Aydın Engin

10 Şubat 2014

Kartlar yeniden karılırken…

30 Mart seçimleri sahiden de bir genel seçim, bir “siyasal güçler” sınavı niteliği taşıyor. Türkiye’de kartlar yeniden karılıyor.

11 yıl önce AKP tek başına iktidar olduğunda “Gittttiiiii, Cumhuriyet’in bütün kazanımları, değerleri gitttiii” diye feryat figân eden, siyasal yenilgilerine çare ararken ”Ordu göreve” pankartları açan ve o pankartların ardında yürüyen; Cumhuriyet tarihini “1938’e kadar ‘devrimci’ bir iktidar vardı; Atatürk’ün ölümüyle sapmalar başladı (Mesela köy enstitüleri kapatıldı); 1950’de ise cahil bir toplumun hazır olmadığı demokrasi rezaletiyle ‘karşı devrim’ iktidara geldi” diye özetleyen ve kavrayanlar karamsarlık saçar ve karamsarlıklarını toplumun bütününe bulaştırmaya çabalarken; bir başka kesim de AKP’nin Milli Görüş hareketinden doğma oluşunu, dinsel referanslar üstünde yürüdüğünü “aşılabilir sakıncalar” olarak değerlendiriyor; serbest piyasa ekonomisinin sunduğu ve sunacağı fırsatlarla sahici kapitalistlere dönüşecek olan AKP destekçisi sermayenin ve AKP üst kadrolarının gitgide burjuva demokrasisinin standartlarına yaklaşacağını umut ediyor ve bu iyimserliklerini toplumun bütününe benimsetmeye çabalıyorlardı.

İktidarının ilk yıllarında AB üyeliği için cesur adımlar atan, Kıbrıs kördüğümünü çözmeye çabalayan, Ermenistan’la ilişkileri canlandırmak için protokoller imzalayan AKP, iyimserleri haklı gibi gösteriyordu. İyimserler, iyimserliklerini AKP iktidarının son dönemine de taşıdılar. Özellikle Kürt sorununu çözmek için sorunun gerçek muhatapları ile diyalog başlatılması ve bunun, bugün “barış süreci” diye adlandırdığımız aşamaya tırmandırılması iyimserlerin haklılıklarına, analizlerinin isabetine daha da inanmalarına yol açtı.

Siyasal temsilcisini AKP’de bulan bir iktidar koalisyonu ile karşı karşıyaydık. Bunu Türkiye İslamı’nın Nakşi ve Nurcu kollarının koalisyonu diye de okuyabiliriz. Bu koalisyonda çatışma tohumları dört, beş yıl önce filizlenmeye başlamıştı. Tohumlar 17 Aralık’ta patladı ve koalisyon belki de bir daha kurulamayacak ölçüde çöktü.

*    *    *

Bir gazete yazısı için fazla çetrefil ve uzun cümlelerle bir tablo çizmeye çabaladım. Daha yalın bir anlatımı beceremedim. Ama iyi kötü görüşümü aktarabildiğimi sanıyorum; en azından umuyorum.

Güçlü ve özellikle bürokraside kadro kaynağı olarak yaslandığı ortağı ile kıyasıya bir kavgaya girişen ve kavgayı gitgide tırmandıran AKP tepe yönetimi yolsuzlukların, kamu kaynakları yağmasının günışığına çıkması ile ağır yara aldı ve ciddi bir itibar kaybına uğradı. Bugün bu yarayı sarma, önümüzdeki “üç seçim badiresi”ni az hasarla atlatma çabasında.

İktidar, Cemaat’ı kaybetmenin karşılığını birkaç cephede müttefik kazanma manevraları ile arıyor.

Bir: Balyoz, Ergenekon ve benzeri davalar zincirinde mahkum edilmiş askerleri ve yandaşlarını kazanmaya çabalıyor. Buradaki manevrada bu davalarda sahiden kuruların yanında yanan yaşları korumak, onların uğradığı hukuksuzlukları gidermek gibi bir niyet –bence- yok. En azından baskın olan amaç bu değil. Erdoğan’ın baş başdanışmanının “Cemaat orduya kumpas kurdu” yollu sözleri herhalde bir dil sürçmesi değildi. Burada hedef Cemaat’ın boşluğunu, desteğini artık emekli olduklarına göre darbe yapma güçleri, yetileri sıfıra yakın olan, Ergenekon ve türevi davalarda mahkûm olanları, “Sizi Cemaat kumpas kurup hapsetti; ben bu yanlışı ve adaletsizliği düzeltiyorum” havucu ile yanına çekmek. Nitekim 17 Aralık’ta “AKP’yi zayıflatmak için Cemaat’ı çaktırmadan destekleyen “ulusalcı” kesim, çabuk ayıldı ve hapishane kapılarını açabilecek gerçek güce, AKP’ye yanaştı.

İki: Kürt siyasal hareketi… Aynı manevrayı Kürt siyasal hareketi üstünde de yürütme çabasında. “KCK’lileri tutuklatan, inatla tahliye ettirmeyen Cemaat’a bağlı yargıçlar ve savcılardı. Ben şimdi hem o yargıç ve savcı kadrolarını dağıtarak, hem de bazı yasal değişikliklerle bu adaletsizliği önleyeceğim” demekte.

Manevra o kadar kısıtlı tutuluyor ki sanki barış süreci, KCK tutuklularının tahliye edilmesinden ibaretmiş; o başarıldı mı sorun çözülmüş olacak gibi sınırlar çizilmekte.  Ne dağdakilerin ovaya inip silahların değil siyasetin diliyle mücadelelerine devam edecekleri adımlar atılmakta, ne İmralı’nın üstündeki ağır yalıtılmışlık kaldırılmakta. İmralı’ya gönderilecek gazeteciler listesi bile tek başına bu bezirgân hesaplarının kanıtı.

Üç: Kendi kemik oylarını, sağlam, vazgeçmez destekçilerini pekiştirmek, yolsuzluklar yüzünden olası kopmaları önlemek.

Bu üç kesimi kazanarak, en azından muhalefetlerini önleyerek “üç seçim badiresi”ni atlatmaya çalışıyor.

Başarabilir mi?

Kestirmeden “Ergenekoncular ve destekçileri”  diye adlandırabileceğimiz kesimleri bilemem. Kemik oylarda yolsuzluklar yüzünden bir dalgalanma, kopma olacak mı? Onu da bilemem.

Ama Kürt siyasal hareketi –aşırı kuşkucuların bütün iddialarına rağmen– bu zokayı yutmuşa benzemiyor.

30 Mart seçimleri bu yüzden sahiden de bir genel seçim, bir “siyasal güçler” sınavı niteliği taşıyor. Türkiye’de kartlar yeniden karılıyor. BDP’nin Türkiye Kürdistanı’nda, HDP’nin geri kalan bölgelerde alacağı sonuçlar o yüzden yaşamsal önem taşıyor.

Hem sarılacak dal arayan AKP açısından, hem de siyaseti değil, sadece temiz siyaseti desteklemeye kararlı demokrasi güçleri açısından bu böyle…