17 Ocak 2012
Hem O, Hem O, Hem O Olabilmek
... 40 yıldır gazetecilik mesleğinin içindeyim. 50 yıldan bu güne Türkiye’deki...
Başlıktaki üç O’ya sıra gelecek.
Ama önce bir saptama:
40 yıldır gazetecilik mesleğinin içindeyim. 50 yıldan bu güne Türkiye’deki büyük miting ya da yürüyüş ya da kitlesel eylemlerin hepsinin tanığıyım. Kiminde katılımcılardan biriydim, çoğunda izleyen gazetecilerden biri. Demirel’in 1969 Taksim mitingi, Ecevit’in 1974 Taksim mitingi, 1969 Taksim’deki “Kanlı Pazar” diye anılan miting, DİSK’in Taksim mitingi, TİP’in Taksim mitingi, yine Taksim’deki 1977 ve 1978’in 1 Mayıs’ları, TÖS’ün Ankara’daki 1969 Tandoğan Mitingi, Uğur Mumcu’nun uğurlandığı Ankara yürüyüşü... Hepsinin, hepsinin tanığıyım...
Hepsi çok büyük kitle gösterileriydi. Ama hiç biri 2007’nin 23 Ocak salı günü İstanbul caddelerinde akan insan selinin büyüklüğüne ve önemine ve anlamına ulaşamaz.
Salt “büyük kalabalık”tan söz etmiyorum. Evet, Cumhuriyet tarihinin en büyük kitle gösterisiydi, itiraz çığlığıydı. Ama “büyük kalabalık”tan daha öte bir anlamı ve önemi vardı.
O gün İstanbul’u bir boydan bir boya yürüyerek aşan dev kitle siyasal olarak çok az bir araya gelebilmiş (belki hiç gelememiş) bir renk paletiydi. Türkiye’nin etnik ve dinsel mozayiğinin tüm renkleri o gün bir araya gelmiş, aynı “ruh hali” ile O’nu uğurlamıştı.
Çünkü bu toprakların en değerli evlatlarından biri, “Hem O, hem O, hem O” olabilmiş biri yitirilmişti ve yürüyen yüzbinlerin de, orada bulunamayan milyonların da yüreği kanıyordu.
O Hrant Dink’ti.
Şimdi artık başlıktaki “O”lara gelebiliriz.
* * *
O bir Ermeni idi!
Ermeni Patrikhanesi’nin erimiş, azalmış 60 binlere inmiş bir cemaatı sadece dinsel temsil ile yetinmeyip, sosyal ve hatta siyasal olarak temsil etmeyi alışkanlık haline getirdiği örtüden de, varsıl Ermeniler’in, cemaat önde gelenlerinin “Aman devletle iyi geçinelim; aman sesimizi yükseltmeyelim; aman şikâyet etmeyelim” mızmızlığından kendini sıyırmış bir Ermeniydi.
“1915’de ne oldu” sorusunu fısıltıyla değil kükreyerek “Soykırım” oldu diye cevaplayabilen bir Ermeni...
Ve herhalde biliyorsunuz: Türkiye’de Ermeni olmak zordur.
* * *
O bir demokrat idi!
2001’de Fransız Parlamentosu “1915’de soykırım olmamıştır” diyenlere hapis cezası öngören yasayı (tıpkı bugünlerdeki gibi) ele aldığında ana akım TV kanallarına anında çıkıp “Paris’e gideceğim ve Concorde Meydanında bir taşın üstüne çıkıp 1915’de Ermenilere soykırım yapılmadı, diyeceğim. Dönüp Ankara’ya gideceğim, Güven Park’ta bir taşın üstüne çıkıp 1915’de Ermenilere soykırım yapıldı diyeceğim. Çünkü düşünce özgürlüğüne zincir vuran her yasaya, her girişime karşıyım” dediği için demokrat idi.
2001’de Afganistan üstüne ilk Amerikan bombaları düşmeye başladığı saatlerde bir avuç aydın Türkiye Barış Girişimi’ni kurmak üzere bir araya geldiler. Girişim’in temel ilkesi tartışılıyordu. Tartışma uzadı. O, masanın bir ucunda ayağa kalktı:
- Hanımlar, beyler uzatmayalım. Bizler barış eşekleri olacağız. Evet bildiğimiz eşek... Yük taşıyan, dayanıklı ve alabildiğine inatçı... Temel ilkemize gelince, söyleyeyim. Çok kısa: Terörün gücüne, gücün terörüne boyun eğmeyi reddediyoruz... O kadar. Nasıl?
O “Nasıl”a kim ne ekleyebilirdi ki? Barışı savunmanın da, demokrat olmanın da ancak aktif mücadele ile mümkün olacağını, ancak barış eşeği olunca anlam taşıyacağını bir kez daha bilince çıkardık. Barış Girişimi kuruldu.
Ve herhalde biliyorsunuz: Türkiye’de demokrat olmak zordur.
* * *
O bir sosyalist idi!
Üniversite öğrencisi iken katıldığı sosyalist harekette sonuna kadar saf tuttu. Çaktırmadan değil, gizlice değil, apaçık, gümbür gümbür “Ben bir Marksistim” diyerek...
12 Eylül’de ağır darbeler yiyen, 1990 sonrasında yaralarını sarıp yeniden toparlanmaya çalışan sosyalist hareketin BSP ve ÖDP süreçlerinde yer aldı. ÖDP adına seçim çalışmalarında aktif görev aldı. Ermeni gençler arasında sosyalist düşüncenin benimsenmesinde ve yaygınlaşmasında Hrant’ın payı çok büyüktür. AGOS’a egemen olan “sol çizgi”ye itiraz eden Ermeni varsıl ve önde gelenlerinin uyarılarını da eleştirilerini de elinin tersiyle bir yana itti. 301’den yargılandığı davada savcının “Sosyalist misiniz” sorusuna “Bunu sormaya hakkınız yok. Ama madem sordunuz söyleyeyim. Sosyalistim elbet. Hem de sapına ve sonuna kadar. Bunu saklayacağımı mı sandınız? Ama o zaman ben, ben olmazdım” cevabının savcıyı kıpkırmızı ettiğini dün gibi hatırlıyorum...
Ve herhalde biliyorsunuz: Türkiye’de sosyalist olmak zordur.
* * *
Pekiiiii.
Türkiye’de hem Ermeni, hem demokrat, hem sosyalist olmak ne kadar zordur dersiniz?
Hem O, hem O, hem O olabilmek mangal gibi bir yürek, pırıl pırıl bir bilinç ister. Bir de gerektiğinde bedel ödemeyi göze almak ister ve bazan bu bedel yaşamla ödenir...
Bunu göze alanları bu topraklarda yaşatmamak için devlet de, milliyetçilik-ırkçılık batağında debelenenler de kolları hep sıvadı; kalleş pusular kurdurup vurdurdu, yok etti.
İşte O’nun, Cumhuriyet tarihinin en büyük, en görkemli, en anlamı yürüyüşüyle uğurlanmasının nedeni budur ve bundan ibarettir.
O’nun yaşamının, ölümünün beşinci yılında bile bizlere ders oluşu da bundandır ve bundan ibarettir...