Siz ne düşünürsünüz bilemem, ama ben bizim bu T24’ün yazar takımının -varsa eğer- “Yazarlar Ligi”nin en iyi takımlarından biri olduğu kanısındayım. (Aslında “en iyi takımı” diyecektim de “Alçakgönüllüğü zinhar elden bırakma “ diyen usta öğüdüne uydum).
Böyle deyince övündüğümü düşündüyseniz, yanıldınız. Bana bu satırları derin bir kıskançlık yazdırıyor.
Mesela Bader Arslan’ı, Vedat Özdan’ı okuduğumda bilgi birikiminin okura bu kadar yalın ve benim gibi ekonomi cahilinin bile anlayacağı bir sadelikte aktarılması kıskançlık nöbetlerine girmeme yol açıyor.
Salı günleri Tayfun Atay’ın yeni bir yazısını gördüğümde moralim bozulmasın diye okumadığım bile oluyor...
Keza o iki genç kadın; biri Nil Aldemir, öteki Eliza Doolittle mahlâsıyla yazan o iki genç kadın. Eskilerin üslup kıvraklığı dedikleri anlatım hünerleri beni çileden çıkarıyor. Dili böyle zengin ve yapmacıksız kullanmayı bunlar nereden öğrendiler acaba? Kıskançlığımı yatıştırmak için “Aslında o yazıları anneleri, babaları yazıyordur da, altına onların imzalarını koyuyorlardır” gibisinden teselliler bile aradığım oldu. Ama Doğan Akın, o yazıları onların yazdıklarını söyledi, büsbütün ifrit oldum...
Bir de Selin Ongun var. O ağırlıklı olarak medyanın “söyleşi ligi”nde oynuyor ve bence fazla iyi oynuyor... Onunla ilgili olarak bazen “Allah kimseyi onun çatal diline düşürmesin” dediğim oluyor; bazen de “Allahtan ben de T24’teyim de benimle söyleşi yapma şansı yok” diye şükrediyorum...
Açılış sayfasının daha aşağısında yan yana fotoğrafları dizilen dörtlü içinde en çok Rıdvan Akar’ı seviyorum. Çünkü T24’ün en ama en tembel yazarı o. Sık yazsa kıskanırım belki; ama bereket kırk yılda bir (yoksa yüz yılda bir mi demeli) yazıyor. Dörtlünün geri kalanlarından ikisi Cem Dizdar ile Çiğdem Anad.
Çidğem Anad’ın T24’teki fotoğrafına bakın. O belli belirsiz gülücük beni ürkütüyor. Her yazısında “İnşaallah ele aldığı ben değilimdir” gibi dilekler tutuyorum. Bugüne kadar da dileklerim kabul oldu; bundan sonra da olur inşaallah. Amin!..
Cem Dizdar’a gelince... Gelmeyelim. Onu da feci halde kıskanıyorum. Şu anda sayfadakinden iki önceki yazıdan bir alıntı yapayım: “Eski düzen'in ideolojik pozisyonu tam da 'dünyanın değişmeyeceği' inancından beslenir. 'Değişim'in ancak 'lider', 'mesih', 'mehdi' ile mümkün olabileceğine inandırılanlar başka bir seçeneğin mümkün olabileceğini düşünmez hale getirilir...”
İyi mi? Ben Kılıçdaroğlu - Baykal - CHP - AKP ile oyalanırken o berbat mahalle çocuğu meseleye nereden bakıvermiş görüyor musunuz? Gel de kıskanma!...
T24’ün “Kare As”ının sonuncusu Mete Çubukçu için başlı başına bir Tırmık yazsam yeridir. Haberle yatıp haberle kalkan, ve peşinde koşup yakaladığı haberleri “ajans haberi” kuruluğundan ustaca kurtarıp bilgi ve analiz zenginliğine kavuşturan Mete Çubukçu’yu kıskanmıyorum. Onunla yarışa da girmem. Çünkü o enerji artık bende yok...
Keza gezi yazısı denen türü turizm ekseninden ustaca kaydırıp doğa sevgisi ve sağlıklı yaşam eksenine oturtan Yıldırım Güngör’ü; medyanın üvey evladı olmuş tiyatro sanatında olup bitenleri bizimle paylaşan Ragıp Ertuğrul’u; havaiyattan yazar, daldan dala koşar gibi görünen çevre savaşçısı Önay Yılmaz’ı; sivil toplum dünyasını “haftanın etkinlik” takvimi gibi şöyle bir göz atılıp geçilen haberlerden öteye taşıyıp Türkiye’de sivil toplum hareketinin farklı formlarını sayfalarımıza taşıyan Cengiz Çiftçi’yi; toplumun nabzını doğru tutmak, yönelimleri doğru analiz etmekte uzun yıllara dayanan birikimini T24’te bizlerle paylaşan Bekir Ağırdır’ı, köşe yazısını birinci elden “information” ile zenginleştirip ortadoğuyu bize taşıyan Emre Çalışkan’ı; översem şımarırlar diye adlarını anıp geçeceğim Ümit Otan ve Candan Yıldız’ı da hiç kıskanmıyorum. Çünkü onlarla aynı kulvarda değilim, onların kalem oynattıkları alanda ben istesem de onlarla yarışamam...
Kim kaldı?
Doğan Akın! Geçiniz. O, T24’ün komutanı. Onunla ilgili yazacağım her içten satır ister istemez yağcılık diye algılanır ki benden uzak olsun...
Başka?
Oya Baydar mı? Onu da geçiniz. Eş durumundan...
Kim kaldı?
Kimse kalmadııııı!..
* * *
“Amma da övündün” diyeceksiniz...
Evet. Övündüm... T24’ü övdüm.
Balbay günlüklerini yayınlayıp ulusalcıların, Erzincan’da dinlemeye takılan konuşmaları yayımlayıp cemaat ve AKP erbabının canını iyice sıkan; haber değeri olan her şeyi eli titremeden, “Kim ne der” diye sormadan, “Kime ne zarar, kime ne yarar sağlar” hesabı yapmadan ve gözünü kırpmadan sayfalarına taşıyan T24’ü, yandaş, candaş, paydaş, kandaş medyanın kol gezdiği bu ortamda niye övmeyecekmişim ki?