Aydın Engin

16 Aralık 2013

Üç konu – Üçer soru

Unutmuş olamazsınız. 9 Ocak 2013’de Paris’te üç Kürt kadın, Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Söylemez öldürüldü.

Unutmuş olamazsınız.

Unutturulmak istendiğini de gözden kaçırmış olamazsınız

9 Ocak 2013’de Paris’te üç Kürt kadın, Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Söylemez öldürüldü.

Cinayet usta işiydi. Silaha susturucu takılmıştı. Cinayet sadece Türkiye’de ve özellikle Kürt siyasal hareketi içinde değil, bütün Avrupa’da geniş yankı buldu. Çünkü aynı günlerde “Barış süreci, Kürt açılımı” gibi adlarla anılan Kürt sorununun barışçıl çözümüne ilişkin ilk ve önemli adımlar atılmıştı. Birkaç ay sonra Diyarbakır’da Öcalan’ın ünlü ve anlamlı Newroz Mesajı okunacaktı.

Kısa süre sonra cinayet şüphelisi bir genç, Ömer Güney yakalandı. Karanlık ilişkileri ve gizli servislerle işbirliği yaptığına ilişkin ciddi belirtiler vardı.Paris savcısı Molins, Ömer Güney’in “Cinayetin bir numaralı şüphelisi” olduğunu resmen açıkladı.

Sonra?

Sonrası karanlık değil zifiri karanlık.

Cinayetin üstünden neredeyse bir yıl geçti. Bir yıldan beri “Bir numaralı şüpheli” Ömer Güney’in sorgusu bitmemiş olabilir mi? Ömer Güney hakkında mahkemece bir tutuklama kararı verilip verilmediğini, yoksa hâlâ “Bir numaralı şüpheli” olarak gözaltında tutulup tutulmadığını, hatta Ömer Güney’in nerede olduğunu bilmiyoruz.

Şimdi üç soru:

Bir: Fransa’da polis, savcılık, içişleri bakanlığı, kısaca Fransa devletinin üç Kürt kadınının öldürüldüğü cinayeti bir yıldır aydınlatmamasının bir nedeni olmalı. Bu nedir?

İki: Öldürülen üç kadın Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarıdır. Türkiye Cumhuriyeti devleti üç yurttaşının öldürülmesiyle ilgili olarak parmağını kımıldatmıyor. Bunun bir nedeni olmalı. Bu nedir?

Üç: Paris’te Türkiye medyasının sayıları hiç de az olmayan muhabirleri, temsilcileri var. Bu meslektaşlarımız için üç Kürt kadının karanlık bir cinayete kurban gitmeleri ve katil(ler)in bir yıldır ortaya çıkarılmamış oluşu haber değeri taşımıyorsa, haber değeri taşıyan nedir?

 

*    *    *

AKP, vergi müfettişlerini muhaliflerine yönelik bir silah olarak kullanıyor ve bunu gitgide yoğunlaştırıyor.

Bunun birçok örneği var. 

Bahanesi gezi direnişi sırasında Divan Otelinin kapılarının direnişçilere açılması olan, aslında hedefin Türkiye’nin en büyük sermaye grubuna diz çöktürmek, AKP’ye biat etmesini sağlamak olduğu belli. Bu amaçla Tüpraş’a bir müfettiş ordusu salındı.

Cemaat’a yakın sermaye grubu olarak bilinen Boydak Holding’in üç şirketine de vergi müfettişleri yumuldu. Son yılların en hızlı büyüyen aile şirketi olarak ünlenmiş Boydak Grubuna vergi denetiminin AKP-Cemaat çatışmasıyla eş zamanlı oluşu, ek yoruma ihtiyaç bırakmıyor.

Yine de Türkiye’de büyük sermayenin vergi sabıkasının çok kabarık olduğunu bilenlerdenim. O yüzden bu konuda söyleyecek fazla sözüm yok.

Ama Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne (ÇYDD)  yönelen maliye baskısına, daha doğru bir deyimle saldırısına da sessiz kalamam.

Haberin ayrıntısını T24’de işledik. Cenazelerde çelenk hizmeti verilerek bağış toplanmasını vergiye tabi gelir olarak yorumlamak gibi bir saçmalıktan tutun da dernek gönüllülerinin “kaçak çalıştırılan işçi” olarak kabul edilmelerine varan bir başka saçmalığa kadar uzanan ve milyon liralık vergi cezalarını ÇYDD’nin tepesine yağdıran bir maliye saldırısından söz ediyoruz.

ÇYDD bayrağını Türkan Saylan’dan devralan Aysel Çelikel bir hukuk mücadelesi veriyor ama AKP tepelerinin saldırısının sonu gelmiyor.

Şimdi üç soru:

Bir: Maliye Bakanlığının yiğitleri ÇYDD’nin kâr amacı güden ve vergiye tabi olması gereken etkinlikler yürüttüğüne sahiden inanıyor olabilirler mi?

İki: Cenaze kaldırılan camilerde aynı çelenk hizmetini veren çok sayıda kuruluş var. Bunlar hakkında da benzeri bir vergi soruşturması yürütülüyor mu?

Üç: ÇYDD’ye yönelen saldırının utanç verici bir rövanşizm (=intikamcılık) uygulaması olmadığına bizleri ikna edecek tek bir cümle söylenebilir mi?

 

*    *    *

Ön açıklamaya ihtiyacı olmayan üç soru:

Bir: Roboski’de kendi yurttaşlarını bombalayan savaş uçaklarına kim emir verdi?

İki: Pilotlara “Gidin ve bombalayın” emrini elbette yetkili subay vermiştir. Ama o subaya bu emri vermesi emrini kim verdi?

Üç: Roboski cankırımı 28 Aralık 2011 akşamıydı.. Yani 12 gün sonra tastamam iki yıl geçmiş olacak. Askeri ya da sivil yargının bu iki yılda aldığı yol “Az gittik, uz gittik, bir arpa boyu yol gittik” diyen masal tekerlemesinden ne kadar farklıdır?