Barış Soydan

28 Eylül 2018

Neden Türkiye'den bir tane bile teknoloji milyarderi çıkmadı?

Neden Amerika'nın dolar milyarderleri listesi teknoloji zenginleriyle doluyken Türkiye'nin zenginler listesi inşaatçılarla doludur?

Bu yazıyı hafta başında, Üçüncü Havalimanı’nda düzenlenen “Havacılık, Uzay ve Teknoloji Festivali” ("Teknofest") ile ilgili yazmayı planlamıştım. Araya ayakkabıdaki konkordato salgınının nedenleri girince, bugüne kaldı.

Kabul edelim ki, yıllardır inşaat öncülüğünde büyüyen, yüksek teknolojinin ekonomideki payı birkaç puanla sınırlı bir ülkede “Teknoloji Festivali” düzenlemenin absürt bir yanı var. Eğer devlet teknolojiyi gerçekten önemsiyor olsaydı, zengin olmanın yolu iktidara yakın durmaktan, inşaat ihalelerinden, imar dosyalarından, “belediyedeki adamlarımızdan” değil, teknoloji geliştirmekten geçseydi, şu an içinde bulunduğumuz krizi yaşamazdık bile.

Bunu ne zamandır söylemek istiyordum, laf buraya gelmişken yazayım: Bence yaşadığımız krizin gerçek nedeni ne cari açık, ne enflasyon, ne de özel sektörün borcu. Krizin gerçek nedeni çok daha derinlerde, Türkiye’de kapitalizmin işleyiş biçiminde: Devletin istediğini zengin etmesinde. Bunun için inşaatı kullanmasında.

Neden Amerika’nın dolar milyarderleri listesi teknoloji zenginleriyle doluyken (Amazon.com’un patronu Jeff Bezos’dan Facebook’un patronu Mark Zuckerberg’e, Microsoft’un patronu Bill Gates’ten Google’un patronları Sergey Brin ve Larry Page’e...) Türkiye'nin zenginler listesi inşaatçılarla doludur?

Bu sadece bugün değil, dün de böyleydi. Örneğin milyarderler listesinin gediklisi Şahenk ailesini ele alalım… Bugün otomotiv ithalatı, medya gibi sektörlerde faaliyet gösteriyor olsa da, Doğuş Holding’in kurucusu Ayhan Şahenk, bir dönem Türkiye’nin belki de en kudretli müteahhidiydi. Doğuş İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Gönül Talu şöyle anlatıyor:

Doğuş, inşaatla büyüdü Doğuş Holding'in temeli Ayhan Şahenk tarafından inşaat sektörüyle atıldı. Holding yıllarca bu sektörle büyüdü. Daha sonra finans sektörünün ağırlığı artsa da Holding içinde inşaat hep ana iş kollarından biri olarak kaldı.

Aslında Türkiye'den teknoloji milyarderi, hatta milyarderleri çıkmadı değil, çıktı.

Ama Amerika’da.

Nobelli Aziz Sancar’ın bu ödülü, Amerika’daki çalışmalarıyla alması gibi Türkiye’nin teknoloji milyarderleri de, Amerika’da kurup büyüttükleri şirketlerle zengin oldular. Muhtemelen isimlerini bile duymamışsınızdır.

Örneğin Osman Kibar’ı duydunuz mu? 2.8 milyar doları var. Kibar bu serveti, Amerika’da kurduğu biyoteknoloji şirketi Samumed’le yaptı.

Kenan Şahin’in adını duydunuz mu? Bin dolarla kurduğu teknoloji şirketi Kenan Systems’i 1.5 milyar dolara Lucent’a satmıştı. Kenan Systems, bugünün yapay zeka ve büyük veri gibi teknolojilerinin atası sayılacak sistemler inşa etmişti. Hayır, insanda sorun yok, sorun sistemde, Türk tipi kapitalizmde.

Kenan Şahin, Türkiye’de ilk ve tek röportajını kısa süre önce Forbes dergisinden Eyyüp Karagüllü’ye verdi. Yazının geri kalanını bu röportaja ayırmak istiyorum. Çünkü Kenan Şahin’in teknolojiden nasıl zengin olduğunu anlatan öykü, kapitalizmin orjinaliyle çakması arasındaki farkı çok çarpıcı biçimde ortaya koyuyor...

Şahin, 1961’in sonbaharında ufak bir valiz ve cebinde 50 dolarla MIT’ye gitti. Haftada 20 saat ders vardı ve eğitim ağırdı. Üstelik yemek ve barınma masrafları için çalışmak zorundaydı. Bunun için okulun laboratuvarlarındaki her işe talip oldu. İlk sömestri dört A, bir de B alarak atlatmıştı. “Ancak sınıfın yüzde 20’si A ya da B alabilirdi. Notlarım iyi olunca MIT’nin ilgisi arttı ve burslarım çoğaldı” diyor. 1963’te okulu bitirdiğinde niyeti Türkiye’ye dönmekti ama MIT reddedemeyeceği bir teklifle geldi: Doğrudan doğruya doktora programına giriş ve 5 bin dolar aylık maaş. “Yegane mesuliyetim de araştırma asistanlığıydı” diyor ve ekliyor: “İnsanın planları her zaman işlemiyor. MIT’ye gelme nedenim beni iş hayatına hazırlayacak bir tahsil yapıp dönmekti. Yoksa Türkiye’de fizikle devam ederdim. Ama bu teklifle akademik sahaya girmiş oldum.”

