Yaklaşık 2.5 ay süren karantina döneminden sonra, dünyanın birçok şehri yeniden yaşama açılıyor. "Normalleşme süreci" deniyor buna... Normallik kavramı birçokları tarafından sorgulanıyor. Şems-i Tebrizi'nin meşhur lafı her gün bir vesileyle önüme düşüyor: "Hakk'ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil seninle beraber aksın. Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?"
Sanırım hepimiz dünyanın çıkar savaşlarıyla, çocuk ölümleriyle, hayvan işkenceleriyle kötülüklerin normalleştirildiği bir yer olduğu konusunda hemfikiriz. Bunun içine doğan bizlerin bir suçu yok gibi gözükse de, belki de kurulu düzeni değiştirmeye çalışmadığımız ve seyirci kaldığımız için suçluyuz.
"Hayat ne derece eskiye döner?", "Normal zaten normal miydi ki?" gibi haklı sorular devam ededursun, ben 100 yıl sonra gelen pandemiden hepimizin iyi-kötü bir şeyler öğrendiğini ya da bildiği ama uygulamadığı şeylerin önemini fark ettiğini düşünüyorum.
Desen: Selçuk Demirel
Kendi adıma basit bir liste yaptım. Bakalım sizinkiyle ne kadar benzeşecek.
* Çevre duyarlılığı iyi geri dönüşüm yapmaktan ve ihtiyacım olan suyun fazlasını tüketmemekten öteye gitmeyen biriydim. Ancak bundan sonra hiç kimse bana doğaya zarar veren deterjan, hayvanların üzerinde test edilen kozmetik filan kullandıramaz. Moda olduğunu düşündüğümüz hesaplı bir ürünü satın aldığımızda, dünyanın bir yerinde çocuk yaşta işçilerin insanlık dışı şartlarda çalıştığı sisteme hizmet ediyoruz. Evet belki biliyorduk bunları ama kabul edelim birçoğumuz "kapitalist düzen" deyip geçiyorduk. Sonuçlarıyla ilk kez bu kadar ağır bir şekilde yüzleştik.
* Dünya belki kötü bir yer ama insanlık ölmemiş. Doktorların, sağlık personellerinin canları uğruna mücadelelerini, bakkallardan çöpçülere tüm bu süreçte günlük yaşamın dönmesi için çalışmak zorunda kalanların fedakarlıklarını hiçbir zaman unutmayacağız. Sıradan kabul edilen birçok iş yapılamadığında hayatımızın nasıl alt üst olabileceğini fark ettik.
* Yapamayacağım neredeyse hiçbir şey olmadığını gördüm. Kanada'da zaten kendi işimizi kendimiz görmeye alışmıştık ama karantinada bunun dozu arttı. Eski eşyaları tamir edebilmek, toprağa çiçek, domates ekebilmek, iki youtube videosu izleyip tecrübeli berber gibi oğlumun saçlarını kesebilmek bana kendimi çok iyi hissettirdi. Seneler evvel izlediğim Mandıra Filozofu filmini hatırladım. O zamanlar öyle bir hayat bana çok uzak gelirdi, şimdi gelmiyor.
* Tüm bunları kendim yaparken, ne kadar az para harcayabildiğimi gördüm. Para kavramını daha önce 'kazanılan'la değerlendirirken, şimdi 'harcanmayan'la değerlendirmeye başladım. En lüzumsuz gider kalemlerimin de şuradan alınan bir kahve, oradan alınan bir sandviç gibi küçük şeylerin toplamı olduğunu şaşırarak fark ettim. Bir de benzin... Yine doğaya en çok zarar veren şeylerden biri...
* Karantinanın ilk zamanlarında iki üç gün iyiyken, dördüncü gün kendimi dipsiz kuyularda bulduğum oldu. Sonradan nedenini global acıya bağladım. Dünyanın bir yerlerinde anne babalarına telefonla, mektupla veda etmek, toplu mezarlara gömmek zorunda kalanların acısı... Sanki birini kaybetmişim gibi bir keder çöküyordu kalbime. İnsanın hep birlikte nefes alıp veren tek bir organizma olduğunu biliyordum ama ilk kez bu kadar net hissettim.
