Önceki yazıda ülkenin demokratikleşmesi önündeki engelleri irdelerken zihniyet ve kurumsal yapılar olarak ikiye ayırmıştık. Zihniyet deyince vatandaşa olan güvensizlik ve farklılıkları yok sayarak tek tip vatandaş ve tek tipleştirilmiş monolitik bir toplum tahayyülü öne çıkıyor. Kurumsal yapıların önde gelenleri ise, siyaset, yönetim düzeni, ordu ve hukuk, kurumları-yasaları-zihniyetleri ile demokratikleşmenin önündeki engeller.
Ülkede son yıllarda artarak gelişen gerilim ve kutuplaşma, değişimin doğal sancılarından öte demokratikleşme fikri ve projesi üzerinde genel bir toplumsal ve siyasi mutabakat olmamasından doğuyor.
Elbette her değişim ve demokratikleşmeden rahatsız olan ve olacak olanlar ve bunların muhalefeti olacaktır. Farklı sınıflar, farklı kültürel kimlikler, farklı toplumsal kesimler veya farklı siyasi yapı ve zihniyetlerin tümünün eşzamanlı demokratikleşmeyi kabullenmelerini beklemek hayalcilik olacaktır. Elbette bu farklılıkların bazıları değişime ve demokratikleşmeye karşı da çıkacaktır. Ama eğer bu farklılıklarla açıklanamayacak kadar geniş bir toplumsal taban demokratikleşmeyle ilgili tereddütler taşıyorsa, demokratikleşme denilen bazı değişiklere karşı çıkıyorsa, durmak ve düşünmek gerekir.
Dün Radikal gazetesinde yayımlanmaya başlayan, KONDA bulgularından yola çıkarak benim hazırladığım, “Siyasi ve toplumsal kutuplaşma” dizisini izlerseniz göreceksiniz ki toplum yüzde 50-55 bir tarafta yüzde 40-45 diğer tarafta siyasi olarak da değerler ve zihniyet dünyası olarak da ikiye ayrılmış durumda.
Bu durum, demokratikleşmenin önündeki tek engel ordu veya hukuk gibi yaklaşımların bir yere kadar ve bazı tartışma alanları için geçerli olsa da tek ve belirleyici ağırlıkta olmadığını gösteriyor. Örneğin askerlerin pozisyonu olarak düşünülen şeyin neredeyse toplumun yarıya yakınının da fikri ve duruşu ise mesele tek başına askerle açıklanmaktan ötedir.
Sade vatandaşın, eğer baştan “cahiller”, “bidon kafalılar” gibi önyargılarınız yoksa, neden ve ne için değişim istediğini ve nereye doğru değişim istediğini, bazı değişimlere karşı çıkarken nelerden endişe ettiğini, korktuğunu da anlamamız gerekir. Ama başlangıç kabulümüzün de “sade vatandaşın, içgüdüsel olarak bile olsa, çetelerden, hukuksuzluktan, iç gerilim ve çatışmalardan, yasaklardan, hapislerden, ölümlerden yana olmadığı” olması gerekir.
Yoksulluktan da, dışlanmaktan da, dilini konuşamamaktan da, ibadete sınır getirilmesinden de.
O zaman soru, değişim ve demokratikleşme projesinin nasıl ve nereden başlaması gerektiğidir ve de kapsamının ne olduğu. Ki toplumun en geniş farklı sınıf, kesim ve kimlikleri bu projenin sahibi olsun.
'Hemen, hepsini birden, her şeyi birden'
Benim yanıtım çok sade ve net: “Hemen, hepsini birden, her şeyi birden” değiştirmek ve demokratikleştirmek.
Bizde, hangi sorunu ele alırsak alalım, sorunun bir yönünden, bir aktöründen veya bir boyutundan değiştirmeye çabalıyoruz. En siyaset dışı meselede bile örneğin kayıtdışı ekonomi derdinde bile, bir aktör üzerinden başlayınca, ötekilerin itirazı muhalefeti başlıyor: “Neden önce ben, biz” tartışmaları, “ötekiler de şöyle ama…” gerekçeleri öyle bir hale dönüşüyor ki, sorundan en yüksek oranda şikayetçi olması gereken bile muhalefet pozisyonuna geçiyor. O nedenle aynı anda, büyük şirketlerin vergi istisnalarını da, doktorların mimarların komik vergilerini de, işportacılığı da veya düşük değerden evi, arsayı alanı da, satanı da, müteahhidin de, sade vatandaşın emlak vergisini aynı anda konuşmadan ve çözmeye çalışmadan, sorunu aşamıyoruz.
Hepsini birden, her şeyi birden değiştirebilmek için bütünlüklü ve hem sorunların tümünü hem aktörlerin hepsini dikkate alan bir projeniz olması gerekir. Bu da yetmez. Bu projenizi ıkınmadan, sakınmadan, ima eder gibi değil açıkça konuşmadan, tüm toplumla paylaşmanız, toplumu ikna etmeniz gerekir. Bunun yolu “mış gibi yapmak” değil gerçek siyaset yapmak, “gerçek değişimin temsilcisi, lideri olmak” ister gibi siyaset yapmaktır.
Bugün ülkede gerçekten bazıları çok çok önemli değişimler gerçekleştiği halde, örneğin aralarından gerçek çeteciler de olduğu halde toplum Ergenekon meselesine bakışta bile ikiye bölünmüş ise bu kapsayıcılık ve toplumsal ikna olmadığı içindir. Ak Parti toplumun yarıya yakın bir bölümünü karşısına alarak, demokratikleşme diye savunduğu meselelerde bazı alanlardaki demokratikleşmeyi ve bazı kurumsal demokratikleşmeleri kendine göre hedefleyip, bazılarına dokunmadığı, lafını bile etmediği içindir ki inandırıcılık sorunu yaşamaktadır.
Ülkenin demokratikleşmesi önündeki zihni ve kurumsal engellerin hepsinin içinde var olduğu, adeta bir vaka analizi ve demokratikleşme başarısı olacak meselemiz Kürt meselesidir. Kürt meselesi iki yazıdır sözünü ettiğimiz ve anlamaya çalıştığımız tüm zihniyet kalıplarının ve kurumlarının içinde olduğu, çözümünün de her şeyi ve herkesi doğrudan etkileyecek bir alan olarak önümüzde bir fırsattır. Kürt meselesi ülkenin yalnızca demokratikleşmesinin değil geleceğinin de önündeki tıkaçtır. Gelecek yazıda Kürt meselesi üzerinden demokratikleşmemizi analize devam edeceğim.