Aydın Engin

19 Temmuz 2010

Referandum Ateşi Sardı Ülkeyi...

Eğer bencileyin günlük gazetelerin hemen hepsini ama kağıttan, ama ekrandan okumak zorunda olanlardansanız...

Eğer bencileyin günlük gazetelerin hemen hepsini ama kağıttan, ama ekrandan okumak zorunda olanlardansanız...
Eğer bencileyin sayısını çıkaramayacağım kadar çok e-gruptan gelenlere en azından bir göz atmak zorundaysanız...
Eğer bencileyin e-posta adresine yağan mailleri okumadan çöpe atacak lüksleriniz yoksa...
Yandınız...
Ülkenin eli kalem tutan, söyleyecek lafı olan, olup bitene akıl erdirmek ve erdirdiği aklı başkalarına aktarmak isteyenlerin tümünü referandum ateşi sarmış durumda.
Birkaç dosyada istiflediğim “referandum” üstüne yazılıp çizilenlere topluca göz atmaya kalktım ve...
Ve ürktüm...
Herbirini dikkatle okumak gerekirse, ki herbiri öyle üstünkörü okunamayacak kadar ciddiye alınmış, kanıtlarla, tanıtlarla (=argümanlarla) beslenmiş okkalı yazılar, hiç masadan kalkmadan saatlerce değil, günlerce, belki haftalarca  okumak lazım...
Lafı gevelemeden söyleyeyim: Olacak iş değil. Bir insanın okuma, okuduğunu algılama ve tartıp biçme kapasitesini fersah fersah aşan bir “fikir – yorum –öneri – gerekçe - analiz” sağanağı var...
Yine de denizin baştan çıkarıcı mavisine gözümü, yumuşacık esen gündoğusunda dalgaların karşı konulması güç fısıltısına kulaklarımı kapadım; direndim; zırıl zırıl terleyerek en azından ilginç görüşler içerenlerini ve derinlik taşıyanlarını becerebildiğimce okumaya çalıştım...
Sonuç: Türkiye solu bu kez de referandumda kullanılacak oyun rengi üstüne çok büyük bir başarıyla iki kampa bölünmüş durumda...
Kamplaşma çok keskin.
Bakın size aynı mail grubunda zembereği boşalmış iki yorumcudan iki referandum önerisi. Virgülüne kadar değiştirmeden ard arda aktaracağım:
Birinci: ...12 Eylül’de sandığa gidip evet oyu vermek, ABD emperyalizminin Tütrkiye’deki güvenilir uzantısı AKP’nin sivil diktatörlüğüne teslim olmak demektir ve o yüzden evet oyu verecekler tarih önünde hesap vereceklerdir...
İkinci: Referandum’da hayır oyu vermek vesayet rejiminin ve 12 Eylül zihniyetinin devamı için oy kullanmak demektir. Bu referandumda hayır oyu verenler tarih önünde hesap vermekten kurtulamayacaklardır...
Breh breh breh!..
Anlaşılan 13 Eylül sabahından itibaren tarih hesap alıp vermek için fazla mesai yapmak zorunda kalacak. Allah, tarihin yardımcısı olsun. Aylarca, yıllarca çalışsa sonunu getiremez gibi geliyor bana...
*    *    *
Şaka bir yana, sanıyorum hepimizin 12 Eylül’de oyunu nasıl kullanacağı konusunda bir karar vermesine yardımcı olacak tartışmalar meraklısı ve sabırlısı için yeterli ölçü ve boyutlara ulaştı. Kimsenin “Kafam karıştı. Ne yapacağıma karar veremiyorum” mazeretine sığınma hakkı yok. Anlaşılan 11 Eylül akşamına kadar da bu böyle sürecek...
Besbelli ki 12 Eylül günü siyasal duruşunu “solda” tanımlayanların kimileri sandık başına gidecek, kimileri gitmeyecek; gidenlerden kimileri evet, kimileri hayır oyu kullanacak. Sonra güneş yine doğudan doğacak, batıdan batacak ve hayat devam edecek... 
Bu konuda “Ben referandumda şöyle yapacağım, siz de öyle yapın” anlamına gelecek öğüt cümleleri sıralamaya hiç, ama hiç niyetim yok. Bir oyum var, onu nasıl kullanacağım konusunda da kafam net.
Ama iki noktaya takıldım.
Bir: Yazıp çizip yayınlayanlardan bir kesim “AKP, 12 Eylül zihniyetini gömecek, özgürlüklerin önünü açacak bir Anayasa değil, devlete müdahale araçlarını kendi denetimine alacak bir Anayasa değişikliği yapıyor” diyorlar...
Peki AKP başka ne yapacaktı? AKP’den başka ne beklenebilirdi?
12 Eylül’de AKP’nin Anayasa değişikliği oylanacak. Bu değişiklikler AKP’nin ideolojisiyle, siyasal çıkar hesaplarıyla örtüşen ve onlarla sınırlı değişikliklerdir. Bana (“Bize” değil “bana”) düşen bu değişiklikler var olan Anayasa’dan daha olumlu yenilikler getiriyor mu, getirmiyor mu sorusunu titizce cevaplamak ve ona göre oy kullanmaktan ibaret. AKP’den ülkeyi özgür, adil ve eşitlikçi bir düzleme taşımasını hiç beklemedim, beklemiyorum da...
İki: Yazıp çizenlerden kimileri de bu Anayasa değişikliğinin kabulü halinde 12 Eylül Anayasası'nın kalıcılaşacağı, halk tarafından onaylanmış sayılacağı ve böylece sahiden demokratik, sahiden özgürlükçü, sahiden eşitlikçi, sahiden sivil bir anayasa taleplerinin önünü keseceği, yepyeni bir anayasa üretmenin yolunu tıkayacağını savunmaktalar...
Neden?
13 Eylül sabahından itibaren AKP’nin değil, CHP’nin de değil, demokrasiye sahiden ve “ama”sız, “fakat”sız, “lakin”siz bağlı olanların anayasası için kolları sıvamaktan bizi kim, nasıl alıkoyacak ki?
Belki 12 Eylül’e kadar bu sorularıma inandırıcı yanıtlar veren bir hayırsever çıkar da kafamdaki son tortu döküntüyü de atar sandık başına öyle giderim...
Yoksa  referandum konusuna yeniden dönmeye hiç niyetim yok...