* Hastalıktan korkan biri değilimdir. Fakat bundan korktum. Büyüklerimin sağlığından, genç yaşta gerçekleşen ölümlerden, geride çoluğumuzu çocuğumuzu bırakmaktan... Babamın sık sık söylediği "Korkunun ecele faydası yok" lafını hatırladım. Yani korku sonucu değiştirmez. Korku beynin bir oyunudur, çare kabullenmektir ve o gerçekle yaşamaktır. Sanırım iki buçuk ay gibi kısa bir sürede, hepimiz Koronavirüs gerçeğiyle yaşamayı öğrendik.
* Çok klişe olacak belki ama günlük hayatın koşturmacasından fark etmediğim küçük şeylerle mutlu olmaya başladım. Yudumladığım kahvenin tadı, kafamı kaldırdığımda gördüğüm 100 yıllık çam ağacı, çocuklarımın tatlı tatlı atışma sesleri, Mişka'mın kafasını gelip dizimin üstüne dayaması gibi her günümün normalleri, normalden çıkıp mutluluk ve şükür kaynağı haline geldi.
* Ve bu yavaşlayınca oldu. Yavaşladım. Bir şeyleri aceleyle, telaşla, hızlıca yapma, bir işi yaparken kafamdan sıradaki on işi geçirme huyum, hayatın ağır aktığı Kanada'da törpülenmeye başlamıştı ama karantinada iyice azaldı. Ne için acele edeceğim ki?
* En yalnız olduğum zamanda, hiç yalnız olmadığımı gördüm. Ailem ve arkadaşlarımla yaptığım online sohbetler, uzun zamandır görmediğim tanıdıklarla sosyal medya üzerinden hal hatır sormalar, Mişka'yı gezdirirken hiç tanımadığım komşularımla yaptığım uzaktan muhabbetler bu dönemin şifası.
* Plan program insanıyımdır. Hayatımda ilk kez hiçbir plan yapmamayı ve günü yaşamayı öğrendim.
* Ayrıca başkalarının davranışlarını kontrol edemeyeceğimi de öğrendim. Virüse dikkat etmeden yaşamayı tercih eden eşimden dostumdan ben sorumlu değilim.
* Yoğun iş hayatı içinde zorlanan, bilgisayarlarının başından tuvalete gitmek için bile kalkamayan, öğle yemeklerini sağlıksız bir iki fast food ile geçiştiren, çoluğunun çocuğunun büyümesini kaçıran, trafikte saatlerini harcayan birçok arkadaşıma karantina döneminin çok iyi geldiğini gördüm. İnsanların yüzüne renk geldi. Anne tarifleri yemek kitaplarının aralarından çıktı. Çocuklara mutfaklarda kekler, börekler pişmeye başladı. Evden çalışarak da işlerin yürüdüğünü gören bu insanların kaçı eski tempolarına dönmek isteyecek bilmiyorum.
* U-zak-tan E-ği-tim! Tüm anne-babalar hafif tırlattık, öğretmenlerimizin yaptığı olağanüstü işin önemini bir kez daha anladık. Ancak bu süreçte birçok okul konu anlatımı olarak çocuklara internetten linkler yolladı. Bilgi internette varsa, okulda beceriye yönelik şeylerin anlatılması gerekmiyor mu?
* Koronavirüs'ü, nam-ı diğer Covid-19 hastalığı seyahat alışkanlıklarını, iş yapma şekillerini, eğitim sistemini ve daha birçok şeyi değiştirmeye başladı bile... Evrende tesadüf olmadığına inanarak, yaşanan bunca acının ve hayatımızdaki bu hızlı değişimin dünyanın daha iyi bir yer haline gelmesine vesile olmasını diliyorum.