Bekir Ağırdır

19 Ocak 2012

Demokrasi kültürü nerede yeşerir?

Pazartesi yazım demokrasinin tanımı üzerineydi. Demokrasinin dört unsurunu saymıştım...


Pazartesi yazım demokrasinin tanımı üzerineydi. Demokrasinin dört unsurunu saymıştım: 1.Yalnızca siyasi olarak değil, toplumsal, kültürel, ekonomik olarak da kendin olarak varolma talebi. 2.Kendine ve ülkeye dair kararlara ve süreçlere katılım. 3.Kendine ve ülkeye dair kararlara, gerekçelere, bilgilere ulaşabilme, edinebilme, bilebilme hakkı. 4.Kendine ve ülkeye dair kararları, süreçleri denetleyebilme.
Yazımı okuyan karım dedi ki, “tanım bu ise, bizde demokrasi kültürünün neden olmadığı  ayan beyan ortada değil mi”. “Zira bizdeki aile yapısı içinde hiçbir fert bu haklara sahip değilken ve aile yapısı erkek egemen iken, demokrasi kültürü nasıl gelişebilir?” 
Haklıydı sevgili karım. En küçük örgütlenme ve birarada yaşam biçimi olan aile içinde herkesin kendi tercihleriyle varolabilmesinden, aile kararlarına ve kendine dair kararlara katılabilmesinden, bu kararların gerekçelerini, sonuçlarını tartışabilmekten ve denetleyebilmekten söz edebilir miyiz gerçekten?
Kadınların ve çocukların neredeyse yok sayıldığı, onlar adına toplumsal ve kültürel rollerin onlar dışında yazıldığı bir toplumda yaşıyoruz. Yalnızca kadına şiddet üzerinden değil, gündelik hayattaki aile içinde kadına biçilen rolün bile hala ne denli sorunlu olduğu tüm araştırmalarımızda görülüyor. Kadınların hala üçte ikiye yakını çalışmak, haneye gelir getirmek için kocasından izin almak zorundadır.

Öte yandan da aile içinde daha özgürlükçü olan, modern ve kentli hayat tarzına sahip olan insanların mesele ülke hayatına gelince ne denli otoriter siyasi fikirlere sahip oldukları da yine bizim araştırmalarımızda ortaya çıkıyor. 

“Kadın çalışmak için eşinden izin almalıdır” fikrini yanlış bulanların tam yarısı iş ülke hayatına gelince “asker gerektiğinde yönetimi ele almalıdır” fikrine onay verdiği yukarıdaki grafikte görülmektedir. “Bir kadın sevdiği adamla dini veya resmi nikah olmadan yaşayabilir” fikrine doğru diyenlerin da yine yarıya yakını askerin yönetime el koymasına onay vermektedir.
Gerekçeleri her ne olursa olsun ortadaki paradoksal hal meydandadır. Demek ki, aile içindeki yapı da demokrasi kültürünün tam bir izahını vermemektedir.
Aile yapılarının göç ve kentleşme ile değiştiği bilinmekte. Tarıma bağlı kalabalık, geniş aile yapıları ailenin kentlere göçü ve işgücünün sanayiye girmesiyle çekirdek aile dönüşmekte olduğu da bliniyor. Sanayi toplumu sosyolojisiyle, bu yapısal değişikliğin aile içinde bireyleşme, geleneksel ilişkilerin gevşemesi ve değerlerde de kentli değerlere doğru değişikliğe yol açaçağı varsayıldı. Tıpkı bireyin değişiminde olduğu gibi aile yapılarındaki bu değişikliğin kapsamı ve yönü konusunda pratik hayatın bu teorileri yanlışladığı gözleniyor.  Aile yapıları kentleşmeyle küçülerek çekirdek aileye dönüşüyor, geniş aileyle ekonomik bağlar zayıflıyor ama aynı zamanda duygusal bağlar daha kuvvetlenirken muhafazakar değerlerin de korunduğu gözleniyor.
Kısaca söylenebilecek şey aile içindeki rol dağılımı, davranış biçimleri tek başına demokrasi kültürünün eksikliğini açıklamaya yetmiyor. Ailenin demokrasi kültürünün eksikliğinde etkisi var ama tek başına belirleyiciliği de yok.
Toplumdaki demokrasi kültürünün eksikliği ve bu konudaki toplumsal dönüşümün nasıl başarılacağı meselesine daha çok kafa yormamız gerekiyor ki, zihni dönüşüm de başarılabilsin.

***
Hrant Dink ve Rauf Denktaş
Demokrasi kültürü üzerine düşünmeye ve yazmaya çalışırken, gün boyu ekranlarda Rauf Denkraş’ın cenaze törenine gözüm takılıyordu. Halbuki benim merakım bu cenaze töreni değil, Hrant Dink davasının sonucunu öğrenebilmekti.
Fakat iki olay bir araya gelince bende uyandırdığı his “devletin özgürlüğü, çoğulculuğu, hoşgörüyü, farklılığı kısaca insani olanı bir kez daha yendiği” oldu.
Vesayetin, şovenizmin, devlet dediğimiz yapının bedensel hali, kendi antrenman sahası Kıbrıs’taydı, ruhu da Hrant Dink davasının mahkeme salonunda.
Devletin zihniyeti bir kez daha kazandı. Biz de bir raund daha kaybettik. Ama umutlarımızı değil daha… Gördük ki insancıl bir toplum, demokrat bir ülke olabilmek için ödenecek daha çok bedel, çekilecek daha çok acı var.