Duyguların alanında gerçek düşselden ayrılmaz, der André Gide. İşte burada devreye "zaman" kavramı ve onun içinde kendini gerçekleştiren bütün eylemlerin kaplamı olan algılama biçimlerimiz devreye giriyor. "Önce" ve "sonra" içinde ve etrafında insanın kavrayışı ve aralarda gelişin sezgisi.
Bir okur olarak okuduğu kitapların içinden akıp geçen şeylerin sesini duymaktan hoşlanan benim gibiler için elbette kimi yazanlar sessiz akan bir ırmak gibi konuşur kitaplarında. Gamze Güller öykülerinde okuruna bu sesleri fısıldayabilen yazanlardan. Hem sessiz akan ırmağın hem zamanın sesini kendi sesiymiş gibi aktarabilen. Durmuş Saatler Dükkânı'nda şöyle diyor, Sesi bu alacalı karmaşayı orta yerinden yarıp geçiyor. Saatler susuyor. Hafifliyorum. Kafamın içinde sıralamaya çalışıp durduğum her şey gevşiyor, düğümleri çözülmüş gibi sarkmaya başlıyor. Guguklu saatler, pilli saatler, kurmalı saatler duruyor. Ben duruyorum. İşte o anda, o sessiz ırmak akmaya başlıyor, okurun kendi bildiği o eski şarkıyla akıp metinlere eşlik ederek. Kitaplardan söz ederken onlardan pek az alıntı yapar ve içeriklerinden ancak hissettiğim kadarını kendi duyumsama biçimimle ifade ederim. Fakat Durmuş Saatler Dükkânı bunun biraz dışında kalacak. Çünkü bu kitapta yazarını da içine alan zamansal yaklaşımlar var. "Zaman" bazen süre ile eş anlamlı alınır, bazen de süre zamanın bir parçası olarak düşünülür. Oysa gerçekte "zaman" diye bir şey yoktur. Zamanı var eden eylemlerimiz, algılama biçimlerimiz, sorumluluklarımız ve onun etrafında onunla ilgili kurduğumuz yaşantı biçimleri vardır.
Gamze Güller reel hayatta bir mimar. Yeni bir dünya tasarlamak ve o dünyada kendine has bir düzen kurabilmek adına da yazarın mesleğiyle ilgilisinin yazım biçimine de sirayet eden özellikleriyle de karşılaşacak okur. Biz hayalperestler, tutunamayanlar, kendine kendi de dâhil kimsede ve hiçbir yerde yer bulamayanlar için de yeni bir yazar olmamasına rağmen daima beklenen bir yazar hissi vermeyi de ihmal etmiyor. Bu biçimde zamanı ele alan her şeyi ancak bir yazar durdurabilir. Durmak sadece durmak da değildir. Anlamak için özel bir alan yaratmaktır, hem kendine hem okura. Nesneleri konuşturmak, eşyalara bildiğimizin dışında anlamlar yüklemek, bir kitapta bir kokuyu burnumuzda tütercesine hissettirmek de herkesin harcı değil. Bomboş bir evi yeniden her şeyi ile bir yere koyarken insanın ruhunu da, gözünü de tırmalamadan tasarlamak yazmakla aynı şeydir elbette. Kitap içerdiği öykülerdeki tedirginli, belirsizliği, tuhaflığı da bu denli ustaca dile aktardığı için okuru da rahatsız etmek yerine sürüklemeyi başarmış. Oysa biz insanoğlu varlık olarak da belirsizliği temsil ederken, hayat boyu belirsizliklerle mücadele etme bilincinin dışında her şeyi geliştirdik. Çok yazan çok az kitapta karamsarlığıyla okuru boğmak yerine coşkulandırabilir. Bütün o karakterlerin içsel çatışmalarını okuruna kendine yeniden başlama fırsatı versin diye belki de yüksek tuttuğu yaşama sevinci ile de harmanlıyor. Yaşamı, yaşamaya değer kılan bu üslup, bu yaklaşım elbette bu kitabı da okunmaya değer kılıyor. Zaten her şey bazen bir kitapla başlamıyor mu? Zaman duracak, ırmağın sesi usul usul akacak ve kitap okuruna yeniden başlamayı, dik durmayı, asıl durunca her şeyi bütünüyle kavramayı anlatacak.
Kişileri değerli kılan yazdıklarıdır evet, yazdıklarının ne kadarına hayatlarından, hayatlarına yakın eksende gerçekleşen başka hayatlardan içerikler alırsa o kadar sağlam edebi metinler ortaya çıkarması da bunun bir parçasıdır. Bir yazarı bir tek kitabıyla kavramak da bu nedenle yetersiz kalacağı gibi okurunu da eksik bir duygu ile bir başına bırakacaktır. Bu eksikliği tamamlamak düzenli bir okur için bir yazanı düzenli okumakla, takip etmekle mümkündür. Elbette her kitabında istisnasız bir önceki ile bir sonraki arasında kolay bağlar kuramayacaktır. Fakat önemli olan aynı yazarın değişken bağıllar arasında kurabildiği, ilerlediği yolu kavramakla ilgili gerçeklikle düşsel olan alandaki görünmez geçişlerini ve bağlantılarını bulmak olacaktır. Bu görünmezlik nasıl aşılır peki? O yazarın içeriği, biçimi, kurgusu, adı her fedasında ne kadar değişse de her kitabında konuştuğu gibi yazmaya devam ediyor olmasıdır. Çünkü her şey değişir, iyi bir yazanın yaklaşımları, dili kullanma biçimi ve üslubu değişmez, değişen tek şey genişlemesidir, işte bu genişlik iyi okurun kendini geliştirmek adına arayıp bulağı o görünmez bağlardır.
Bir bilginin ya da bilgiler topluluğunun bellekten silinmesi, bu yüzden bilinç alanına çıkamaması, anıların silinmesi, her bireyim kendi yaşam koşularında oluşturduğu o belleğin kaybolup gitmesi temelinden hiç ayrılmayan öyküleriyle son yıllarda dikkat çeken bir yazan olarak diğer kitapları arasında da kentsel dönüşümle insanın dönüşümü üzerine ifadeleriyle gelecekte de şüphe yok okuruna bireyin yanlış evrimlerine ve hayatlarının arkasındaki gerçeklikle yüzleşebilmesi adına haklı değil, nazikçe meydan okumaya devam edecek…
Zaten bir yazanı yazmak konusunda ileriye sürükleyen, bir okur topluluğunun ortasında savunmada bir sanık ya da tanık gibi bir başına bırakan da bu meydan okumayı sürdürmek değil midir? Beşinci Köşe, En Çok Onu Sevdim, İçimdeki Kalabalık da işte bu meydan okumanın birer ürünü. Hem kendi adına, hem hayatın karmaşasında sesini, varlığını dik tutma mücadelesi verenler adına. Gamze Güller sessiz bir ırmak gibi akmaya devam edecek, bu sessizlik bu gürültüyü de bir gün boğup öldürecek.