1968’de doktorasını tamamladı ve henüz 27 yaşında asistan profesör unvanını aldı. ...         

Şahin, 1969 sonrası 13 sene boyunca MIT Sloan School of Management, Harvard ve Massachusetts Üniversitesi, Amhest’te ders verdi. 1982’de ise bin dolar harcayarak ilk adı “Consultants for Management Decisions” olan Kenan Systems’i kurdu. Aslında daha önce İnternet’in geliştirilmesi fikrine de katkıda bulunan “How to connect millions of computer together?” (Milyonlarca bilgisayar birbirine nasıl bağlanır?) başlıklı doktora tezi üzerinden aldığı patentlerle 1975’te “Computer Net For Matics” isimli bir şirket kurmuştu. Ağ bağlantıları, ağ mimarisi gibi alanlardaki fikirlerini iş dünyasına tatbik etmek için kurduğu şirketle yoğun akademisyenlik ve çocuk mesaisi nedeniyle hiç ilgilenmediğini söylüyor.

Kenan Systems’i kurma niyeti de ilk şirketle benzerdi. Bu kez test etmek istediği alanlar, üniversitede o dönem ilgilendiği araştırma sahaları olan karar destek ve uzman sistemlerdi. Bugünün yapay zeka ve büyük veri analizinin ataları sayılan bu alanlarda sistemler kurmak istiyordu. “Niyetim girişimci olup para kazanmak değildi” diye anlatıyor: “Bazı meslektaşlarım danışmanlık yapardı -ki ben de denedim. Ama tatmin etmedi. Sistem kurmak ise başka. Akademide makale yazar, yayınlarsın, biter. Ben tatbik etmek istedim.”

İlk şirketinin aksine Kenan Systems’de henüz üçüncü ayında Citibank ile kontrat imzaladı. Bankada tanıdığı bir yöneticiye fikirlerini açmış, üç ay sonra da New York’a projeye başlaması için davet edilmişti. İlk kontrat bedeli 200 bin dolardı. O zamanlar için büyük sayılan bu parayı Citibank, dünyanın farklı noktalarından gelen para transfer mesajlarını standartlaştırması için vermişti. O günlerde para transfer mesajları çok çeşitli şekilde geliyordu. Örneğin tarih bazı mesajlarda 5 eylül, diğerinde eylül 5, bir başkasında eylülün beşinci günü şeklindeydi. Miktarda da durum farklı değildi. Dolayısıyla onlarca operatör bu mesajları okuyarak swift formatına döndürüyordu. Bu çok yoğun bir çalışma gerektiriyordu, üstelik hataya da çok açıktı. Kenan Systems bu süreci doğal dil işleme teknolojisi kullanarak standart hale getirdi. “Bunu sembolik olarak yapmaya çalışıyorlardı. Ama 1982’de bilgisayara bunu anlatmak imkansızdı. Çünkü her kombinasyonu yazmanız gerekiyordu. Bunu semantik analiz ile yani manayı anlayarak yaptık. O zamanlar için büyük bir gelişmeydi” diyor. Dokuzuncu ayında ise Amerikan Posta Servisi ile 1 milyon dolarlık anlaşma imzaladı -iki yıl içinde de 10 milyon dolarlık iş yaptılar.

Kenan Şahin 1986’da MIT’yi bıraktı çünkü işler hızla büyüyordu. 1990 sonrasında ise Şahin şirketin rotasını danışmanlıktan, çok daha riskli ürün geliştirmeye çevirdi. Ve bu karar her şeyi kökten değiştirdi. “Telekom kumpanyaları için Unix bazlı bir ödeme sistemi geliştirdik. Büyük tereddütle fiyatı 3 milyon dolar koydum” diye anlatıyor: “Konferanslara gitmeye başladım. O zamanlar bu tip sistemleri yapan IBM, Arthur Andersen, IDES gibi 4-5 firma vardı. Fiyatları 50 milyon dolardan başlıyor, Cobol da yazılıyor ve uyumlandırması bir sene sürüyordu. Kimsenin ismini bile telaffuz edemediği bir firma, 1 milyon kullanıcıya kadar çıkabilen bir kutu, altı ayda kurulum ve Unix tabanlı... İşte böyle büyüdük. Ciro bir anda 40’dan 175 milyon dolara fırladı.”

Kenan Systems, 90’ların ortasından itibaren Amerikan iş dünyasındaki efsanevi şirketlerden birine dönüştü. İlk ofis 1992’de Londra’da açılmış, ardından yedi ülkeye daha girmişti. AT&T, AOL, British Telecom, France Telecom gibi dev müşterileri, iş modeli, insan kaynakları politikası, teknolojisi, kurucusu ve çalışan profiliyle ülkenin en yenilikçi şirketlerindendi. Harvard Business School, 2000 sonrasında Kenan Systems için iki vaka analizi hazırladı. Bu analizlerde şirketin stratejisi ve iş modeli şöyle anlatılıyordu: “Kenan Systems, dev teknoloji şirketleriyle işbirliği yaparak onlara teknolojisini lisanslıyor ve danışmanlık veriyor. Bir taraftan da kendisi de ürününü satıyor. Böylece özellikle ödeme sistemleri alanında, dev teknoloji şirketleri için multi milyar dolarlık yeni bir segment açtı -tabii yaptıkları her işten kazandıklarının üç ya da beşte birini alarak…”