Masallar en iyi sığınak, çocukluğumuzdakinden farklı okunduğunda hala bir şeyler söylemeye devam ediyorlar. Yaşanan süreç hakkında ne yazsam, ne söylesem misliyle söylendi, söylenmeye devam ediyor, benim ki ancak tekrara düşmek olur. Okumalara, bilgi almalara, hayrete düşmelere doyamadığımız ve daha neler olacak ön görmekte zorlandığımız akıl tutulmaları yaşıyoruz. Ucundaki ışığın mum alevi zayıflığında ve titrek olduğu karanlık bir tünelde hissediyorum kendimi.
Uyuyan güzel mi, uyutulan güzel mi, hangisi daha iyi tarif eder acaba bu masalı? Daha isminden başlıyor sorular, yani bu masalla da meselem var.
Masal güzellikler ve mutluluklar ülkeleri gibi isimleri olan, dünya coğrafyasında eşi benzeri olmayan bir yerlerde geçiyor. Coğrafya dediysem dağları, ovaları güzel, böcekler, çiçekler mutlu anlamında değil. Dünyanın kafası güzel ülkeleri yani, düşününce tam da masal ülkelerine yakışır isimler. İnsanlarının da ülkelerinin adlarına münhasır yaşamlar sürüyor olmaları şartıyla tabii. Masalın içinde bu kalabalık halkla ilgili detaya rastlamıyoruz. Daha çok yüksek makamların mutluluk ve yoksunluklarını ele almış. Biraz aristokrat bir masal. Ama olsun onlar da insan, dertleri tasaları var.
Mesela günümüzün ciddi sağlık sorunlarından birinin yüz yıllar öncesinde de yaşanmakta olduğunu ilk satırlarda öğreniyoruz. Halkın bilinçlenmesi açısından bu masal farkında olmadan infertilite, kısırlık sorununa değinmiştir. Çünkü kral ve kraliçenin bile çok istemelerine rağmen çocukları olmamaktadır. Bu üzücü durum onları gün geçtikçe ülke sorunlarından uzaklaştırmıştır. Tıpkı dünyada ve ülkemizdeki çocuk isteyip, bunu yardım almadan çözemeyen %15’lik grup gibi. Tüm sosyal yaşamlarını, aile bütünlüğünü, psikolojilerini, maddi güçlerini varoluşsal her şeylerini ortaya koydukları çocuk sahibi olma tedavileri masaldaki dönem için sadece mucizelerle gerçek olabiliyor. Günümüz tıbbında, uygulamakta olduğum bu tedavi modellerinde bilim neyse ki mucizenin önünde, gene de biraz masal tadında sihriler de yok değil.
Her ailede soy devamlılığı çok önemsenir, düşünsenize eğer kraliyet ailesiyseniz ve çocuğunuz yoksa sorun ne kadar büyük hissedilir... Tabi şimdi bu masal Anadolu’nun bağrından kopsaydı, sarayda o kraliçe kaç kere değiştirilirdi kim bilir? Erkek kısırlık sorunu tespit edilene kadar kaç kuma, hangi evlerde, bu çağda bile eziyet çekmeye devam ediyor bilmiyoruz. Sihir mi, mucize mi ne derseniz deyin kraliçe günün birinde hamile kalır. Tüm ülke bu habere çok sevinir. Niye mi? Artık aristokrasi yatak odasından çıkıp ülkeyi yönetmeye ve mutluluklar ülkesine mutluluklar katmaya devam ederler de ondan.
Doğum beklenir. Benim hastalarım gibi henüz 5 cm boyundaki bebeklerinin cinsiyetini öğrenemeyince üzülmek, surat asmak yoktur. Kral bile olsan öyle bir teknoloji yoksa ne yapacaksın? Doğuma kadar olay gizemini korur. Normal koşullarda bir erkek bebek doğurması durumunda sırtı dikleşecek olan kraliçe kız bebek doğurur ama kutlamalar şenlikler hiç ara vermeden tam gaz devam eder. Enteresan, işte masalın geldiği kültür her kelimesine yansıyor. Sürprizi bozacağım ama bir son sahne var ki, hiç bilmedikleri, tanımadıkları bir adam, prens olduğunu söyleyip prensesi dudaklarından öpüyor (bazı anlatılarda alnından öptüğü de oluyor), hem de anne babasının önünde. Mesela bu masal bizde böyle yazılamazdı, geleneklerimize ters kardeşim.
