Üfff, günün, geceyarısına da sarkan olaylarına bakın...
Bir: Devlet protokolünde, yani devletin hiyerarşisinde Cumhurbaşkanından hemen sonra gelen TMBB Başkanı, hiyerarşinin daha alt basamağındaki Başbakandan fırça yiyor...
İki: Günlerdir sivil savcıların önüne çıkmamak için direnen Albay Çiçek sonunda burnunu sürtüp savcıların karşısına çıkıyor, ifade veriyor, tutuklanması istemiyle mahkemeye sevkediliyor ve mahkemece tutuklanıp Hasdal Cezaevi'ne yollanıyor.
Üç: Meclis, siz bu satırları okurken başlayacak “Kürt açılımı”nı tartışmaya hazırlanıyor. Bir başka deyişle siyasetin baş silahşörleri kılıçlarını biliyor, silahlarını yağlayıp düelloya hazırlanıyor...
Dört: Beykoz sırtlarında bulunan silahlarla ilgili olarak yarbaylı, yüzbaşılı beş altı subay savcıların karşısında, gömülü silahlarla ilgili ifade veriyor ve ifadeler uzadıkça uzuyor.
Beş: İstanbul gibi bir kaç Baltık ülkesinin toplamından daha büyük bir kentin başsavcısının, yasal kılıfına uydurulmuş bir kararla ev, iş ve cep telefonları uzun süreli dinlemeye alınıyor ve bu ortaya çıkıyor...
* * *
Siz, bir gazetenin birinci sayfasını hazırlamakla göreli bir yazıişleri masası editörü olaydınız bunlardan hangisini -mesleki deyimle- “manşete çeker”diniz?
Siz, işi olup biteni yorumlamaktan ibaret bir gazeteci olaydınız bunlardan hangisini yazınızın eksenine yerleştirirdiniz?
Zor soru!..
Ben de zorlandım ama sonunda yukarıdaki seçeneklerden beşincisinde karar kıldım. Şu yasadışı ya da yasal kılıfına uydurulmuş telefon dinlemelerinde...
Çünkü kendimi yakaladım.
Öteki haberlerde şaşırıyorum, irkiliyorum, ürküyorum, seviniyorum, öfkeleniyorum, üzülüyorum, ilgi duyuyorum, ekrana yapışıp neredeyse saatlerce izliyorum da sıra telefon dinlemelerine gelince...
Bir: Şaşırmıyorum.
İki: İrkilmiyorum.
Üç: Pek ilgilenmiyorum.
Ve dört: İtiraz etmek aklıma gelmiyor...
Evet, kendimi tam da bu halde yakaladım ve kendi kendime “Aydın Engin, silkin ve kendine gel. Senin solculuk damarın seni bozmuş, yurttaşlık damarını neredeyse çürütmüş” dedim...
* * *
Tırmık’ta kendimden sözetmekten hoşlanmıyorum, böylesi yazıları yakışıksız buluyorum ama derdimi anlatmak için başka çare bulamadım. Hoşgörün.
Ben ve bencileyin sosyalizmi yaşam felsefesinin merkezine oturtmuş, dünyayı Marksizmin penceresinden bakınca daha iyi ve doğru algılayabildiğine, yorumlayabildiğine inanmış kuşakdaşlarım, sosyalizm yoluna ayak bastığımızdan bu yana (mesela benim için Türkiye İşçi Partisi’ne üye olduğum 1961 sonbaharından bu yana) telefonlarımızın dinlenmesi, buluşmalarımızın izlenmesi kaçınılmaz bir kader oldu.
Zamanla buna alıştık da... O kadar ki artık bunu olağan bulur olduk ve sadece ve sadece karşı önlemler üstünde durduk. Arkadaş sohbetlerinde bile bir radyo açıp yüksek volümlü müzik çalıp konuşmak gibi çocuksu yöntemleri alışkanlık haline getirdik...
12 Mart 1971 utangaç faşizmi sırasında polis sorgusunda, özel sohbetlerimizin ses bantları bize dinletildiğinde polislere kızmak yerine kendimize kızıp “Amma da salakmışız ha” diye hayıflandık...
Oysa o yılların anayasalarında da “Özel hayatın dokunulmazlığı” ilkesi açık seçik yer alıyordu, haberkleşme özgürlüğü anayasal teminata alınmıştı ve devletin gizli dinleme yapmasının önünde anayasal engeller vardı.
Bu, çağdaş demokrasinin en temel ilkelerinden biriydi. Ama hiç birimizin (peki, düzeltiyorum: Çoğumuzun) aklına bu “yurttaş hakkı”na sığınmak, bu temel hukuk ilkesine sarılmak gelmiyordu...
Bilincin derinliklerine işlemiş bu sakat, bu budalaca “kabullenme”nin izlerini ben (ve sanırım kuşağımdan pek çok kişi) bugün hâlâ taşıyoruz: Devlet dinler. Sen önlemini al!
Oysa hayır!..
Devlet, ister polis, ister jandarma, ister gizli servisler yurttaşın özel hayatının önemli bir halkası olan hberleşme özgürlüğünü çiğneyemez. Bu anayasayı ihlal suçudur.
Hedeflediğimiz Batı Avrupa demokrasi standartlarında bu suçun işlendiği ortaya çıkarsa öyle bir kaç küçük memur değil, hükümetler devrilir, bakanların siyasal hayatı biter...
AKP Hükümeti döneminde olduğu gibi “mahkeme kararı” ile yasal kılıfına uydurulmuş bile olsa bu, yurttaşa karşı işlenmiş bir suçtur. Yargı erkinin böylesine siyasal kamplaşmalara bulaştığı, yargıya güvenin iyiden iyiye zayıfladığı, yargı erkinin itibarının çok ciddi ölçülerde yaralandığı bir toplumda dinlemenin mahkeme kararına dayandırılması onu meşru kılmaz. Hukuk şekle kurban edilmiş, özü çiğnenmiş olur.
* * *
Dedim ya kendimi yurttaşa yakışmayan bir boyun eğmişlik halinde yakaladım.
O yüzden bugünkü Tırmık’ı, Albay Çiçek’in tutuklanması gibi çok çok önemli bir gelişmeye değil; bugün başlayacak Kürt açılımı görüşmelerine değil; Başbakanın, egemenliği kayıtsız şartsız temsil ettiği kabul edilen TBMM’nin başkanını fırçalamasına değil, artık günlük, sıradan bir devlet uygulamasına dönüşmüş telefon dinleme uygulamalarına, haberleşme özgürlüğünün hayasızca çiğnenmesine ayırdım...
Bence iyi ettim...