Pera Palas'ta Gece Yarısı
Netflix dizisinde, öz annesini arayan genç gazeteci Esra Köksüz (Hazal Kaya), Pera Palas’ın 130 yıllık tarihini araştırırken kendi aile geçmişi ile yüzleşir. Agatha Christie’nin kaldığı 411 numaralı odanın zaman kapısından İstanbul’un ve kendi köklerine doğru bir zaman yolculuğuna çıkar. Esra’nın 1919 ve 1940’lara dönüşü ile tarihimizdeki sosyal ve politik türbülanslara şahit oluruz.
Bebekken terk edilmiş “köksüz” genç kadın, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda kilit rol oynar. Pera’nın müdürü Ahmet (Tansu Biçer) ile 1919’a döndüğünde, Atatürk’e karşı planlanan bir suikastı önler. Bir İngiliz subayının amacı, İstanbul’u Türklerden arındırmaktır: “Bu şehir kendini medenileştirecek bir nüfuz için feryat ediyor.” Osmanlı işgalinden beri İstanbul’da medeniyetin “eksik” olduğuna inanır. İstanbul’u Bizans dönemindeki “uygar” günlerine döndürebilecek toplumun İngilizler olduğunu iddia eder. Esra henüz kendi babasını bulamamış olsa da ülkesinin “öksüz” kalmasını engeller.
Esra’nın Ahmet ve Halit’in (Selahattin Paşalı) yardımıyla Atatürk’ü patlamak üzere olan bir gemiden kurtarması, kadınların tarihe yön verdiğini gösterir. 1919’da Atatürk’ün hayatını kurtaran azimli gazeteci, 1941’de kadın hakları mücadelesinde savaşır. “Kadının yerinin evi ve vazifesinin çocuk büyütmek olduğu tartışılmaz” diye sokaklarda haykıranlara inat kadınların çalışma özgürlüklerini savunur.
Esra’ya yazdığı anonim mektupta, “Kadın hakları geri alınsın yoksa kaçırdığım kadınları öldürürüm” diyen katil, Atatürk’ün devrimlerine meydan okur. “Kadın erkek eşit değildir. Eşit olmayacaktır.” sözü gazetede yayımlanmazsa bir kadın daha ölecektir. İşleyeceği cinayetlerden Esra’yı sorumlu tutar. “Başına buyruk kadınlar,” kendi cinayetlerinin failidir.
19. yüzyılda Karındeşen Jack’in, Londra’da kadınları öldürmesi de meşrulaştırılmıştı. Ne de olsa kurbanları, gece vakti sokaklarda tek başına gezen “ahlaksız” kadınlardı. Londra’nın merkezinin, para kazanmakla yükümlü erkeklere ait olduğu düşünülürdü. Erkek egemen şehri varlıklarıyla tehdit eden kadınların öldürülmesi normalleştirilmişti. Dizideki “Kadınlar evine, sokaklar bizimdir” protestoları, sadece erkeklerin sosyal hayatta var olabileceğinin mesajını verir.
Dizi, 1940’lardan bugüne kadın hakları mücadelesinin bitmediğini gösterir. Esra’nın âşık olduğu Halit’in 1941’de “Sokaklar kadınlar için tehlikeli hale geldi” sözü, günümüzde de geçerliliğini koruyor. “Kadınları adam etmek” düşüncesi şimdi de hâkim değil mi?
Günümüzdeki cinsiyet eşitsizliği, Esra’nın çalıştığı gazetedeki görev dağılımından belli. Bir toplantıda, “Agatha Christie külliyatını bitirmiş biri” olarak “sosyete katilini” polislerden daha önce bulacağını söyleyen Esra’nın öz güveni hoş karşılanmaz. Soruşturma, “her şeyi fazla kurcalamakla” suçlanan Esra yerine bir erkek meslektaşına verilir. Agatha Christie’nin birçok romanında cinayetleri çözen Jane Marple olsa da dedektiflik Hercule Poirot gibi “rasyonel” erkeklere yakıştırılır. Argo kelimeler kullanan ve açık sözlü Esra’ya, geleneksel cinsiyet rollerine uymadığı için güvenilmez.
Fakat tarihin tekerrürden ibaret olduğunu gösteren zaman yolculuğundan etkilenemedim. Tarihi ve kurgusal karakterlerin Pera’nın yıldızlı gecelerinde buluşmasına rağmen dizinin büyülü gerçekçiliğine kapılamadım. Mekân, kurgu, kostüm gibi bir diziye hayat veren unsurlar bir araya geldiğinde bir bütün oluşturamamış. Gizemli zaman kapısıyla Pera Palas, baş döndürücü bir karakter olabilirdi.
Dizinin ritminin tutmamasının en büyük sebebi, sosyal mesaj veren karakterlerin tek yönlü olması. Halit’ten bir Dr. Jekyll ve Hyde olmasa bile çok daha çetrefilli bir karakter beklerdim.
Devrimlerin elden gideceğinden korkan gazeteci yazar Sabiha Sertel (1895-1968) ve Tan gazetesinde birlikte çalıştığı Esra derinlemesine işlenmemiş.
İkinci sezonu izlediğim hafta Metis Yayınları’nın, Sabiha Sertel’in gazete yazılarından bir seçki olan ve Tuncay Birkan’ın hazırladığı Görüyoruz Duyuyoruz kitabını hediye etmesi güzel bir tesadüf oldu. Diziyi izlemeseniz de Türkiye’de “ilk kez yargılanan kadın gazeteci,” “en çok yazma yasağı getirilen yazar” Sertel’in cinsiyet ve ekonomik eşitsizliğe başkaldıran yazılarını okumanızı tavsiye ederim.
Naz Bulamur kimdir?Prof. Dr. Ayşe Naz Bulamur, Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümünden mezun oldu ve Yeditepe Üniversitesinde İngiliz Tiyatrosu üzerine yüksek lisans yaptı. University of Wisconsin-Milwaukee'de Edebiyat Çalışmaları dalında doktorasını tamamladıktan sonra akademik kariyerine Boğaziçi'nde başladı. Çağdaş romanda İstanbul temsillerini incelediği Tales of Istanbul in Contemporary Fiction (2011) adlı doktora tezi, Edwin Mellen Press tarafından yayımlandı. Victorian Murderesses: The Politics of Female Violence (Cambridge Scholars, 2016) başlıklı kitabı, 19. yüzyıl İngiliz romanlarında kadın katillere odaklanır ve kadınların ekonomik ve kanuni hakları olmadığı için şiddete başvurduğunu savunur. Amerikalı, İngiliz, Türk yazarlar (Elif Şafak, Julia Kristeva, Orhan Pamuk, A. S. Byatt, Edith Wharton, Elizabeth Gaskell, Erendiz Atasü, Theresa Cha, Martin Amis) üzerine yazdığı makaleler, uluslararası akademik dergilerde yer aldı. Boğaziçi Üniversitesinde roman, tiyatro, edebiyat teorisi dersleri veren Bulamur, feminizm, oryantalizm ve kültürel çalışmalar ışığında kitap, film, dizi eleştirileri yazıyor. |