Aydın Engin

06 Mayıs 2010

Prompter

Ola ki bilmeyenleriniz vardır. Önce şu 'prompter' denen aygıtın ne olduğunu, ne işe yaradığını açıklayayım...

Ola ki bilmeyenleriniz vardır. Önce şu “prompter” denen aygıtın ne olduğunu, ne işe yaradığını açıklayayım.
Televizyonlarda haber sunanlar hani bize bakarak konuşuyorlar ya aslında bize değil, göz hizalarının biraz üstünde duran ve kameraların görüş alanının dışında kalan ve adına prompter denen aygıta bakıyorlar. Orada okunan haberlerin metinleri akıyor ve haber sunucuları da o metinleri mesleki hünerlerini kullanarak okuyorlar ve biz, bize bakarak konuştuklarını sanıyoruz.
Bilgisayar teknolojisindeki gelişmeler sayesinde prompterlar da iyiden iyiye küçüldü; üstünde iki üç satır metnin aktığı incecik ekranlara dönüştü.
Bu yararlı aygıtı sadece televizyoncular değil, artık siyaset erbabı da kullanmaya başladı.
Başbakan Erdoğan da bunlardan biri. Konuşurken önünde duran masaya konmuş minnacık bir prompterdan, Başbakan'ın konuşmalarını kaleme alan “metin yazarları”nın hazırladığı konuşma akıyor, Tayyip Erdoğan da - yiğidin hakkı yiğide - değme TV profesyonelini aratmayacak bir hünerle bize bakar gibi konuşuyor. O firaklı metinlerin, araya konan şiirlerin, “Sizin hiç babanız öldü mü” gibisinden dokunaklı ve etkili cümlelerin hepsi önceden 'prompter’in belleğine konmuş oluyor.
Tayyip Erdoğan’ın “iyi konuşmacı” olarak algılanmasında işte bu prompter desteğinin payı büyük.
Tamam, Erdoğan promptersız da iyi konuşuyor; cümleleri düzgün, “Iııı... Aaa” gibi  garip sesler çıkarmadan, teklemeden, kekelemeden konuşuyor. Bu yeteneği var. Ama sorun düzgün cümleler kurmakta, akıcı konuşmakta değil, “içerik”te...
Evet, sorun içerikte patlak veriyor. Hem de çok ciddi bir sorun. Tayyip Erdoğan prompter’dan koptuğu ya da prompter desteğinden mahrum kaldığı ya da ona ihtiyaç duymadığını düşündüğü zaman kültürel düzeyi, sığlığı sırıtmaya, gizlenemez hale gelmeye başlıyor.
Promptersız anların örnekleri çok: “Ananı da al git... Van minüt... Yetki senin ister as, ister kes...” ilk ağızda aklıma geliverenler...
Son günlerde bunlara bir yenisi eklendi: İnönü – Hitler benzetmesi...
Neresinden tutsanız elinizde kalan bir mantık yürütme ile Başbakan sözlerinin arkasında durmaya çabalıyor. Atatürk ölünce paralardan Atatürk resminin çıkarılması, İnönü’ye “milli şef” denmesi ve onun buna itiraz etmemesi; bıyıklarını Hitler gibi kesmiş olması, resmi kurumlarına fotoğraflarının asılmasını hatırlatıp İnönü ile Hitler arasında sadece benzeşme değil, özdeşleşme de olduğunu ileri sürüyor. Hitler tescilli bir faşist olduğuna göre İnönü de bu hesapça faşist olup çıkıyor...
Eh faşizm denen lanetli ideoloji üstüne kültürel birikimi bu kadar olanın bu sözlerine öfkelenmenin de, eleştirmenin de alemi yok. En iyisi gülüp geçmek...
Ancak faşizm üstüne bu kafa karışıklığı sadece Başbakan'la sınırlı kalsa sahiden gülüp geçelim ama son günlerde faşizm kavramı ve terimi işportaya düştü. Önüne gelen, faşizme gönlünün çektiği anlamları yükleyerek (yüklemeye yeltenerek) yazıyor, çiziyor, konuşuyor...
Galiba faşizm kavramı üstüne altını çize çize; ardını, içini, içeriğini, anlamını deşe deşe bir Tırmık yazmakta yarar var.
Ama bu yazı yeterince uzadı. Bugün Tayyip Erdoğan’a “Sakın prompterdan kopma. Koptun mu saçmalıyorsun” öğüdü verip yazıyı noktalayalım. Faşizm bir başka yazıya kalsın...