Aydın Engin

26 Ekim 2010

Yiğidim Aslanım... Canı Sıkılıyor...

Canı sıkılıyor, evet; ama yalnızlıktan değil. Artık yalnızlığa alıştı. Gerçi müebbed sevgilisi Rakel’i...

Canı sıkılıyor, evet; ama yalnızlıktan değil. Artık yalnızlığa alıştı. Gerçi müebbed sevgilisi Rakel’i, iki güzel kızını, Sera ile Delal’i, yakışıklı oğlu Arat‘ı ve ille de bızdık torununu özlediği çok oluyor ama yalnızlığa alıştı. Orada, Balıklı Ermeni mezarlığında yapayalnız yatıyor ve fena halde canı sıkılıyor...
Biliyor musunuz canını sıkan katili Ogün Samast’ın, hani o arkadan sinsice sokulup kafasına mermi sıkan o kalleşin artık çocuk sayılıp Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi’ne sevk edilmesi kararı değil. Bebekten katile dönüşmüş o yaratığın, hapishane koşullarında – iyi bakılıyor anlaşılan- semirip yağ tulumuna dönmüş lüpür lüpür bedeni ile salına salına duruşma salonunu terk edişi değil canını sıkan. 
Erhan Tuncel’in mahkeme heyetine “Ben jandarma ve polis muhbiri olarak sadece görevimi yaptım. Bunların cinayet planlarını ve cinayete kararlılıkları adım adım bildirdim. Tahliyemi isterim” deyişindeki alçaklık; bir insanın düşebileceği en aşşşağılık mertebeyi, muhbirliği utanıp sıkılmadan kabullenen ruhsal sefaleti değil canını sıkan. Hatta bir ara “Tahliye etsinler onu da. Ne anlamı var ki o yaratığı hapiste tutmanın” diye düşündüğü bile oldu.
Trabzon McDonalds’da bomba patlatıp insanları yaraladığında polis şefi amcalarının “Aman yavrumuza bir ceza filan gelmesin” diye telaşla kolları sıvayıp çabaladıkları, ardından cinayet için tetikçi arayışına çıkıp sonunda  Ogün Samast’ı bulan; Orhan Pamuk’a akıllı olmasını öğütleyecek kadar akıl sahibi olduğunu sanan Yasin Hayal’in de “Benim neyim eksik, ben de tahliye isterim” deyişindeki iğrenç arsızlık da değil canını sıkan.
Sanık avukatlarının mesleki hüner göstereyim derken hukuk fakültesi diplomalarının olup olmadığı sorularına yol açan tutum ve davranışlarına da pek canı sıkılmadı.
Ama ne zaman ki Avukat Fethiye Çetin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) Türkiye Cumhuriyeti’ni hukuksal bağlamda ağır ihlallerle suçlayıp mahkûm eden kararını yorumlamaya ve her biri onur kırıcı birer şamar ağırlığındaki gerekçelerini sergilemeye başladı; Fethiye Çetin konuştukça onun canı pek sıkıldı.
Hele hele AİHM’nin Yargıtay Daireler Genel Kurulu’nun onu “Türkklüğe hakaret ettiği” gerekçesiyle mahkûm eden kararı onaylamasını ele alan AİHM kararında canı iyiden iyiye sıkıldı. AİHM hukuk dili ile nezaketi birleştirmiş ve ama olanca açıklığı ile onu ölüme götüren kanlı zincirin en önemli halkasının Yargıtay’ın bu kararı olduğunu belirtiyordu. Bu ülkenin yurttaşlarının hukuk bağlamında başvurabilecekleri son durak olan Yargıtay’ın yüce (Yüce?) yargıçlarının kararındaki aleni haksızlık,  salt onların değil, bu ülkenin de onuruna indirilen bir tokattı. Fethiye Çetin sözünü esirgemedi ve AİHM kararını “tercüme” etti:
- Bu mahkûmiyet kararını onaylayan Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulunun, karşı oy verenler dışında kalan yargıçları ya okuduklarını anlayamayacak kadar zekâ geriliğiyle malûldürler (=sakattırlar) ya da ırkçı önyargılarla davranan devlet memurlarıdır. Ama herhâl ve kârda hukukçu değillerdir...
İşte buna çok, ama çoook canı sıkıldı. Ülkesinin, canı kadar sevdiği ülkesinin böylesine küçük düşürülmesine gönlü razı olamazdı. Çok, ama çok canı sıkıldı. Dün mezarında bir kere daha döndü durdu...