Aydın Engin

08 Aralık 2009

Kara Para Çamaşırhanesi

Başlıktan anlaşılıyor, İsviçre’den söz edeceğim...

Başlıktan anlaşılıyor, İsviçre’den söz edeceğim.
Aslında bugün(lerde) eğer olup biten üstüne yorum, analiz döktürülecekse Kürt sorunundan başka bir konu üstünde durmak pek yakışık almaz. Çünkü Kürt sorununda bıçağın sırtındayız. Ülkemizin en yakıcı, en acil çözüm bekleyen sorunu Kürt sorunu. AKP’nin “Üç beş önemsiz ödün verelim, siz de PKK’yı tasfiye edin. Böylece biz Türkiye kamuoyunun bütününe dönüp, bakın işte terör sorununu çözdük . Afferin bize, diyelim! Teröre ayrılan paraları ekonomiye katacağız. Haydi Kürt oyları da artık bize” diye “tercüme” edilebilecek “açılım” anlayışı ile DTP’de ağır bastığı gözlenen “şahin” kanadın pek de siyasal basiretle açıklanamayacak adımları barışçıl çözüm fırsatını gömerlerse yeni ve karanlık ve kanlı ve şiddetin kol gezdiği bir ülkeye dönüşmemiz olasılığı pek yüksek...
Yine de serinkanlı olmayı, öfkenin değil aklın sesiyle davranmayı becermek gerekiyor. O yüzden yarını bekleyelim. Anayasa Mahkemesi’nin siyasal mı, hukuksal mı bir karara varacağının ipuçlarını görmeye çalışalım...
Ve o yüzden  Kürt sorunu  yerine dünyanın en büyük ve ünlü “kara para çamaşırhanesi” üstünde biraz dolaşalım...
Kara para çamaşırhanesi lafını ben uydurdum ve pek de güzel uydu. Ama Jean Ziegler’in ünlü kitabını, “İsviçre Daha Beyaz Yıkar”ı okumamış olaydım o lafı bulup yazamazdım... (Yeri gelmişken: Kitap Türkçe'ye çevrildi mi bilmiyorum. Ama çevrildiyse ne yapıp edip bulun ve okuyun).
*    *    *
Sokaklarından, kentlerinden, kasabalarından, köylerinden, dağlarından, yollarından refah hem de çok ileri bir refah, kulaklarından da para fışkıran İsviçre ilk görenler için yeryüzünde bir cennettir.
12 yıllık siyasal göçmenliğim sırasında bu avuç kadar ülkeyi güneyden kuzeye, doğudan batıya defalarca gezdim. Otoyollar yerine hep köy yollarını yeğledim ve “Ulan hiç mi yoksulu yok bu ülkenin; hiç mi viran evi, bakımsız yolu yok” diye sordum durdum. Daha sonraki yıllarda İsviçre’de siyasal sığınmacı olarak yaşamaya başlayan genç bir arkadaşım ilk günlerin şaşkınlığı içinde samimi bir soru sordu: “Abi”, dedi, “Olmaz herhalde ama, İsviçre’de devrim olsa, sosyalizm şimdikine ek olarak ne getirecek buraya?”
Urfa dolaylarından uçağa binip gözünü İsviçre’de açmış bu şaşkın delikanlıyı bir şeyler geveleyip cevapladım ama verdiğim cevap beni bile ikna etmedi...
Gözümü Ziegler’in başlığıyla harikulade bir kara mizah, içeriğiyle kıskanılacak bir bilgi ve belge birikimi taşıyan kitabı açtı: İsviçre daha beyaz yıkar.
Elbette daha önce Güney Amerika diktatörlerinin, Afrika'yı soyup soğana çeviren çokuluslu şirketlerin suç ortağı yerli kabile şeflerinin, petrol zengini Ortadoğulu Arapların, karanlıkta yaşayan silah sanayicisi ve tüccarlarının ve elbette Türkiye’de tüyü bitmemiş yetim hakkı yiyen nice saygın işadamının paralarını İsviçre bankalarında sakladıklarını biliyordum. Ama Ziegler’in kitabı bana “Hiç mi yoksulu yok bu ülkenin” sorusunu kapsamlı olarak cevapladı.
Orada yoksul yoktu. Çünkü İsviçre Ortadoğu’nun, kara Afrika’nın, Güney Amerika steplerinin ve yaylalarının, Güney Asya’nın yoksullarını yaratan ulusötesi kapitalist organizmanın çamaşırhanesiydi.
Bilirsiniz, çamaşırhane, götürdüğünüz kirli (ve kanlı) çamaşırları alıp saklamaz; yıkar, bembeyaz yapar ve yeniden sizin kullanımınıza sunar.
İsviçre de öyledir. Kara ve kanlı paralar orada yıkanır, kan izleri yok edilir ve emrinize sunulur...
*    *    *
İsviçre üstüne sanırım çoğunuzun bildiği bu gerçekleri uzun uzun anlatmam boşuna değil. Minare yasağı tartışmasından sonra nice ağır yorum döktüren köşe yazarı, sorunu katolik İsviçrelilerin İslama duydukları tepkiye, kendi yaşam tarzlarına uymayan “göçmenler”den duydukları korkuya indirgedi.
Bence hayır...
İsviçreliler ülkede sayıları gitgide artan göçmen işçiler yüzünden çarkın bozulacağı kaygısını taşıyorlar. Düzenin bozulmaması onlar için her türlü ahlaki ve insani ilkenin üstünde bir hedeftir.
Çarpıcı bir örnek:
1980’lerin başlarında yapılan bir başka referandumda İsviçre halkına soruldu:
- Ülkenin ekonomik güvenliğini tehlikeye atacak kişi ve girişimleri ele geçirmek için polis (yargıçlar bile değil, polis) İsviçre’ye gelen ve İsviçre’den giden bütün mektupları açıp okusun mu”
Referandumda bu öneri yüzde 60’ın üstünde “evet” diye cevaplandı. “Özel hayatın dokunulmazlığı gibi evrensel hukuk ilkelerini hatırlatmak isteyen az sayıdaki İsviçre yurttaşına ise “vatan haini, düzen bozucu, anarşist” gözüyle bakıldı.
Nitekim “minare referandumu”nda da “İnsan hakları referandum konusu olamaz” diyen namuslu İsviçrelilerin de sesi ustaca boğuldu...
Ben görgü tanığıyım: İsviçrelilerin Cenevre’nin, Zürih’in, Bern’in cennetten farksız caddelerinde, bulvarlarında dolaşan, pahalı gözlük ve saat taşıyan, çoğu yağ tulumu Arap prens ve işadamlarından,  kara derileri ile hiç de İsviçreliye benzemeyen Afrika’nın yürekleri derilerinden daha kara hırsızlarından hiç şikayetleri yoktu ve yok.
Onların İslam'a ya da Budist'e ya da kara ya da sarı deriliye de itirazları yok. Onların korkuları da, kaygıları da yoksul ülkelerden kopup gelen ve ekmek parası için İsviçre işletmelerinin kapısına yığılanların düzeni bozmaları, “para dinine”  tapmayanların ülkede çoğalması, çarkın işleyişinin tehlikeye düşmesi...
Çünkü İsviçre’de düzen sadece dünyadan akıp gelen kara parayı değil, bankaların, uluslararası finans imparatorluklarının, dünyada at koşturan ulusötesi tefecilerin kararmış vicdanlarını da yıkar...