bu travma çocukluk anılarını su yüzüne çıkarır. Hay, kendi ile koyun arasında bir bağ olduğunu fark eder. Bu durum onun için çevresine daha farklı bir gözle bakmasını, aşkınlaşmasını ve doğayla kendisi arasındaki irtibatı kurmasını sağlamıştır. Tıpkı filmin ismi Nebula’nın (bulutsular), yıldızların doğum yeri olan galaksilerin temel bileşeni olması gibi…  Artık etrafında olup biten olayların da bağlantılı olduğunu hissetmektedir. Bu süreç onu diyalektik bir yolculuğa çıkarır:  Ölümün ve yaşamın birlikte var olduğu bir yolculuk…

Oyuncu kadrosunda Barış Mert Bilgi, Ali Yavuz Ilman, Ömer Bora, Serkan Aydın, Dilara Topuklular, Hasan Türker, Serkan Özsalgıncı, Mümin Süren gibi isimlerin yer aldığı Nebula, 38.İstanbul Film Festivali’nde hem Uluslararası Yarışma Bölümü’nde hem de Ulusal Yarışma Bölümü’nde yarışıyor. Film, 38. İstanbul Film Festivali’nden sonra vizyona girecek.

Nebula, Tarık Aktaş’ın ilk uzun metrajlı filmi. Almanya doğumlu olan Aktaş, fotoğraf ve video alanında eğitim almış. Aktaş, öğrenciliğinde kısa film ve video-art çalışmaları da yaptı. Aktaş, ilk uzun metrajlı filmi olmasına karşın, ne yaptığını bilen deneyimli yönetmenler gibi, tercih edilmiş bir sinema dilini filmin bütününe ustalıkla yaymış.

Film dilinin temel bileşeni ise görüntüler olarak öne çıkıyor. Şüphesiz bir filmin asal malzemesi görüntüler olsa da filmin görselliği öykünün duygusunu yansıtacak şekilde öne çıkarmak ayrı bir duyarlık gerektiriyor. Pastoral çerçeveler, filmin doğasının yansıtılmasına katkı yapma açısından başarılı görsel düzenlemeler, görüntü yönetimini bir adım daha öne çıkararak, onun metaforlara yaslanıp anlattığı öykünün zorlanmalarına başarıyla dayanarak açılımlar yaratmasını sağlıyor. Burada Tarık Aktaş’ın 2018 yılında Locarno Film Festivali’nde “Gelecek Vaat Eden En İyi Yönetmen” ödülü aldığını da ekleyelim.