Aydın Engin

22 Mayıs 2009

Ustama, Ağabeyime, Mustafa Ekmekçi’ye...

Tam 12 yıl önce bugün, yani bu yazının yazıldığı şu 21 Mayıs günü çekip gittin.

Ustamdın. Meslek ustalarım, ki çokturlar, arasında en korktuğum ve en sevdiğimdin.
Ağabeyimdin. İyi günlerimde de, kötü günlerimde de, en kötü günlerimde de...
Tam 12 yıl önce bugün, yani bu yazının yazıldığı şu 21 Mayıs günü çekip gittin.
O kara haberin geldiği gün yazdığım Tırmık’ı hatırlıyor musun Ağabey ? Hani bana “Arkamdan yazma, musalla taşı yazılarından hoşlanmıyorum” diye vasiyet etmene rağmen yazdığım Tırmık’ı hatırlıyor musun ?
Hani bir yerinde şöyle yazmıştım:
“... Bu bizim Cumhuriyet’in Ankara Bürosu var ya ağabey, bu bizim Ankara Bürosu adam olmayacak. Örneğin şu bizim Işık... Işık canım, Işık Kansu. Kaç yılın habercisi. Güya gencecik habercilere örnek olacak... Tutmuş iki satır yazıyor, duruyor, gözlüklerini siliyor. Gözlük işin numarası ağabey. Gözlerini siliyor o. Uğur Mumcu’nun haberi geldiğinde de böyle yapmıştı.
Büroya uğradığında konuş onunla, çek kulağını. Ona anlat. Bana öğütlerini, 12 Mart 1971 karanlığında birlikteyken, ağabey-kardeş, usta-çırak, Yeni Ortam Gazetesi’ndeyken verdiğin öğütleri, Deniz’lerin asıldığı günün birinci yıldönümündeki öğütlerini ona da anlat:
- Ne olursa olsun, içinden bir şeyler de kopsa, eksilsek de, için kan da ağlasa, gözyaşların elinde olmadan iri damlalara dönüşüp yanaklarından da süzülse rotatif dönecek; gazete çıkacak oğlum.
Aynen böyle de ona. Seni dinler. Gözlük silmeyi bırakır elindeki haberi yetiştirir. Biliyorum ağabey, biliyorum. Tabii ben de telefon edip söyleyebilirim. Ama şey... Ben... Ben gözlüklerimi siliyorum da ağabey. Hem bu yazıyı yetiştirmem gerek. Yani kuyruğum sıkışık. Şu gözlüğüm de ha bire... “
Şimdi yine öyleyim Ağabey. Ha bire gözlük siliyorum. İki satır yazıyorum sonra gözlüğümü...
* * *
Gencecik okurlara, hele hele gencecik meslektaşlara seni nasıl anlatsam ki ? Sen öldüğünde 15 yaşında olanlar şimdi okullarını bitirmiş, hayatlarını üretmekteler, belki de evli barklı, çoluklu çocuklu koskoca erkekler ve kadınlar oldular...
Seni hatırlayanı bırak, adını bilen çıkar mı acep ?
Mesela inatla yinelediğin öğüdü anlatsam ?
Hani 1972’de Yeni Ortam gazetesine yazı müdürü, 1976’da Politika Gazetesi’ne yayın yönetmeni, 1992’de Cumhuriyet’e yazı müdürü olduğumda eş dost tanıdık telefon edip tebrik ederken senin her defasında usanmadan verdiğin “gazete yöneticiliği”öğüdünü:
- Habercinin kıçı iskemle görmemeli. Öylelerine acıma. Ya işten çıkarmakla korkut ya da iskemlesini kır at...
Onca Tırmık yazdım, bazılarını kendim de beğendim, ortalıkta kostak kostak dolandım. Sen bir defa bile telefon edip “Afferin. Güzel yazı olmuş” demedin. Ama tuttum, Elazığ’da, Aczimendi dergahına girip sıkı bir haber, geniş bir söyleşi çıkardım; daha ben Elazığ’dayken kaldığım oteli –nasıl becerdiysen- bulup “Afferin lan. İşte gazetecilik budur oğlum. İşte şimdi bir rakıyı hakettin” dedin. Hani mezesi kızarmış ekmek, üstüne tereyağ, onunda üstüne tulum peynirinden ibaret “Hadim usulü” rakıyı...
* * *
Yazıya biraz ara verdim ağabey... Gözlüklerimi silmem gerekti de...
Hatta izin verirsen bu yazıyı burada bitsin Ağabey. Şu gözlükle uğraşmaktan yazı yürümüyor...
Sen tam 40 yıl (1950) dört kuşağa kuşun kanadından haber çıkarıp bilgilendirmişsin. Haberle yatmış haberle kalkmışsın. Genç habercilerin ayranı kabarsın; haberden kopmuş, internete dadanmış haberciler abdest tazelesin diye yazdım bütün bunları.
Bunu bil ve bana emanet edilmiş bu köşeyi kişisel duygularım için kullandım sanıp bana kızma e mi?
Bir de Mustafa ağabeyim...
Yok olmayacak... Bu gözlükle olmayacak... İyisi mi burada keseyim...
21 mayıs 1997