Aydın Engin

04 Ekim 2010

Suç Duyuruları Ne Oldu?

12 Eylül referandumunun hemen ertesinde ülkenin pek çok köşesinde savcılıklara başvuran yurttaşlar...

12 Eylül referandumunun  hemen ertesinde ülkenin pek çok köşesinde savcılıklara başvuran yurttaşlar 1980 darbesinin elebaşıları hakkında suç duyurusunda bulundular. Tırmık’ın düzenli okurları hatırlayacaklardır, o günlerde altını çize çize yazdık: Eğer suç duyurusunda ciddiyseniz arkasını kovalamak zorundasınız. Türkiye’de savcılıkların dolaplarında binlerce (belki on, hatta yüzbinlerce) suç duyurusu var. Bir sonuca bağlanmamış; hakkında suç duyurusunda bulunulan kişinin ifadesinin alınmasına bile gerek duyulmamış; dolaba kaldırılıp örümcek ağlarının sarmalamasına terkedilmiş dosyalar...
Savcılar nedense suç duyurusundan pek hoşlanmıyorlar. Belki de “Birisini suçlamak gerekirse onu biz yaparız, yurttaşa ne oluyor böyle” gibisinden bir meslek saplantısının içindeler.
Ama sorun sadece yapılan suç duyurusunu kovalamakla da bitmiyor. Çoğu kez “Ne oldu bizim suç duyurusu” diye başvuranlara en insaflısı “İnceleniyor” deniyor; çoğu kez de “Koğuşturmaya gerek görülmemiştir” deniyor. Gerekçe sorduğunuzda ise bir cevap alamıyorsunuz.
Kenan Evren ve suç ortakları için yapılan suç duyuruları  bu ülkenin onlarca yılını çalan, ülkenin en iyi evlatlarını öldüren, sakatlayan, zindanlarda çürüten, yaşamlarını düzelmesi yer yer olanaksız ölçülerde altüst eden bir çetenin cezalandırılması isteğinden ibaret değildir. Bu suç duyuruları Türkiye’nin yakın geçmişiyle yüzleşmesinin kilidini açacak siyasal anahtardır da...
Keza suç duyuruları salt bir hukuk tartışmasının sınırları içine hapsedilemeyecek, hapsedilmesine fınsat verilmemesi gereken bir hesaplaşmadır da...
Yani suç duyuruları ile başlayan süreç kapsamlı, önemli bir siyasal mücadelenin adımıdır.
O yüzden gerek suç duyurusu yapan kişiler ve gruplar, gerekse medyanın demokrasinin gelişmesindeki görev ve  sorumluluğunu taşımaktan çekinmeyecek gazeteciler  bu işin peşini inatla, ısrarla kovalamak yükümündeler.
Örneğin “Yahu dur hele; daha dün bir bugün iki; Anayasa’nın 15. maddesi yürürlükten kaldırılalı şunun şurasında kaç gün geçti ki” yollu itirazlar, ayak sürçmeler, mazeretler bizden uzak olsun.
Hatırlarsanız suç duyuruları ardarda geldikten sonra Adalet Bakanlığından resmi bir açıklama yapıldı ve suç duyurularının tümünü değerlendirmek üzere özel bir savcının görevlendirildiği belirtildi.
Suç duyurularının sonucu bir savcının iki dudağı arasına hapsedilmeyecekse, şimdiden o savcının şu ana kadar ne yaptığını, hangi adımları attığını, sürecin hangi aşamasında olduğunu sormak, sorgulamak yükümündeyiz.
Anayasa değişikliğine  “evet” diyen sosyalistlerin çok büyük çoğunluğu bu “evet”i aslında iki nedenle kullandılar. Bir: Yargı seçkinlerinin siyasal vesayetinin bir nebze de olsa hafiflemesi; iki: 12 Eylül cellatlarının yargıç karşısına çıkarılarak Türkiye’nin en kanlı katillerini yargılayamayan bir ülke kalma utancından kurtulması için...
Bu konuda AKP yönetiminin adım atmakta hiç de istekli olmadığı; çok da saygın olmayan siyasal hesaplarla “karşı cepheyi büyütmeme” manevrasına kapılacağı herhalde  yanlış değil.
Yani bastırmazsak konunun uykuya yatırılma olasılığı hiç de az değil.
Üstelik inatla kovalar ve başarırsak, “Yargıç karşısına çıkmam, kendim kafama  bir mermi sıkıp işi bitiririm” diyen cuntabaşı Evren’in kötü pokercilere has blöfünü görüp keyiflenmek de var sonunda. Ben bu keyfi de kaçırmak istemem doğrusu...