Bekir Ağırdır

25 Haziran 2012

Kürt meselesi ve yeni çözüm zemini

Kürt meselesi yeni bir aşamaya yaklaşıyor. Bir yandan yeni anayasa sürecini gerekli kılan koşulların...

Kürt meselesi yeni bir aşamaya yaklaşıyor. Bir yandan yeni anayasa sürecini gerekli kılan koşulların,  bir yandan da Orta Doğu ve Suriye eksenindeki küresel dinamiklerin daha kuvvetli dayatmalarıyla yeni bir çözüm sürecine ihtiyaç var.

Fakat ne hükümet, ne muhalefet, ne Kürt siyaseti ne de sivil girişimler yeni bir süreci başlatacak zihni ve politik açılımı gösteriyor. Bildik şiddet, ölümler, hamasi ve politik söylemlerden yeni bir süreci başlatacak ve umut artıracak fikri zemin görünmüyor.

Hem anayasa sürecini hem de Kürt meselesinin çözümünü hızlandırmanın yolu galiba meseleyi tüm toplumun talebi haline getirmek.

Yeni anayasayı yalnızca Ak Parti’nin Cumhuriyet’le son hesaplaşması gibi algılayan ve yorumlayan, öte yandan Kürt meselesini yalnızca Kürtlerin bir kesiminin derdi ve talebi gibi ele alan yaklaşımlardan doğru bir açılım fırsatı çıkmıyor. Çünkü toplumun farklı kesimleri her iki sürece de farklı gerekçelerle katılamıyor veya katılmıyor.

O nedenle daha kapsayıcı bir yaklaşıma ihtiyaç var.

Ülke son yüz yıldır beş süreci iç içe yaşıyor. Uluslaşma, modernleşme, kalkınma, küreselleşme ve demokratikleşme. Bu süreçlerin her birinde ne oldu, neresindeyiz, neyi başardık, neyi başaramadık tartışmaları uzun ve ayrı bir konu. Ama Kürt meselesini tüm bu süreçlerin içinden şöyle de tanımlamak mümkün galiba:

Kürt meselesi, tüm bu süreçlerin Kürtlere dair boyutlarına, Kürtler için ürettiği sorunlarına, Kürtlerin kendi kimlikleriyle, kendilerine ait yol ve yöntemlerle dahil olamamalarının ürettiği meseledir.

Bu süreçler devlet tarafından, Kürtlere rağmen ve Kürtleri yok sayarak tasarlanmış ve yönetilmiştir. Sonuçta uluslaşma sürecinde Kürtleri yok sayan ve tüm toplumu tek tipleştiren bir süreç yaşanmıştır. Kalkınma boyutunda bölgesel eşitsizlik gibi bir adaletsiz kalkınma modeli geçerli kılınmıştır. Kürtleri kontrol altında tutabilmek için Kürtlerin içinden edinilen işbirlikçilerin feodal yapı ve güçlerinin varlığına göz yumulan bir modernleşmeye razı olunmuştur.  Son kırk yılın süreçleri olan demokratikleşme Kürt meselesine rehnedilerek, küreselleşme Kürt coğrafyası yok sayılarak sürdürülmeye çalışılmaktadır.

Eğer bu tanımım doğru ise, Kürt meselesi bu süreçlere Kürtlerin kendi kimlikleriyle dahil olamamalarının sonucu ise bu tanım başka bir şey daha ima etmektedir.

Bu süreçlerin hiç birine Türkler de, Aleviler de, dindarlar da, sol fikriyatın temsilcileri de, çevreciler de, kadınlar da ve tüm düzen muhalifi olan kesimler de katılamamıştır.

Bu süreçleri devlet, bürokrasi ve “Sünni, laik, militarist, beyaz Türk elit” tasarlamış ve yönetmiştir. Tüm kimliklerin ve farklılıkların yok sayıldığı, tek tipleştirilmiş ve devlete karşı ödevleri üzerinden tanımlanan vatandaşlar süreçlerin piyonları olarak görülmüştür.

Dolayısıyla bu tanım içinden bakınca Kürtler tek mağdur değildir. Nüfus ve coğrafya büyüklüğü itibariyle, son otuz yılın çatışmacı mücadelesiyle, meselenin küresel dinamikleri ve boyutlarıyla Kürtler diğerlerinden siyaseten önde görünebilirler. Ama süreçlerin sonuçlarıyla ve meselenin tanımı itibariyle de tek ve biricik mağdur değildirler.

O zaman yapılacak şey devletin yapısını ve yönetim sistematiğini herkesin kendine dair kararlara kendi kimliğiyle katılabileceği, kendine özgü siyasi yol ve yöntemleri üretebileceği ve kullanabileceği bir düzenin kurulması olarak hedeflemektir.

Bu hedef tanımı tüm mağduriyetleri, tüm kimlikleri, tüm farklılıkları kapsar. Ancak böyle bir kapsama alanı değişikliği muhalefet alanını genişletebilir. Kısaca muhalefet alanı da çözüm zemini de demokrasi talebidir. Herkesin kendi kimliği ve tercihiyle var olabildiği ve kendine dair kararlara ve süreçlere katılabildiği devletin ve yönetim düzeninin yeniden yapılandırılmasıdır.

Bu kapsama alanını genişletme çabası, aynı zamanda kimlik siyasetlerine sıkışmış siyasi aktörlerin de bir basamak yukarıya çıkarak diğer kimlikleri de kapsama çabasına zorlayacaktır.  

Bu yeni zemin tanımı, iktidarıyla muhalefetiyle, politikacılarıyla aydınlarıyla, tüm aktörlere yeni anayasa sürecine de Kürt meselesinin çözümüne de müdahil olabilmeleri yolunda yeni fırsatlar ve potansiyeller de sunacaktır.