Prenses doğunca verilen büyük davete ülkenin ileri gelenleri ve komşu ülkelerden de önemli misafirler davet edilir. Geline, yeni doğan bebeğe altın takma adeti olmadığından törende herkes mutlu aileye hediyelerini takdim edip, güzel dileklerini sunar. Güzellikler perisinin dilekleri henüz bitmişken, kötülükler perisi çıkagelir. Peri olunca başına hangi sıfatı koysan yumuşuyor aslında ama öyle içi kötü bir kadın gelen, davet edilmemesine sinirlenerek prenses için ‘15. Yaşında eline batacak bir iğne ile öleceği’ kehanetini yapıp gider. Lilith’in lanetini andırır. Bu kötücül dilekten sonra davetin tadı kaçar. Perilerin de gücü sınırlı olduğundan, ölmek yerine yüz yıl sürecek bir uyku ile kötülük perisinin laneti yumuşatılır. Yani ‘uyku ölümün kardeşidir.’
Anne, baba için çocukları her zaman için çok kıymetlidir. Bu kadar ciddi bir durumun da önlenmesi şarttır. Hele de iktidar senin elindeyse o güçle, tek emirde ülkedeki tüm iğneler yok edilir. İğne ile yapılabilecek tüm işler tek gecede tavsiye edilir. Toplumun bu yönde olabilecek ilerlemesinin önüne geçilir. Kızları yaşayabilsin diye iğne ile uygulanacak tüm tedaviler yasaklanır, binlerce hasta ölür. Ama olsun prenses yaşayacaktır ve bunun için tek bir emir yeter. Ama nedense her zaman daha büyük güçlerin varlığı unutulur.
Kuledeki iplik eğiren kadının iği ile karşılaşmak mutlak hakimiyetin sonudur. On beşinci yaşta o iğne, o parmağa batar. Ve prenses yüz yıl sürecek uykusuna dalar. Kral ve kraliçe çok üzgündür. Muhtemel arka planda iplikçi kadın çok fecii bir şekilde infaz edilmiştir ama bizler bilmeyiz. Sevgili prenses bizim topraklarımızda uyuyakalsaydı değil yüz yıl, on yıl sonra uyansa ülkesini tanınmaz halde fiziksel ve yönetsel olarak değişmiş bulurdu. Ama masal bu masal, hem de ecnebi masalı, prenses yüz yıl sonra bile uyansa oralarda sokakları, binaları, parkları ve hatta yönetim şeklini aynı bularak uyanırdı. Sadece ölümsüzlük iksiri içmedilerse tanıdığı tüm insanları yitirmiş olurdu.
Yakışıklı prensin gelip prensesi görmesi, ona aşık olması ve öpmesi ile çok zaman geçmeden prensesin uykudan uyandığını, herkesin çok mutlu olduğunu biliyoruz. Hiç tanımadığı bir adamla on beş yaşında, çocuk gelin olarak evlendirilen uyuyan güzel ne kadar mutlu kuşkuluyum tabi. Ama ille prens olsun, çok yakışıklı olsun, sonu evlilikle biten her şey mutlu son sanılısın denen, mutlak kötü ve mutlak iyiliklerle dolu bir masalın daha sonuna geldik.
Ben sizi burada masallarla oyalamaya çalışırken James Bond, Mission İmpossible ve çeşitli komplo teorileri konulu filmlere taş çıkartacak kuvvetli senaryolarla ülkem fikşının göbeğinde. Uyanık kalırken aklımızı, kalbimizi koruyalım, gerçek demokrasiye sahip çıkabilelim. Günaydın uyutulan tüm güzeller, mutluluklar ülkesini yaratabilmek dileğiyle.